2015
ARALIK 2015 İKV: “Mülteci Sorununa Brüksel’den Türkiye’siz Çözüm Çıkmaz”
BASIN AÇIKLAMASI
17 ARALIK 2015
İKV: “Mülteci Sorununa Brüksel’den Türkiye’siz Çözüm Çıkmaz”
Türkiye, mülteci krizi ile mücadelede hızlanan diplomasi trafiği çerçevesinde AB üye ülke liderleri ile son bir ayda ikinci kez bir araya geliyor.
29 Kasım 2015 tarihinde gerçekleştirilen Türkiye-AB Liderler Zirvesi'nin ardından, Almanya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Yunanistan, İsveç, Avusturya, Finlandiya ve Türkiye liderleri, bugün Brüksel'de mülteci krizi ile mücadele konulu mini zirvede buluşuyor. Avrupa Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker’in de katılacağı, "Göç Konusundan Fikirdaş Ülkeler" başlıklı toplantıda liderler, 1 milyona yaklaşan mülteci akını ile karşı karşıya kalan Avrupa'nın göç krizine çözüm arayacaklar. Fransa’nın mini zirveye katılımı henüz net değil.
"Göç Konusunda Fikirdaş Ülkeler" kavramı, 29 Kasım 2015 tarihinde gerçekleştirilen Türkiye-AB Liderler Zirvesi öncesi bir araya gelen, Almanya önderliğindeki dokuz üye ülkenin "mültecilerin yeniden yerleştirilmesi" konusunda hemfikir olması ve sorumluluk almaya karar vermesi ile oluşturulmuştu. Türkiye'nin de davet edildiği grubun, 17-18 Aralık 2015 AB Liderler Zirvesi öncesi gerçekleştireceği mini zirvede, Suriyeli sığınmacıların AB ülkelerine 'yeniden yerleştirmeleri' ele alınırken, sınır güvenliği ve insan kaçakçılığı ile daha etkin mücadele konuları da masada olacak. Mini zirvenin, AB Liderler Zirvesi sonuçlarına da etki etmesi bekleniyor.
Tarihinin en büyük mülteci akını ile karşılaşan Avrupa, hatırlanacağı üzere mülteci krizi ile mücadelede Türkiye ile ortak hareket etme kararı almış ve geçtiğimiz aylarda taraflar arasında yoğun bir diplomasi trafiği yaşanmıştı. Mülteci krizi ile mücadelede Türkiye'nin üzerindeki yükü paylaşma konusunda istekli ve hevesli davranan Avrupa, bu Zirve ile soruna kalıcı çözüm bulunması konusunda önemli bir adım atıyor. Zirve'ye Türkiye'nin de davet edilmesi ise, bu krize Türkiye'siz çözüm bulunamayacağını bir kez daha gösteriyor.
"Türkiye'nin AB Uzmanı" İKV olarak, her ne kadar mülteci krizi gibi insani ve yakıcı bir sebepten olsa da, üyelik müzakerelerinin 10'uncu yılında Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan hareketliliği destekliyor ve mülteci krizine ortak çözüm bulunması konusunda taraflar arasında sürdürülen sıcak ilişkiyi memnuniyetle karşılıyoruz.
İKV olarak, bu hızlanan işbirliği ve temasların somut eylem ve ilerlemeye dönüşmesini arzu ederken; bu canlılığın ülkemizin üyelik müzakereleri sürecine de yansımasını temenni ediyoruz.
Bu çerçevede geçtiğimiz ay sonunda liderler tarafından karara bağlanan, Türk vatandaşlarına yönelik vize serbestliği sürecinin hızlandırılması; müzakere sürecine ivme kazandırılması ve taraflar arasında üst düzeyli işbirliklerinin bir an önce gerçekleştirilmesi kararlarının da hayata geçirilmesini bekliyoruz. Her zaman olduğu gibi ülkemizi reform çalışmalarına hız vermeye; Avrupa'yı ise üyelik sürecini ilerletmeye çağırıyoruz.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
ARALIK 2015: 17`NCİ FASLIN MÜZAKERELERE AÇILMASI
EKONOMİK VE PARASAL POLİTİKA FASLININ MÜZAKERELERE AÇILMASI EKONOMİ YÖNETİŞİMİNİN AVRUPALILAŞMASINDA ÖNEMLİ BİR ADIMDIR
Ülkemizin AB katılım sürecinde, 17’nci fasıl olan “Ekonomik ve Parasal Politika”, 14 Aralık 2015 tarihinde Brüksel’de gerçekleşen Hükümetlerarası Konferansta müzakereye açılmıştır. Yaklaşık 2 yıllık bir sürenin ardından AB müzakerelerinde yeni bir faslın açılmış olması sürecin tüm engellere rağmen devam ettiğini göstermektedir. Faslın ekonomi ve maliye yönetimi açısından AB ile uyumlaşmanın en önemli gereklerinden birini oluşturması ve daha önce Sarkozy yönetimi tarafından “üyelikle doğrudan ilişkili olduğu” gerekçesiyle bloke edilen başlıklardan biri olması da faslın açılmasını daha da önemli hale getirmektedir. Bugün müzakerelere açılan Ekonomik ve Parasal Politika faslı ile birlikte AB sürecinde açılan fasıl sayısı 15’e çıkmıştır.
