DAVUT VE GOLYAT’IN MÜCADELESİ: UKRAYNA SAVAŞI BİR YILINI DOLDURDU
“Cumhurbaşkanı Zelenski ve tüm Ukraynalılar her gün dünyaya cesaretin ne olduğunu hatırlatıyor. Bize özgürlüğün paha biçilmez ve uğruna savaşmaya değer olduğunu hatırlatıyor. Ne kadar sürerse sürsün”.
ABD Başkanı Joe Biden, 20 Şubat 2023 tarihinde beklenmedik bir şekilde savaş halinde olan bir ülkenin, Ukrayna’nın başkenti Kiev’e yaptığı ziyaret ile ilgili olarak twitter hesabından bu sözleri paylaştı. Kiev sokaklarında Biden ile Zelenski’nin birlikte yürürken verdikleri görüntü ABD’nin ve daha geniş anlamıyla Batı’nın Rusya karşısında Ukrayna’ya verdiği desteğin sembolü olarak tarihe geçti. Biden aynı zamanda 500 milyon dolarlık ek askeri yardım ve Rusya’ya yönelik yaptırımları daha da sıkılaştırma sözü de verdi. Öncesinde de Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski dünyanın en önemli savunma ve güvenlik forumu olarak adlandırılan Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmada şunları söylemişti: Davut Golyat’ı konuşarak değil, cesareti ve sapanı ile yenmişti. Cesaret bizde var. Sapanın ise daha güçlü olması lazım. Böylece gelecek sene savaş sonrası Münih Güvenlik Konferansı için bir araya gelebiliriz. Putin’i ve dünyadaki bütün Putin’leri alt edeceğiz”.
Zelenski’nin Davut ve Golyat analojisinde, cesareti ve sahip olduğu tek silahı olan sapanı ile korkunç devi yenen Davut’u Ukrayna’ya, dev ise Rusya’ya karşılık geliyor. Putin ve çevresi tarafından bir ulus olarak dahi kabul edilmeyen Ukrayna halkı elindeki kısıtlı kaynaklarla gerçekten de toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı için kahramanca bir mücadele veriyor. Karşısındaki dev Rusya ise her ne kadar bu işgalin aslında haklı gerekçelere dayandığı algısını yaratmaya çalışsa da başka bir ülkeyi doğrudan işgal girişiminde bulunarak, BM ilkelerini ve uluslararası hukuku ihlal ediyor. Buna ek olarak savaş sırasında işlenen insanlığa karşı suçlar da savaş sonrasında Yugoslavya ve Ruanda’da olduğu gibi uluslararası yargı sürecinin devreye girmesi olasılığını güçlendiriyor. Davut Golyat’a karşı kahramanca bir mücadele verse de güçlü sapanlar olmadan bu mücadeleyi kazanması çok zor. Güçlü sapanlar ise ABD ve AB’nin askeri ve finansal desteğinin hızla konuşlanmasına ve sürekliliğine bağlı. Rusya’nın zamana oynama stratejisi ve bitmeyen askeri kaynakları Ukrayna’yı bu mücadelenin daha da uzaması durumunda oldukça zorlayacak. Elektrik, doğalgaz gibi altyapının ve sivil yerleşimlerin de Rusya tarafından hedef alınması Ukrayna’nın direncini kırmayı amaçlasa da Ukraynalılar için varoluşsal bu mücadelede Rusya’ya karşı zaferden başka bir formül kabul edilmiyor.
