

İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
15
fasılları açmak için yoğun bir çaba yürütül-
melidir. Özellikle siyasi kriterler alanında,
hukuk devleti, ifade özgürlüğü ve demok-
ratik standartlar konularını kapsayan Yargı
ve Temel Haklar (23) ile Adalet, Özgürlük
ve Güvenlik (24) fasıllarının açılması acildir.
Bu husus aynı zamanda Avrupa Komisyo-
nu’nun Türkiye hakkındaki 2015 İlerleme
Raporu’nda da vurgulanan ve Türkiye’de
son dönemde kaygı verici boyutta geri gittiği
demokratikleşme sürecinin yeniden ivme
kazanmasına ve hukuk devleti ilkesinin
güçlendirilmesine bağlıdır. Diğer yandan
2016’da gündeme gelmesi beklenen Enerji
(15), Eğitim ve Kültür (26) ve Dış Güvenlik
ve Savunma Politikası (31) fasıllarının ya-
nında, önlerinde herhangi bir siyasal engel
bulunmayan Kamu Alımları (5), Rekabet
Politikası (8) ve Sosyal Politika ve İstihdam
(19) fasıllarının açılması sağlanmalıdır.
Siyasal bütünleşmesi duraksamış gözük-
mekle birlikte AB’nin kendi içinde farklılaştı-
rılmış bir bütünleşme modeli konusunda yo-
ğun tartışmalar içinde olduğunu görüyoruz.
Bu süreç sonunda oluşacak yapı AB’nin daha
etkin bir hale dönüşümünü sağlayabileceği
gibi, üyelerine sunduğu kazanımları eroz-
yona uğratmadığı ve ikinci sınıf üyelikler
oluşturmadığı takdirde, genişleme sürecin-
deki ülkeler için de bir model oluşturabilir.
Bu konuda bir yandan Birleşik Krallık ile AB
arasında yürüyen müzakereleri, diğer yan-
dan da AB’nin mali ve siyasal birlik yönünde
atmaya çalıştığı adımları yakından izliyoruz.
Türkiye’yi AB’nin dışında bırakmayacak,
reform sürecine en elverişli, optimum ve
gerçekçi perspektifi sunacak bir sonucun
oluşabileceğine inanıyoruz.
Türkiye ancak demokrasi, hukuk devle-
ti, özgürlükler ve insan sermayesi nitelikli
bir toplum olarak siyasal saygınlık ve eko-
nomik çekim gücüne sahip olabilir. Bunu
sağlamanın en gerçekçi yolu da transat-
lantik blok içinde, AB ile ilişkilerimizin yan
yollara sapmadan üyelik hedefine ulaşma-
sıdır. Bu da müzakere sürecinin çok uzun
zamana yayılıp kısa vadeli siyasal çıkarlar
için araçsallaştırılarak sonucunun belirsiz-
liğe bırakılmasını değil, tam üyelik hedefini
ön plana çıkartarak gerekli adımları atmayı
gerektirir.
■
de kurmaktadır. Aynı şekilde Türkiye’nin
üyelik sürecinde elde etmesi gereken
hakların yeni iş birliği koşullarına bağ-
lanmaması ve katılım müzakerelerinde
ilerlemenin, göçmen konusu gibi insani
bir sorunda iş birliğinin pazarlık kozu
haline getirilmemesi gerekir. Dolayısıyla
göçmen sorunundaki işbirliği koşulla-
rıyla katılım müzakerelerinin birbirine
karıştırılmaması; ancak, ortaya çıkan
yakınlaşma fırsatının ileriye doğru bir
adımla tam üyelik için değerlendirilmesi
Türkiye açısından en doğru yol olacaktır.
Aynı şekilde Kıbrıs sorununda çözüm
konusunda Türkiye’nin desteği vazgeçil-
mezdir. Kıbrıs belki süreci tıkayan tek
sorun değildir, ancak en kritik olanıdır.
Bu sorunun eşitlikçi ve adil çözümü en
azından 14 fasılda blokajı ve AB içindeki
Türkiye karşıtlarının arkasına saklanabi-
lecekleri bir bahaneyi ortadan kaldırarak
onları yükümlülüklerini yerine getirmeye
zorlayacaktır. Bunun yanında Fransa’daki
son siyasal gelişmeler dikkate alınarak bu
ülkenin daha önceden bloke ettiği diğer
3 fasılda tekrar sorun çıkarılmaması için
siyasal girişimlerde bulunulmalıdır.
Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinde
2016’nın anahtar yıl olabilmesi için Tür-
kiye ve AB’de karar vericiler nezdinde
son yıllarda hâkim olan, siyasal kriter-
lerdeki gerileme ve sürecin zamana ya-
yılmasına karşı iki taraflı bir kayıtsızlığın
hâkim olduğu yaklaşımların değişmesi
gerekmektedir. Bu açıdan yeni hükümet
programında AB üyelik hedefinin vurgu-
lanması memnuniyet vericidir. Özellikle
AB tarafının göçmen sorununda iş birli-
ğini öne çıkaran tutumuna karşı Türkiye
tarafının süreci katılım müzakereleri ek-
senine çekmeye çalışmış olması önemli-
dir. Şimdi yapılması gereken şey, katılım
için teknik ve siyasal kriterlerde tavizsiz
şekilde ilerlemek ve göçmen sorunundaki
yakınlaşmayı siyasal reform sürecini za-
mana yayıp ötelemek için değil, hızlandır-
ma fırsatı olarak değerlendirmektir. AB
hedefiyle ilgili vaatlerin ve eylemplanının
kâğıt üstünde kalmadan eyleme geçmesi
bu konudaki samimiyet sınavıdır.
Bu bağlamda kısa vadede açılabilecek
Türkiye-AB ilişkileri konu bazlı işbir-
likleri üzerinden değil, tam üyelik hedefi
ekseninde yürümelidir. Bunu dikkate al-
mayan ve AB üyeliğine desteği azaltacak
iş birliği, ortaklık, diyalog, komşuluk hatta
ikinci sınıf üyelik gibi bir ilişki modeli,
Türkiye açısından geri bir adım olacak-
tır. Aynı şekilde reformları sadece teknik
boyutuna indirgeyen bir yaklaşımla ya da
Gümrük Birliği’nin derinleştirilmesi yo-
luyla tek pazara katılıma dayalı bir ekono-
mik ortaklık anlayışıyla yetinilmemelidir.
Özellikle göçmen sorunu AB tarafın-
da konu bazlı iş birliği eğilimini ön plana
çıkarmıştır. Türkiye’yi göçmenlere karşı
AB’nin tampon bölgesi olarak belirleyen
ve komşuluk perspektifinden ele alan bir
strateji, savunulabilir ve sürdürülebilir
olamaz. AB’nin gelecekte tam üyesi ol-
masını planladığı bir ülkeyle arasındaki
fiziki ve manevi duvarları bazı siyasal ve
mali ödünler karşılığında güçlendirmek
yerine, üyeliğin gerektirdiği bütünleşme
adımlarını teşvik etmesi gerekir.
“Kayıtsızlığın hakim olduğu
yaklaşımlar değişmeli”
Göçmen sorununun kapsamlı çözü-
mü için AB’nin kendi içinde mülteciler-
den kaynaklanan yükü adil ve dengeli bi-
çimde dağıtabilmesi, Schengen Alanı’nın
dış sınırlarını korumada üye ülkeler ara-
sında daha ciddi bir iş birliği yapması ge-
rekir. Aynı şekilde “Kale Avrupası” adını
verdiğimiz AB sınırlarını dışarıya kapa-
tan içe dönük refah adası yaklaşımının
AB’nin demografik sorunlarını dikkate
aldığımızda başarılı olması mümkün de-
ğildir. Bu anlayış yabancı karşıtı popülist
akımların daha da güçlenmesinin önünü
açar. Türkiye ile iş birliği ancak bu husus-
ların dikkate alınmasıyla sonuç verebilir.
Üyelik sürecinin toplumun bütününe
sağlayacağı siyasal ve sosyal kazanımla-
rın bir kısmından ya da bu kazanımları
toplumun bir bölümünden (örneğin yal-
nızca iş dünyasına tanınan bir vize kolay-
lığından) yoksun bırakacak dengesiz bir
yaklaşıma sıcak bakılması mümkün de-
ğildir. Bu tip ilişkilerin çoğunu AB zaten
Avrupalı olmayan birçok üçüncü ülkeyle