Ekonomik ve Parasal Politika faslının müzakerelere açılması müzakere sürecine ivme kazandıracak ve aynı zamanda ülkemizin ekonomi alanında elini güçlendirecektir. Esasen Türkiye’nin AB ile ticari ve ekonomik bütünleşmesi ileri düzeydedir. Türkiye’nin dış ticaretinde AB’nin payı 2014 itibarıyla yüzde 40’tan fazladır. Aynı zamanda AB, Türkiye’nin en büyük doğrudan yabancı yatırım kaynağıdır. 2014’te AB’nin Türkiye’deki doğrudan yabancı yatırımlar içindeki payı yüzde 56’dır. Ekonomideki olumlu gelişmeler dış ticaret ve yatırımlara, dolayısıyla büyümeye de olumlu yansıyacaktır.
Ekonomik ve Parasal Politika faslının müzakerelere açılması olumlu bir gelişme olmakla birlikte, yeterli değildir. Müzakere sürecinde AB Konseyi kararı ile bloke edilen 8 fasıl ve Güney Kıbrıs’ın tek taraflı olarak bloke ettiği 6 faslın da açılabilmesi için gerekli koşullar oluşturulmalıdır. Bu ise hem Kıbrıs sorununda çözümün sağlanması, hem de Avrupa Komisyonu ve Üye Devletlerin müzakere sürecinin canlandırılması yönünde 29 Kasım Türkiye-AB Zirvesinde verdikleri sözleri yerine getirmelerine bağlıdır.
17. Fasıl Neleri Kapsıyor?
17. fasıl kapsamındaki müktesebatın temelini Merkez Bankasının bağımsızlığı, kamu sektörünün merkez bankası tarafından doğrudan finansmanının yasaklanması ve kamu kesiminin finansal kurumlara imtiyazlı erişiminin önlenmesi konuları oluşturmaktadır.
Merkez Bankası’nın tam bağımsızlığının sağlanmasına ilişkin olarak, 2001 yılında kabul edilmiş olan 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Kanunu’nda (TCMB) Değişiklik Yapılmasına Dair 4651 sayılı Kanun gereğince TCMB’nin yetkilerini kullanma ve görevlerini yerine getirme ilkesi bakımından tam bağımsızlığa sahip olması öngörülmüştür. Merkez Bankasının kurumsal ve mali bağımsızlığının mevzuatta ve uygulamada sağlanması bu fasıl kapsamında ele alınacaktır.
2006 yılı başından itibaren açık enflasyon hedeflemesi rejimine geçilmiş ve para politikasının şeffaflığı ve hesap verebilirliği artmıştır. Merkez Bankası’nın, AB müktesebatına uygun olarak kurumsal ve mali bağımsızlığına dair ilave uygulamalar için gerekli ek değişikliklerin katılım tarihinden bir yıl önce yapılması öngörülmüştür.
Fasıl, kapsadığı alanın yapısı itibarıyla Kopenhag Ekonomik Kriterleri ve bu kapsamda işleyen bir piyasa ekonomisinin varlığı ve Birlik içindeki rekabetçi baskılarla ve piyasa güçleriyle başa çıkabilme yeteneğinin yanı sıra, tek para politikası ve fiyat istikrarının korunması hedeflerine ilişkin ilkeleri de içermektedir.
Türkiye 17nci Fasıl Açısından Ne Ölçüde Uyumlu?
Genel olarak, Ekonomik ve Parasal Politika alanında Türkiye’nin AB müktesebatına kısmen uyumlu olduğu görülmektedir. Türkiye, ilgili mevzuatı uygulayabilecek ve mevzuattan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirebilecek organizasyonel altyapıya, insan kaynağına ve kurumsal kapasiteye sahiptir. Bununla birlikte, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı ilkesi ve kamu sektörünün finansal kuruluşlara imtiyazlı erişiminin engellenmesi ilkesine ilişkin birtakım uyumsuzluklar mevcuttur. Merkez Bankasının tam olarak bağımsızlığının sağlanamaması bu alanda sorun oluşturmakta ve fiyat istikrarına odaklanılması gerekmektedir.
2015 Türkiye İlerleme Raporunda Avrupa Komisyonu, 17nci Fasıl ile ilgili aşağıdaki adımların atılmasını öngörmüştür:
-Merkez Bankasının bağımsızlığına zarar verecek siyasi müdahalelerden kaçınılması
-Belirlenen tarihler içinde mali bildirim tabloları ve Ekonomik Reform Programının AB’ye sunulması
Diğer yandan, Avrupa Komisyonu 2014 raporunda, ayrımcı stopaj vergisi oranlarının kamu sektörü borçlanma araçlarını özel sektöre göre ayrıcalıklı kıldığı, bu durumun kamu sektörünün finansal kuruluşlara imtiyazlı erişiminin engellenmesi ilkesi ile uyumlu olmadığına işaret etmektedir. Ekonomi politikalarının oluşturulmasının plansız ve parçalı bir yapıda olduğu, Türkiye’nin, mali kuralın uygulamaya koyulmasını da içeren bütçe çerçevelerine ilişkin 85/2011 sayılı Yönerge ile uyum sağlamak için ciddi çaba sarf etmesi gerektiği de kaydedilmektedir.