Rusya-Batı İlişkilerinde Kırılma Noktası Ukrayna
Savaşın birinci yılında, Batı’nın Ukrayna’ya verdiği destek devam ediyor. Rusya ise kolay bir zafer kazanamayıp, ordusu önemli kayıplara uğrasa da Putin’in savaşı kazanma konusundaki kararlılığı sürüyor ve yeni saldırılar devam ediyor. AB ve ABD’nin uyguladığı yaptırımlar sonucu Rusya büyük ölçüde Batı merkezli uluslararası sistemden dışlansa da yaptırımlar Rusya’nın ekonomisini çökertemedi. AB ülkelerinin Rusya’dan doğalgaz ve petrol ithalatının kesilmesini içeren yaptırımların ancak belirli bir zamana yayılarak gecikmeli biçimde uygulamaya geçirilmesi, yaptırımlara Kuzey Amerika, Avrupa ve Japonya dışında birçok ülkenin katılmayıp tarafsız bir tavır benimsemesi, Rusya’nın Çin, Hindistan ve Türkiye ile ticaretinin artması ve doğalgaz ve petrol gelirlerinin artarak devam etmesi yaptırımların etkisini azalttı. Öte yandan, Rus ekonomisi ile ilgili istatistikler oldukça gri bir tablo çiziyor. Dünya Bankası, IMF ve OECD verilerine göre, 2022’de Rusya’nın GSYİH %2,2 ile 3,9 arasında bir oranda azaldı. Rusya Cumhurbaşkanı Putin bu savaşı kazanmanın kendisinin siyasi geleceği açısından da kritik önemini bilerek, süre uzadıkça Batı’nın desteğinin azalacağına ve Ukrayna’nın direncinin kırılacağına güveniyor.
Putin’in kendi siyasi geleceğinin ötesinde, Rusya ve uluslararası sistemdeki rolü açısından da savaşın sonuçları kritik olacak. Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi dönüşümlerin ve yenilenebilir enerjiye geçişin hızlanması karşısında, bir fosil yakıt devi olan Rusya için dünya ekonomi politiğindeki değişimlere uyum sağlayamama tehlikesi son derece endişe verici olabilir. Bu açıdan Rusya enerji kartını da oynayarak, Batıya yakınlaşan Ukrayna’yı kaybetmemek için de bir mücadele veriyor. Bu açıdan Putin’in saldırıyı meşru göstermek için iddia ettiği NATO genişlemesinin Rusya güvenliğini tehdit ettiği bahanesinin arkasında gizlenen sebepleri görmek önem taşıyor. Karadeniz havzasının kontrolü ve hakimiyetini sağlamak, Kırım’ın ilhakı ile elde edilen kazanımları güvenceye almak, Ukrayna’nın Batıya eklenmemesini önlemek, ABD ve AB’yi zayıflatmak ve iç siyasetteki konumunu güçlendirmek gibi saiklerle hareket ettiği söylenebilecek olan Putin’in hesabı doğru çıkmayabilir. Orta ve uzun vadede, Batı merkezli sistemden yapısal olarak dışlanması, en önemli yabancı sermaye kaynaklarını yitirmesi, savaşın getirdiği insan kaybı, ekonomik maliyet ve toplumsal sancılar, çifte kullanımlı ürünlerin Rusya’ya ithalatına getirilen kısıtların teknoloji üretime sekte vurması gibi sebepler Rusya’nın soluğunu kesebilir ve Ukrayna’da kabul etmek istemeyeceği bir barışa imza atmak zorunda kalabilir.
Batı için de Ukrayna’nın bu savaştan galip çıkması küresel planda itibar ve destek açısından büyük önem taşıyor. Kırım dahil olmak üzere Ukrayna’nın toprak bütünlüğü tekrar sağlanmadan barış şartlarını müzakere etmeyi reddeden Zelenski Batı’nın desteğini almaya devam etse de Rusya’nın yenilgiye uğratılamaması ve savaşın daha da uzaması halinde bu destek ve dayanışma zayıflayabilir. Zelenski’nin daha çok ve hızlı askeri yardım talebi zamanın aleyhine işlemesinden duyduğu endişeyi de yansıtıyor. Putin’in propaganda makinesi yayılmacı emellerini Berlin’de Rus bayrağını sallandırmaya kadar götürüyor ve Avrupa güvenliği için Putin rejiminin yenilgiye uğratılmasının şart olduğu iyice ortaya çıkıyor. Buna bir de nükleer silah kullanma tehditleri eklenince savaşın daha da uzaması ve Ukrayna’yı dize getiremeyen ve iç siyasette de sıkışan bir Putin’in nükleer silah opsiyonunu devreye sokması tehlikesini gündeme getirebilir.
