

İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
59
Dolayısıyla bu çıkışın hiç olmazsa bir
ölçüde iç siyasetle, oy kaygısıyla bağ-
lantılı olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Peki, TTIP Gerçekten Öldü mü?
Gabriel öyle buyurdu ama şu an için
bunu söylemek mümkün değil. Kafalar-
daki zamanlamaya ilişkin bazı tered-
dütler ortaya çıkmış olması doğal ancak
unutmamalı ki ticaret politikası münha-
sıran Komisyonun yetki alanında ve bu
yetki tartışmasız, şu an için tamamen
geçerli. Müzakereler tamamlandıktan
sonra gelecek olan onay sürecini elinde
tutan üye ülkeler için de durum aynı.
Son zirvede, tüm üye ülke devlet ve
hükümet başkanlarının müzakerelerin
devamına (oy birliği ile olmasa da) evet
demeleri önemli. En az 20 liderin mü-
zakerelerin devamından yana olduğu
söyleniyor. En fazla itirazın geldiği Al-
manya’da da Başbakan Merkel’in TTIP
ve CETA’yı desteklediği biliniyor ancak
onun da parti içindeki gücünü daha çok
göçmen krizine yoğunlaştırdığı görülü-
yor. Popülaritesinin düşüyor olmasına
ve gelecek seçimlerde büyük koalis-
yon ihtimalinin azalmasını da eklersek
Merkel’in TTIP’nin arkasında ne derece
sağlam duracağı sorusuna net cevap
vermenin güçlüğünü de görürüz.
Kısacası üç AB kurumundan ikisi
(ki bunlardan birisi dış ticaret alanında
münhasır ve tartışmasız yetki sahibi
Komisyon) resmen TTIP’nin arkasında.
AP’de ise destek ve itirazın yarı yarıya
olduğu söylenebilir.
Kamuoylarında ise İlginç Bir
Durum Söz Konusu: İstemeyen
Azınlığın Gücü
Çok yeni bir kamuoyu araştırmasına
göre AB genelinde TTIP’ye destek yüz-
de 61. Desteğin en düşük olduğu üye
ülke ise yüzde 49 ile Almanya. Bir süre
önce yapılan Eurobarometre araştırma-
sına göre de AB’de destek ortalaması
yüzde 51 iken Almanya’da bu oran yüz-
de 26’ya kadar düşüyor.
Almanya’da, yelpazenin sol tarafında
yer alan, çevre lobilerinden, işçi sen-
dikalarına kadar uzanan bir yelpazede
yaklaşık 30 kuruluş tarafından tetik-
lenen ve desteklenen bir hareket tüm
ülkeye yayılıyor. Destekçileri bu hareketi
1980’lerin barış protestolarına benzeti-
yorlar ve mücadelesini verdikleri şeyin
en az demokrasinin kendisi kadar de-
ğerli olduğunu savunuyorlar. Amaçları
“zavallı Avrupa tüketicilerini çok uluslu
büyük şirketlerin şerrinden korumak”.
17 Eylül’de yaklaşık 100 bin protestocu
“CETA ve TTIP’yi durdurun” sloganı ile
Almanya’nın büyük şehirlerinde göste-
riler düzenledi. Fransa ve Belçika’da da
aynı sayılara yaklaşmasa da, sokaklarda
benzer sloganları haykıran göstericiler
vardı. Geçen ay, Karlsruhe’de Yüksek
Mahkemeye 125 bin imzalı bir dilekçe ile
aynı amaçlı bir başvuru yapıldı. Bunun,
Alman hukuk tarihindeki en fazla imzalı
dilekçe olduğu söyleniyor. Bu yaygın ve
sistematik protestolar, seçim yılında hü-
kümet açısından ciddi bir zorluk anlamı-
na geliyor. Bu da anlaşma metni üzerinde
uzlaşma sağlansa dahi onay aşamasında
sorun yaşanabileceğini gösteriyor.
Almanya’da Protestocuların
Özel Durumu: Küçük Partiler,
Büyük Etki
Herkes, TTIP’den en fazla yarar-
lanması beklenen Almanya’nın neden
TTIP’ye karşı çıkışın merkezi durumu-
na geldiğini açıklamaya çalışıyor. Şu
an için görünen o ki, iki küçük siyasi
parti (
Die Linke
adlı aşırı sol bir parti
ile Yeşiller) aktif bir STK ağı ile işbir-
liği halinde (bariz bir dezenformasyon
kampanyası eşliğinde) TTIP tartışmala-
rına damgasını vuruyor. “
Compact
” adı
altında bir araya gelen bu grup, 2015
sonbaharında TTIP karşıtı bir diğer
şikâyet için de, yarısı Almanya’dan ol-
mak üzere 3 milyon imza toplamıştı.
Grup medyanın yanı sıra sosyal ağları
da çok etkin biçimde kullanıyor. Örne-
ğin, Almanya’da Google’da TTIP arayan-
lar ilk olarak Yeşillerin TTIP Raporu ile
karşılaşıyor. Sürecin başlangıcında çok
etkin çalışan TTIP destekçisi gruplar ise
son zamanlarda her şey bitti duygusuy-
la bir rehavet içine girdi. Dolayısıyla da
küçük ama örgütlü ve istekli bir grup
tartışmaları domine ediyor ve gündeme
hâkim olabiliyor.
Karşı Çıkanlar Ne Diyor,
Ne İstiyor?
Karşı çıkanlar, sokaktaki adama
dokunan üç temel noktada seslerini
yükseltmeye devam ediyor. Kısaca özet-
leyeyim:
• Süreç demokratik ve şeffaf şekilde
yürümüyor. Vatandaşın olan biten-
den haberi yok ama büyük uluslara-
rası şirketler, değil haberleri olmak,
metinleri bizatihi kaleme alıyorlar.
• AB’nin daha yüksek ve tüketici dos-
tu standartları, ABD’nin daha düşük
standartlarına inecek ve örneğin
GDO’lu ürünler, ya da daha düşük
kaliteli mallar piyasaya dolacak.
• Büyük şirketler “potansiyel kâr-
larının azaldığı” gerekçesiyle, çı-
kardıkları mevzuatlar üzerinden
devletlere dava açabilecek, tazminat
isteyebilecekler. Bunun yarataca-
ğı baskı, AB devletlerini özellikle
sosyal haklar ve çevre konularında
daha zayıf (vatandaş aleyhine) mev-
zuat çıkarmaya itecek.
Bu üç temel konunun yanı sıra, son
derece popüler kişilikler; güzel, halkı
kavrayan sloganlarla etki yaratıyor. Ör-
neğin, bunun bir ticaret anlaşması değil
yatırımcıyı koruma anlaşması olduğu-
nu; serbestlik getirmek bir yana -pa-
tentler üzerinden- daha fazla koruma
getireceğini anlatıyorlar. TTIP lehine
argümanlar ise daha ziyade Komisyon
uzmanlarının soğuk, bürokratik dille
yazılmış, halka uzak resmi raporları
üzerinden dile getiriliyor ve de hayli
eskimiş durumda. Bir örnek vereyim;
Komisyon raporunda TTIP’nin yarata-
cağı fayda avro cinsinden ifade edilmiş
bir rakam. Önce bu rakamın yıllık fayda
mı yoksa yıllar boyunca elde edilecek
toplam fayda mı olduğu anlaşılamadı.