Türkiye’nin AB’nin Ekonomik ve Parasal Politikası’na uyumu kapsamında Maastricht Kriterlerine uyum düzeyi oldukça yüksektir. Özellikle Kamu Açığının GSYİH’ye oranı ve Kamu Borç Stokunun GSYİH’ye oranı Maastricht kriterleri çerçevesinde öngörülen sınırların altında seyretmekte ve birçok üye ülkenin oranlarından daha iyi durumda bulunmaktadır. (Kamu açığının GSYİH’ye oranı yüzde 1,39 ve Kamu Borç Stokunun GSYİH’ye oranı yüzde 33,5’tdir. AB’nin verileri ise sırasıyla yüzde 3 ve yüzde 88,6) Ekonomik ve Parasal Politika çerçevesinde Türkiye’nin tek para birimi avroya geçmesi ise ancak üyelik tarihinden sonra Maastricht kriterlerine uyumu ile gerçekleştirmesi gereken bir gerekliliktir.
Ekonomik ve Parasal Politika faslının açılmasını takiben, açılması gündemde olan diğer fasılların da yakın zamanda müzakerelere açılmasını umuyoruz.
KASIM 2015: YENİ İKLİM ANLAŞMASI PARİS`TE
YENİ İKLİM ANLAŞMASI İÇİN 196 ÜLKE PARİS’TE
Yeni Anlaşmanın Amacı Nedir?
1997 yılında imzalanan Kyoto Protokolü halen bağlayıcılığı süren tek uluslararası metin. Ancak bugün sadece 38 ülke Kyoto’ya yönelik hedef belirlemiş durumda ve bu rakam dünyadaki toplam emisyonun sadece yüzde 12’si. İklim değişikliği alanında lider olma çabalarıyla bilinen AB’nin resmi açıklamalarında da Kyoto’nun uluslararası boyutta iklim değişikliği ile mücadelede yetersiz olduğunun vurgulandığını belirtmek gerekir.
Kyoto Protokolü 2020 yılında sona erecek. Dolayısıyla Paris’te imzalanması öngörülen yeni iklim değişikliği anlaşması Protokol’ün yerine geçip, 2020 yılı sonrasının iklim rejimini belirleyecek. Anlaşma ile, en temel amaç olarak, küresel ısınma artışını 2 derecede tutmak için emisyon azaltım ve iklim değişikliğine uyum politikasında tüm ülkeleri ortak paydada tutmak amaçlanıyor.
Gelinen noktada tam 196 ülkenin 30 Kasım-11 Aralık 2015 tarihinde BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 21’inci Taraflar Toplantısı’nda, bu anlaşmanın son halinin verilmesi bekleniyor. Paris’te atılacak imzalar, sadece devlet liderlerini değil, iş dünyasını, sivil toplumun bundan sonraki çalışmalarını ve en önemlisi vatandaş düzeyinde hepimizi ve tüm ekosistem ve canlıları ilgilendiriyor.
Anlaşmadaki En Kritik Konular Neler?
1.Bilindiği gibi Kyoto Protokolü 2020 yılına kadar uzatıldı. Yani yeni bir iklim rejimini şekillendirecek yeni bir metin için sadece 4 yıl kaldı. Kyoto Protokolü’nün eksiklikleri de gündemdeyken, bu çok önemli 4 yılın nasıl geçeceği önemli bir soru. Belirtildiği gibi, Kyoto Protokolü’nü sadece 38 ülke sahiplenmiş durumda. Toplamda 196 ülke olduğunu düşünürsek bu sayı çok düşük kalıyor. Dünyadaki en büyük krileticiler olarak ABD gibi ülkelerin Protokol’ü onaylamaması da büyük bir sorun. Yani anlaşmanın ülkeler üzerinde “bağlayıcı” bir metin olması gerekiyor.
2.Yeni anlaşma için belirtilen emisyon azaltım hedefleri de en önemli konu. BMİDÇS’ye taraf olan 196 ülkenin 177’si ulusal emisyon azaltım beyanlarını (INDCs) BM’ye sunmalarına rağmen (ki bu sayı küresel emisyonların yüzde 95’i), bu beyanların yetersiz olacağı açıklanıyor. Daha da belirgin açıklamada Paris öncesi mevcut politikalar durumu şu şekilde özetliyor:
G20 ülkeleri de dahil, bugün 177 ülkenin ulusal beyanları, emisyonlarda azalmaya imkan verse de, bu azalmanın yavaş olacağı, uzun vadede azaltım politikalarında yetersiz bir senaryo çizdiği ve tam anlamıyla hedefler tutturulsa da, küresel ısınmanın 2 dereceyi aşabileceği hesaplanıyor.