AB ve Türkiye Açısından Etkiler: Davut’u Güçlendirmek, Golyat’ı Ehlileştirmek
Ukrayna’da savaşın başlamasından bu yana geçen bir yıllık süre içinde AB’nin Avrupa güvenliğine bakışı ve tehdit algısı radikal bir değişim gösterdi. Ukrayna’daki durum, Rusya’nın saldırganlığı ve enerjinin bir silah olarak kullanılması konuları AB gündeminin en üst sırasına yerleşti. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in AP’deki “2022 Birliğin Durumu” konuşmasında Ukrayna bayrağının renklerine bürünmesi ve Ukrayna halkına yönelik güçlü sözleri ve geçtiğimiz günlerde Kiev’e giderek Cumhurbaşkanı Zelenski’ye desteğini ifade etmesi de tıpkı AB Konsey Başkanı Charles Michel ve AP Başkanı Roberta Metsola’nın Ukrayna’nın Rusya karşısındaki mücadelesine verdikleri destek gibi AB’nin bu savaşı ne kadar ciddiye aldığının bir göstergesi niteliğini taşıyor. AB bugüne kadar görülmemiş yaptırım paketlerini ardı ardına uygulamaya koydu. 9 Şubat 2023’te toplanan AB Zirvesi’nde AB ve Üye Devletler tarafından yapılan yardımların 67 milyar avroyu bulduğu, Ukrayna’nın AB adayı olarak ilerlemesinin teşvik edildiği, derin ve kapsamlı STA dahil olmak üzere AB ile Ukrayna arasındaki Ortaklık Anlaşması’nın tam anlamıyla hayata geçirileceği, son olarak eklenen 500 milyon avroluk yardım ile birlikte AB ve Üye Devletler tarafından sağlanan askeri yardımın 12 milyar avroyu bulacağı ve AB Askeri Yardım Misyonu çerçevesinde 30 bin askerin eğitileceği açıklandı. AB’nin Rusya’ya karşı mücadelesinde Ukrayna’ya gerek askeri gerekse finansal ve teknik olarak son derece önemli bir destek sağladığı ve sağlamaya devam edeceği öngörülüyor.
Ukrayna vakası AB’nin Avrupa güvenliğine bakışını temelden etkiledi. Soğuk Savaş sonrası dönemde insani güvenlik, sınır güvenliği, düzensiz göçün güvenlikleştirilmesi, devlet dışı aktörlerden kaynaklanan tehditler, siber güvenlik gibi yeni alanlar AB güvenlik anlayışının temel unsurlarını oluştururken, AB güvenliğini sağlamak açısından daha çok yumuşak araçlar ve normatif unsurlara güveniyordu. Kökeni 1950’lere dayanan, ancak hayata geçirilmesi Maastricht Antlaşması sonrası dönemde mümkün olan ortak güvenlik ve savunma politikası ve ortak bir askeri güç oluşturma çabaları ise tam anlamıyla ortak bir güvenlik ve savunma varlığını doğuramadı. Bu alanda atılan adımlar savunma ve askeri güvenliğin ulusal egemenlik ile güçlü ilişkisi olduğu için uluslarüstü düzeye devredilemeyeceği ve bu alanda süper güç olan ABD’ye yüksek bağımlılık nedeniyle NATO çerçevesinde ele alınmasının daha doğru olacağı yönündeki görüşlerin etkisinde kaldı. AB’nin Mart 2022’de açıkladığı ve 2030 yılına kadarki güvenlik ve savunma stratejisini gözler önüne seren Stratejik Pusula ise, büyük ölçüde Ukrayna işgali öncesinde kaleme alındığı için bu sarsıcı değişimin gerektirdiği çözüm ve araçları sağlamakta yetersiz oldu. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonrasında o güne kadar tarafsız bir statüyü benimsemiş olan İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine başvurmaları ve AB içinde savunma ve güvenlik politikasının dışında kalma yönünde tercihini kullanan Danimarka’nın bu politikaya dahil olma isteği Avrupa güvenliğinin ne kadar değiştiğini gösteren gelişmeler oldu.