Ayrıca açıklanan ulusal emisyon beyanları da birbirinden olukça farklı. Örneğin AB 2030 yılına kadar 1990 yılına göre yüzde 40, ABD 2025 yılına kadar 2005 yılına göre yüzde 26, Çin ise 2020 yılına kadar 2005 yılına göre emisyonlarını yüzde 40 ila 45 oranında azaltma taahhütünü açıkladı. Dolayısıyla anlaşmada emisyon azaltım konusunda ortak paydada oluşturulacak politikalar en önemli kısımlardan biri.
3.Yoksul ve gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliği ile mücadelede sergileyecekleri uyum grafikleri de bu ülkelere aktarılacak finansal yardımların içeriğine bağlı olacak. Bu konuda önceki müzakere toplantılarında karara bağlanan “Yeşil İklim Fonu” için 2020 yılına kadar her yıl gelişmiş ülkelerin 100 milyar ABD Doları para aktarma taahhütü sürüyor. Bu fon için 2014 yılında 62 milyar toplanmış durumda (OECD&Climate Policy Initiative Report). Uluslararası Enerji Ajansı’na göre ise önümüzdeki istenilen seviyede ilerlemek için önümüzdeki 15 yıl içinde sadece yenilenebilir ve enerji verimliliği yatırımları için 13,5 trilyon dolar gerekiyor.
4.Kyoto Protokolü üzerinden gelişen emisyon ticaret sistemlerinin ne kadar etkili olduğu ise hala tartışma konusu. Özellikle 2008 yılında yaşanan ekonomik ve mali krizde etkilenen AB’nin, kendi içinde kurduğu ve dünyanın en büyük karbon pazarı olan AB Emisyon Ticaret Sistemi’nin (AB ETS) çöküşe doğru sürüklenmesiyle netleşti.
Kyoto Protokolü karbon ticaretini kuran ilk uluslararası metin. Ülkeler Protokol kapsamında 2008-2012 dönemi için 1990 yılına göre emisyonlarını yüzde 5 oranında azaltma hedefini onayladı. AB ETS’de olduğu gibi, AB ETS kapsamına giren şirketler, emisyonlarını karbon ticareti üzerinden sınırlamakta. Şirketler için belirlenen emisyon salınımını aşan bir şirket, salınımı az olan diğer şirketten karbon kredisi almakta. AB, mevcut süreçte yeni bir reform süreciyle AB ETS’nin etkinliğini artırıcı önlemleri yasal sürecinden geçirdi ve yeni reform “Pazar İstikrar Reservi” (Market Stability Reserve-MSR) adı altında 1 0cak 2019 tarihinde uygulanmaya başlayacak.
Hangi Sektörler Etkilenecek?
Kyoto Protokolü gibi yeni anlaşmanın da hemen hemen tüm sektörleri etkilemesi bekleniyor. Başta sanayi ve enerji üreten ve tüketen sektörler olmak üzere, inşaat, tarım, elektrik ve ulaştırma sektörleri anlaşmada yer alacak hedefler doğrultusunda ciddi revizyon sürecine girmesi gerekecek sektörler olacak.
Paris’te AB’nin Pozisyonu Nedir?
AB’nin halihazırda 2020, 2030 ve 2050 hedefleri bağlayıcılığını sürdürüyor. AB’nin İklim ve Enerji Paketi kapsamında emisyonlarını yüzde 40 oranında azaltacağını açıkladı. Bu azaltım oranı aynı zamanda yeni iklim anlaşması için de geçerli.
AB ETS ise AB’nin iklim değişikliği politikasının can damarı. Ancak yeni reform süreciyle beraber AB ETS’nin etkinliği için 2019 yılını beklemek gerekiyor.
Son olarak Avrupa Komisyonu tarafından Paris için AB’nin pozisyonu bağlayıcı olan hedefleri dışında daha resmi bir dille açıklandı. AB’nin Paris’teki talebi şu:
• Anlaşma küresel uzun vadeli bir vizyona sahip olmalı.
• Ortak ve iddialı hedefleri içermeli ve bunun temini için güçlü bir küresel koordinasyon mekanizması oluşturulmalı.
• Ölçülebilir ve şeffaf kurallar hakim olmalı.
Paris’te Türkiye’nin Pozisyonu Nedir?
Türkiye, ulusal emisyon azaltım hedefini 30 Eylül 2015 tarihinde BMİDÇS’ye 2030 yılına kadar yüzde 21 olarak sundu. Türkiye’nin yıllık emisyon salınım miktarı 2013 yılında 459,1 milyon ton karbondioksit olarak açıklandı ve en büyük emisyon salınımı yüzde 67,8 ile enerji, yüzde 15,7 ile sanayi ve ürün kullanımı, yüzde 10,8 ile tarım ve yüzde 5,7 ile atık sektörü oluşturuyor. 1990 yılına göre ise Türkiye’nin emisyon salınımı yüzde 110,4 arttı (TÜİK, Mayıs 2015). Kyoto Protokolü kapsamında olduğu gibi ve yeni anlaşmada da bu sektörler oldukça gündemde olacak.
Öte yandan yeni anlaşmayı imzalaması gereken Türkiye’de etkilenecek sektörler hali hazırda AB ile yürütülen müzakereler çerçevesinde mevzuat uyumu içinde oldukça zorlanmakta. Buna ek olarak yeni iklim değişikliği anlaşmasının ekleyeceği değişim yükü, Türkiye’de şu soruları akla getirmesi gerekiyor: Sektörler yeni anlaşma ile revizyona hazır mı? İklim değişikliği stratejik alt departmanları kuruldu mu? Kurulacak mı? Maliyet analizleri hesaplandı mı?
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
KASIM 2015: AB-TÜRKİYE ZİRVESİ
İKV BASIN AÇIKLAMASI
30 KASIM 2015
AB VE TÜRKİYE ZİRVESİNİN SONUÇLARI MÜZAKERE SÜRECİNİN CANLANDIRILMASI İÇİN BİR FIRSAT SUNMAKTADIR
AB Konsey Başkanı Donald Tusk’ın daveti üzerine toplanan AB-Türkiye Zirvesinde, göç krizinin kontrolünde iki taraf arasında işbirliği ve bunun yanında, ikili ilişkileri canlandırmak için atılacak adımlar görüşülmüştür.
AB’ye yönelen ve büyük ölçüde Türkiye üzerinden ilerleyen göçün kontrol altına alınması konusu, Türkiye-AB işbirliği açısından yeni bir başlangıç yapma fırsatı sunmaktadır. AB’nin Türkiye’den göçün kontrol altına alınmasına yönelik beklentileri karşılığında, müzakere sürecinin yeni fasılların açılması ile canlandırılması; 17. Fasıl olan Ekonomik ve Parasal Politika faslının açılması ve diğer fasılların açılmasına yönelik hazırlıkların yapılması; vize serbestisi için Ekim 2016’nın hedeflenmesi; iki taraf arasında yılda iki kez düzenli zirve gerçekleştirilmesi; Yüksek Ekonomi Diyaloğunun başlatılması ve gümrük birliğinin güncellenmesi ile ilgili görüşmelerin 2016 sonunda başlatılması gibi adımların yanı sıra, 3 milyar avro tutarında ek mali yardımın sağlaması söz konusudur.
İlişkilerde yeni bir başlangıç yapılması sevindiricidir. Başbakanımızın Türkiye’nin AB üyelik hedefini vurgulaması ve Avrupa ailesine ait olunduğu yönündeki sözlerinin yanında, AB Konseyi ve Komisyon Başkanlarının Türkiye’nin aday ülke olduğunu ifade etmeleri ve ilişkilerin göç konusundan çok daha geniş olduğunu vurgulamaları umut vericidir. Mülteci krizi vesilesiyle, ilişkilerin canlandırılması için ortaya çıkan bu fırsatın iyi değerlendirilmesi, etkin teknik ve idari işbirliğinin yanında, Türkiye’nin demokrasi ve özgürlükler alanındaki reformlara devam etmesine bağlıdır.
Bunun yanında, mülteci krizinin çözümü için Suriye’deki savaşın tüm tarafların katılımı ve uluslararası aktörlerin insani müdahalesi ile biran önce bitirilmesi elzemdir. Bu açıdan Antalya’daki G20 Zirvesinde terör ve göç meselesi konusunda ortak bir yaklaşım benimseyen ülkelerin, sözlerini uygulamaya da geçirmeleri gerekmektedir.
Bu çerçevede İKV olarak Türkiye’yi AB üyelik hedefine yakınlaştıracağını umduğumuz tüm bu süreçleri desteklemekle birlikte aşağıdaki noktaların üzerinde de önemle durmak isteriz:
1-AB katılım müzakerelerinde 17. Faslın açılması olumlu bir gelişmedir. Ancak bu faslın açılması yaklaşık 1 senedir gündemdedir. Dolayısıyla yeni bir adım değildir. Sürecin canlandırılması Enerji, Yargı ve Temel Haklar, Adalet, Özgürlük ve Güvenlik gibi kritik fasılların açılması, Gümrük Birliği ile ilişkili olarak görülerek ve bazı üye ülkelerce askıya alınan fasılların açılması ve fasılların geçici olarak kapatılabilmesine bağlıdır. Kıbrıs meselesinde 2016 içinde bir çözüm sağlanması müzakerelerde 14 faslın önündeki engelleri kaldırarak açılabilmelerini mümkün kılacaktır. Ayrıca fasılların geçici olarak kapatılmasını engelleyen 2006 tarihli karar da kalkacağı için müzakerelerde reel bir ilerleme sağlanabilecektir. Bu açıdan son aşamasına gelen Kıbrıs görüşmelerine hassasiyetle eğilinmeli ve motive edici destek verilmelidir.
2-AB ve Türkiye arasında düzenli zirvelerin yapılması da olumludur. Bu şekilde ikili konuların görüşülerek, en üst düzeyde karara bağlanması mümkün olacaktır. Bu daha önce başlatılan üst düzey diyalog süreçlerini de tamamlayacak bir gelişmedir. Ancak bu zirvelerin işleyen bir müzakere süreci çerçevesinde gerçekleştirilmesi gerekir.