AB açısından bir diğer önemli etki ise işgalden dört gün sonra Ukrayna’nın AB üyeliğine başvuru yapması ve bu ülkeyi yine Rusya’nın yayılmacı politikalarının tehdidi altında olan Moldova ve Gürcistan’ın izlemesiydi. Bu durum AB merkezli Avrupa mimarisinin yeniden değişmesi ve durma noktasına gelmiş olan AB genişlemesinin yeniden hız kazanması sonucunu doğurdu. Bunun yanında, bu üç ülkenin kısa vadede üyelik kriterlerini karşılayarak üye olması imkansıza yakın olduğu için, başvurular AB’yi bir ikilemde de bıraktı. Ukrayna gibi topraklarının bir kısmı Rus işgali altında olan ve fiilen savaşın devam ettiği bir ülkeye maddi desteğin yanında manevi olarak da destek olma ve adaylık statüsünü vererek dayanışma gösterme gereği ile genişleme sürecinin üyeliğe giden bir yol olmanın ötesinde bir ara bekleme odası haline gelmesi ve Batı Balkanlar ve Türkiye’nin durumunda olduğu gibi hayal kırıklığı, tepki ve geri tepmeye yol açması arasındaki bu ikilem Avrupa Siyasi Topluluğu gibi inisiyatiflerin ortaya atılmasına yol açtı. Ancak bu gibi formüller AB üyeliği hedefinin yerini almaktan uzak ve üyelik sürecinin inandırıcılığı AB’nin yakın coğrafyasının istikrarı ve Birlik ile bağlantısallığı açısından hala çok önemli bir püf noktası olmaya devam ediyor.
Ukrayna saldırısı sonrasında Rusya’ya yönelik yaptırımlar giderek daha kapsamlı ve çok yönlü hale geldi. Son olarak onuncu yaptırım paketini de gündeme alan AB, Rusya’ya olan enerji bağımlılığını bitirmek için de RepowerEU ve “Güvenli bir Kış için Gaz Tasarrufu yap (Save Gas for a Safe Winter) gibi girişimler ile acil önlemleri uygulamaya koydu. Bu şekilde Rusya’dan doğalgaz ve petrol akışının büyük ölçüde azalması ve enerji fiyatlarındaki artış sonucu ortaya çıkan krizin aşılması mümkün olabildi. Özellikle elektrik ve doğalgaz fiyatlarındaki artışın tetiklediği hayat pahalılığı ve bunun yarattığı tepkiler kontrol altına alınırken, Avrupa Yeşil Mutabakatı ile hız kazanan enerji dönüşümünün de ne kadar yaşamsal bir öncelik olduğu iyice anlaşıldı. Özellikle Almanya gibi bir sanayi devinin Rusya’dan gelen doğal gaza büyük ölçüde bağımlı olması ve enerji piyasalarının stratejik öncelikler göz ardı edilerek tamamen piyasa güçlerine bırakılmasının sonuçları görüldü ve iklim değişikliğinin getirdiği aciliyet altında hız verilen Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamındaki yeşil dönüşüm ve yenilenebilir enerjilere geçişin aslen bir stratejik yarar konusu olduğu anlaşıldı.