3-Mülteci krizinin kontrol altına alınmasında, işbirliği elzemdir. Ancak bu süreçte, etkin bir işbirliği yük paylaşımını gerektirir. AB’nin özellikle haklı iltica taleplerini karşılaması, bunun yanında teknik ve mali destek sağlaması önemlidir. Geri Kabul anlaşmasının yürürlüğe girmesi ile Türkiye’den AB’ye geçtiği tespit edilen düzensiz göçmenlerin iadesi söz konusu olacaktır. Bu Anlaşmanın başarılı bir şekilde işlemesi için gerekli hukuki, fiziksel ve idari altyapının oluşturulması şarttır. Aksi takdirde, Türkiye’nin yükümlülüklerini yerine getirmesi çok zor olacaktır. Esas çözüm, bu süre zarfında, Suriye’deki ateşi söndürmek ve yeni bir düzen yaratarak, Suriyelilerin geri dönmelerinin de mümkün olmasını sağlamaktır.
4-AB Türkiye Zirvesinden vize serbestisine ilişkin tarih çıkması olumlu bir gelişmedir. Ancak Geri Kabul Anlaşmasının imzalanması ile başlamış olan vize serbestliği sürecinin vizelerin kaldırılması ile sonuçlanması için Türkiye’nin yerine getirmesi gereken 72 kriter bulunmaktadır. Bu kriterler arasında öne çıkanlar şu şekilde özetlenebilir.
-Geri Kabul Anlaşmasının etkin bir şekilde uygulanması;
-Kullanımda olan pasaportların, parmak izi de içeren biometrik hale dönüştürülmesi;
-Pasaport ve vizelerde belge güvenliğinin sağlanması ve bu alanda AB ile işbirliğinin artırılması;
-Yasadışı geçişleri engelleyecek şekilde sınır kontrollerinin etkin şekilde yapılması ve bu konuda üye ülkeler ve ilgili AB kurumları ile işbirliğine gidilmesi;
-Entegre sınır yönetimi stratejisinin uygulanması;
-Sınır yönetimi, vize, gümrükler, geçiş belgeleri gibi alanlarda yolsuzlukla etkin mücadele edilmesi;
-Uluslararası mülteci hukukuna uyum sağlanması;
-Özellikle göç veren ülkeler için sınırda vize uygulamasının kaldırılması; damga vize yerine sticker vize uygulamasına geçilmesi, havaalanı transit vize uygulamasının başlatılması;
-Türkiye’nin vize politikası ve mevzuatının AB ile uyumlaştırılması;
-Cenevre Sözleşmesine getirdiği coğrafi çekincenin kaldırılması ve uluslararası koruma sağlanması (ki Türkiye bu maddenin ancak AB üyeliği ile gerçekleşebileceğini not etmiştir);
-Mülteci statüsünün belirlenmesi için uzmanlaşmış bir birim oluşturulması;
-Mülteci statüsü verilen kişilerin kendi kendilerine yetebilmeleri, kamu hizmetlerine erişimi, sosyal hakları ve entegrasyonlarının sağlanması;
-Yabancıların ülkeye girişi, kalışı ve çıkışı ile ilgili kuralların AB ile uyumlaştırılması;
-Düzenli ve yasadışı göç ile ilgili veri toplanması ve göç akınları gözetim mekanizması oluşturulması;
-Organize yasadışı göçün soruşturulma kapasitesinin oluşturulması;
-Yasadışı göçün kaynaklandığı ülkeler ile geri kabul anlaşmaları imzalanması;
-Yasadışı olarak kalan veya transit yapan göçmenlerin sınır dışı edilmesi ve AB tarafından iade edilenlerin kalışları ve geri gönderilmeleri için uygun kapasitenin oluşturulması;
-Organize suç ile mücadele ulusal stratejisi ve eylem planının uygulanması;
-Avrupa Konseyi Sözleşmesi ve AB standartları uyarınca insan kaçakçılığı ile etkin mücadele edilmesi;
-Siber suçlar ve terörün finansmanı ile ilgili Avrupa Konseyi sözleşmelerinin imzalanması;
-Cezai konularda adli işbirliği ile ilgili uluslararası sözleşmelerin imzalanması;
-OLAF, EUROPOL, EUROJUST gibi AB kurumları ile işbirliği, MASAK’ın ilgili AB ajansları ile işbirliği;
-AB standartları uyarınca kişisel veri koruma mevzuatının oluşturulması;
-Türk vatandaşları için hiçbir ayrım ve kısıtlama olmaksızın serbest dolaşımın sağlanması, Türk vatandaşlığı edinme koşulları ile ilgili bilgi sağlanması.
Türkiye’nin vize serbesti sürecinde bu kriterleri yerine getirmekte gerekli adımları atması AB’nin kolaylaştırıcı bir tavır benimsemesine de bağlı olarak vizelerin kaldırılmasını mümkün kılacaktır.