Ukrayna Savaşı AB üzerinde önemli bir göç baskısı da yarattı. Bugüne kadar milyonlarca Ukraynalı ülkelerini bırakıp daha güvenli ülkelere mülteci olarak göç ettiler. AB Mart 2022’de geçici koruma direktifi ile AB ülkelerine sığınan Ukraynalılara derhal ve kolektif bir koruma sağlamış oldu. Bu kapsamda koruma altına alınan 4 milyon Ukraynalı mülteci ikamet izni, işgücü piyasasına erişim ve barınma imkânı, tıbbi yardım ve çocuklar için eğitime erişim olanaklarından yararlanabiliyor. Ukraynalı mültecilerin AB içindeki dağılımına baktığımızda en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülkeler 967.715 ile Almanya, 961.340 ile Polonya ve 432.415 ile Çekya olarak sıralanıyor. Göç konusunun oldukça tartışmalı hale geldiği ve özellikle aşırı sağcı parti ve akımlar tarafından bir ulusal güvenlik sorunu olarak ele alındığı, düzensiz göçün önlenmesi ve sınırların güçlendirilmesine yönelik stratejilerin oluşturulduğu AB’de Ukraynalı mültecilere karşı bu kucaklayıcı tutum oldukça olumlu olsa da bunun uzun vadede ne yönde evrileceği ve özellikle ekonomik zorluklar yaşanan ülkelerde tepkiye yol açıp açmayacağı da ayrı bir soru olarak karşımıza çıkıyor.
Türkiye açısından baktığımızda, Rusya ve Ukrayna arasındaki arabuluculuk girişimleri, tahıl anlaşmasındaki rolü ve iki taraf ile de sıkı ilişkileri olan bir aktör olması Türkiye’nin önemini artırıyor. Türkiye büyük ölçüde Rusya ile ticaretini artırırken, bu bölgeden yatırım da çekmiş oldu. Rusya, Türkiye’nin en önemli doğalgaz tedarikçisi olmaya devam ederken, Akkuyu Nükleer Santrali de Rusya ile enerji ilişkisinin bir diğer önemli ayağını oluşturdu. Putin’in Türkiye’nin bir doğalgaz merkezi olması ile ilgili sözleri ve hükümete verdiği destek ile Ukrayna’da Bayraktar SİHA’ların savaşın kaderinde etkili olacak kadar önemli rol oynaması Türkiye’nin kritik konumunu ortaya koyuyor. Öte yandan, Türkiye’nin AB ve ABD’nin yaptırım rejimine uyum sağlamaması ve Rusya ile ticari, ekonomik ve siyasi ilişkilerini devam ettirmesi ABD ve AB’nin uyarılarına yol açsa da bugüne dek sert bir önleme başvurulmadı. Enflasyonun hızla artırdığı, dış borç ve cari açığın yükseldiği ve Türk Lirası’nın değerinin düştüğü ekonomik darboğazdan geçen Türkiye, Kahramanmaraş merkezli depremle sarsıldı. Bu koşullar altında AB ülkeleri de dahil olmak üzere uluslararası dayanışmanın odağında olan Türkiye’nin savaşan ülkelere eşit mesafede olma politikası da devam edecek gibi gözüküyor. Türkiye’de yapılacak kritik Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimleri sonrasında oluşacak yeni hükümetin AB politikası ve AB kriterlerine yönelik bir süreci başlatma ihtimali de kuşkusuz ilişkilerin geleceğini etkileyecek.