5-Yukarıda ifade edildiği gibi müzakerelerin hızlandırılması Türkiye-AB ilişkilerinin ilerlemesi açısından en temel alanı oluşturmaktadır. Ancak müzakerelerde yeni fasıllar açılmasının ötesinde, sürecin üyelik hedefine doğru ilerlemesi için siyasi kriterlerin karşılanması ve son raporda tespit edilen ifade özgürlüğü ve gösteri özgürlüğü gibi alanlardaki gerilemelerin önüne geçilmesi gerekmektedir.
AB’nin mülteci krizi ile ilgili olarak Türkiye’ye duyduğu ihtiyaç ilişkilerde bir canlanmayı mümkün kılmıştır. Ancak Türkiye’nin AB’ye tam üye olması ve karar almada hak ettiği yeri alabilmesi için mutlaka siyasi kriterleri yerine getirmesi ve AB değerlerine uyum sağlaması gereklidir. Son günlerde yaşadığımız gazetecilerin tutuklanması gibi uygulamalar AB adaylığı hedefi ile çelişmekte ve Avrupa değerlerinden uzaklaşma anlamına gelmektedir.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
EKİM 2015: MERKEL ZİYARETİ
İKV BASIN AÇIKLAMASI
17 EKİM 2015
TÜRKİYE-ALMANYA ORTAKLIĞI AB MÜZAKERE SÜRECİNE DE YANSIMALIDIR
Almanya Başbakanı Angela Merkel 18 Ekim 2015 tarihinde terör, Suriye’deki gelişmeler ve mülteci sorununun öne çıktığı bir gündem ile Türkiye’yi ziyaret edecek, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu ile bir araya gelecek. Ziyaret öncesinde yapılan değerlendirmeler ivedilikle çözüm bekleyen konuları kapsasa da, Türkiye-Almanya ilişkilerinin bu konuların ötesine geçen ve ülkemizin AB üyelik sürecini doğrudan etkileyen bir konumda olduğu biliniyor.
Oldukça eskiye dayanan Türkiye-Almanya ilişkilerinde bugün gelinen noktada Almanya ülkemizin ekonomi ve ticaret alanında en önemli ortağı olmayı sürdürmektedir. Türkiye ithalatının ve ihracatının yaklaşık onda birini Almanya ile yapmaktadır. Türkiye pazarına büyük sermayelerle giriş yapan uluslararası şirketlerin menşeine bakıldığında sayısı 6 bini aşan şirketle ülkemize en fazla yatırımın Almanya merkezli şirketlerden kaynaklandığı ortaya çıkmaktadır. Türk - Alman ilişkilerini farklı kılan bir başka unsur Almanya'yı yurt edinen 2,5 milyondan fazla Türk asıllı vatandaşın bulunmasıdır.
Türkiye-Almanya ilişkilerindeki bu güçlü tablo ne yazık ki ülkemizin AB müzakere sürecinde karşılığını bulamamaktadır. Bunun en önemli sebeplerinden birisinin Almanya Başbakanı Merkel ve partisinin Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olan sert tutumudur. Göreve geldiği günden bu yana Almanya Başbakanı ve onun görüşlerini paylaşanlar ‘Türkiye’nin AB üyeliği konusunda yaklaşımı müzakere sürecinin yürütülmesini açıkça engellememek, ancak Türkiye’nin AB üyeliğini onaylamadığını belirtmek’ olarak özetlenebilecek bir politika izlemektedirler. Nitekim 2007 yılının ilk yarısında “İşletme ve Sanayi”, “İstatistik” ve “Mali Kontrol” fasıllarının müzakerelere açıldığını, böylece Almanya’nın Türkiye ile müzakerelerde en fazla fasıl açan AB Dönem Başkanı unvanını korumakta olduğunu hatırlatalım. Öte yandan daha bir hafta önce Başbakan Merkel’in Almanya’da bir televizyon programında Türkiye’nin üyeliğine halen karşı olduğu yönümdeki açıklaması ise hafızalarda.
• Alman kamuoyunda Türkiye’nin Avrupalılığı ve AB üyeliğine yönelik şüpheci yaklaşımlar,
• Almanya’da yerleşik bulunan Türkiye kökenli nüfusun entegrasyonu ile ilgili olarak, uzun yıllar “Gast Arbeiter” olarak görülmelerinden kaynaklanan sorunlar
• Türkiye’nin üyeliği halinde oluşabilecek yeni göç akınları ile ilgili gerçeği yansıtmayan iddialar,
• Alman basınının Türkiye ile ilgili yansıttığı olumsuz imaj,
• Almanya’da Hıristiyan Demokrat geleneğin din konusundaki tutucu yaklaşımı,
• AB’nin son yıllarda krizler sebebiyle içe dönerek, genişleme sürecine temkinli yaklaşması
Tüm bu unsurlar Türkiye’nin üyeliği konusunu Almanya’da tartışmalı hale getirmekte ve siyasetçilerin bu konuda ileriye yönelik adım atmalarını engellemektedir. Hem Almanya’nın kendi öncelikleri, hem de AB’nin içinde olduğu sorunlar Türkiye’ye olumlu bir perspektif sunulmasını önlemektedir. Öte yandan, krizleri fırsata dönüştürmeyi bilen AB, mülteci krizi gibi acil sorunların uzun vadeli çözümlerinde Türkiye’nin de mutlaka resmin içinde olması gerektiğini artık kabul etmelidir.