Sonuç Yerine: Avrupa’nın Ruhu ve Davut’un Geleceği
Davut ve Golyat analojisine geri dönersek, Ukrayna Savaşı’nın nasıl bir sonuca doğru evrileceği Avrupa güvenliği ve AB değerleri açısından kritik önem taşıyor. ABD ve AB Ukrayna’ya verdikleri desteğin otoriterliğe, despotizme, saldırganlığa ve baskıya karşı bir özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi olduğunu belirtiyor. Bu anlamda aslında Rusya’ya boyun eğmeyen ve kahramanca savaşan Ukrayna Avrupa’nın ruhunu da temsil ediyor. Bu ruhun özgürlüğüne kavuşması AB’nin sembolize ettiği Avrupa projesinin geleceği ve liberal düzenin akıbeti açısından belirleyici olacak. Her koşulda, askeri güvenlik ve savunma konularının yeniden ön plana çıktığı, savunma ve silahlanma harcamalarının yüksek artış gösterdiği ve savaş tehdidinin tekrar topraklarında hissedildiği Avrupa artık eski Avrupa değil. Avrupa bütünleşmesinin en önemli kazanımı olan barış ve güvenlik tehdit altında. ABD önderliğinde AB’nin yaratmış olduğu liberal değerlere ve bireysel hak ve özgürlüklere dayalı düzen otoriter rejimlerin ve yayılmacı doktrinlerin tehdidi altında.
Diğer bir önemli mesele ise Rusya’nın geleceği. Ukrayna saldırısı sebebiyle dışlanan Rusya’nın savaş sonrasında nasıl ve hangi koşullarda Avrupa sistemine yeniden entegre edileceği, AB değerlerine uyumlu bir yönde gelişmesi imkanının bulunup bulunmayacağına da bağlı olacak. Putin sonrası bir Rusya otoriter ve yayılmacı eğilimleri aşarak, iş birliği ve güven esasında Batı ile yeni bir ilişki tesis edebilir mi? Putin ya da Putin benzeri yönetimler ile devam ederse, Avrupa böyle bir aktörle nasıl bir ilişki tesis edebilir? Çin-Rusya ilişkisi ve Batı karşıtı ekseni hangi yönde evrilecek? Savaşın sonucu Putin’in ve otoriter yönetiminin de sonu anlamına gelecek mi? Bütün bu sorulara kesin cevaplar vermek bu aşamada mümkün olmasa da yapılabilecek önemli bir tespit şu: Avrupa koca bir Golyat problemi ile karşı karşıya. Ukrayna’nın kurtarılması kadar önemli bir mesele de bu büyük gücün Avrupa sistemine karşılıklı yarar ve iş birliği esasında entegre edilmesinde yatıyor. Hemen gerçekleşmese de şimdiden, savaş sonrası Avrupa’nın mimarisinin düşünülmesi ve tasarlanması gerekiyor.
Rusya’yı BM Şartı ve uluslararası hukuka aykırı olarak başlattığı saldırı, çıkardığı savaş ve insanlığa karşı işlediği suçlardan ötürü kınasak da bir noktayı belirtmekte yarar var. Aslında kural temelli, BM merkezli ve toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığa saygı ilkelerine dayanan düzene ilk taş atanın da Rusya’dan önce BM tarafından doğrudan bir yetkilendirme olmadan Irak’ı işgal eden, 11 Eylül sonrası Patriot Yasası ile özgürlük ve bireysel hakları kısıtlayan, Guantanamo ve Ebu Gureyb Cezaevi gibi insan hakları ihlallerine imza atan ABD olduğunu belirtmekte yarar var. ABD’nin yaptıkları Rusya’ya da benzer şekilde BM ilkeleri ve uluslararası hukuku ihlal etme ve insan haklarını çiğneme hakkını vermiyor tabi ki. Ancak şunu söylemek mümkün. Liberal ve kural temelli uluslararası düzenin devamını sağlamak her şeyden önce kuralların tüm devletlere adil bir şekilde uygulandığı, iklim krizi, gıda sorunu, eğitim, sağlık ve diğer temel hizmetlere erişim gibi küresel sorunlara ortak çözümler bulunduğu ve gerek devletler ve bölgeler gerekse insanlar ve sınıflar arasındaki eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin giderilmesi için gerçek anlamda çabanın sarf edildiği bir sistem oluşturmaya bağlı.
İKV Genel Sekreteri Doç. Dr. Çiğdem Nas
HAKKIMIZDA
ARAŞTIRMA MERKEZİ
PROJELER
İLETİŞİM
Designed By: OrBiT