Bugün Türkiye’yi, AB’yi ve Almanya’yı ortak bir paydada buluşturan sorunların başında Suriye’de yaşananlar ve mülteci krizi gelmektedir. Uluslararası Göç Örgütü’nün verilerine göre bu yıl içerisinde büyük kısmı Türkiye üzerinden olmak üzere 600 binden fazla göçmen AB ülkelerine ulaşmıştır. Almanya’nın göçmenler konusunda diğer AB ülkelerine kıyasla daha yapıcı bir politika izlediği, bu yıl 800 bin göçmen ve mülteci almayı planladığı biliniyor. Öte yandan göçmenlere sınırlarını açan ve diğer AB ülkelerini de bu yükü paylaşmaya çağıran Almanya’ya Schengen Alanı’na zarar verdiği iddiasına kadar varan çok sayıda eleştiri de yapıldı. Geçtiğimiz hafta Brüksel’e resmi ziyaret gerçekleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunulan mülteci krizine ilişkin taslak Eylem Planı, AB liderleri tarafından bugün ve yarın düzenlenen Zirve Toplantısı’nda ele alınacak. Kısaca Türkiye’ye daha fazla mali ve idari destek verilmesi, insan kaçakçılığı ile koordineli mücadele edilmesi, Türkiye’nin sahil şeridi kontrollerine destek verilmesi gibi önemli maddeleri içeren Eylem Planı’nın kabul edilmesinin hemen ardından gerçekleşecek olan Almanya Başbakanı’nın Türkiye ziyareti, Almanya’nın ve AB’nin mülteci krizinde vakit kaybetmeden hareket etmek istediklerinin açık bir göstergesidir.
İKV: “Gelişmeler bir kez daha AB üyeliği yolunda ilerleyen, sorunlara AB ile birlikte çözüm geliştiren bir Türkiye’nin önemini ortaya koymaktadır.”
Almanya Meclisi’nde gündeme gelen ve Türkiye’deki 1 Kasım seçimleri öncesinde yapılması nedeniyle eleştirilen Pazar günü gerçekleşecek ziyaretin sonuçlarının yakın takipçisi olacağız. Ancak bu acil ziyaret bizlere bir kez daha Almanya ile Türkiye arasında güçlendirilmiş diyaloğun ve Türkiye’nin AB katılım sürecinin önemini hatırlatmaktadır. Bugün tarafların acil çözüm için çırpındıkları mülteci sorunu, Suriye’deki gelişmeler, terör ve bölgedeki sorunların orta ve uzun vadede getireceği sonuçlar da düşünülerek hareket edilmelidir. Gelişmeler bir kez daha AB üyeliği yolunda ilerleyen, sorunlara AB ile birlikte çözüm geliştiren bir Türkiye’nin önemini ortaya koymaktadır. 2005 yılından beri Almanya’nın en önemli koltuğunda oturan Başbakan Merkel’in Türkiye’nin AB üyeliğiyle ilgili yapıcı olmaktan uzak söylemi yerine Türkiye-Almanya ilişkilerini güçlendirecek ve bu sinerjiyi AB sürecine yansıtacak bir tavır sergilemesini beklemekteyiz.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
EKİM 2015: MÜLTECİ PAZARLIĞI
İKV BASIN AÇIKLAMASI
16 EKİM 2015
İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu:
“Sap ile Saman Karıştırılıyor”
Türkiye ile AB arasındaki mülteci pazarlığında sona gelindi. Taraflar arasında uzun süre devam eden müzakereler sonrasında, mülteci krizi ile mücadelede kullanılmak üzere 3 milyar avro yardım, Türk vatandaşlarına yönelik vize serbestliği diyaloğunun hızlandırılması ve 5 başlığın müzakerelere açılması karşılığında Türkiye, mülteci krizi ile mücadelede aktif rolü almayı kabul etti.
Konu ile ilgili açıklamalarda bulunan İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, teknik müzakere sürecine ilişkin konuların, mülteci krizi ile mücadele konusunda Avrupa tarafından pazarlık malzemesi haline getirilmesinin yanlış bir yaklaşım olduğunu söyledi: “50 yıldır Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerini yakından takip eden bir sivil toplum örgütü olarak, sadece vize sorununun değil, 2015’te 10’ncu yılını geride bırakmaya hazırlandığımız Türkiye-AB üyelik müzakereleri sürecinin de, mülteci krizi ile mücadele pazarlığında Avrupa tarafından koz olarak kullanılmasını doğru bulmuyorum”.
İKV Başkanı Zeytinoğlu: “Sap ile saman karıştırılıyor”
Doğru ve adil işleyen üyelik müzakereleri sürecinde, başlıkların açılmasının veya aday ülke vatandaşlarına vizesiz seyahat imkânı tanınmasının, sürecin doğası gereği olduğunu vurgulayan Başkan Zeytinoğlu, “bugün geldiğimiz noktada görüyoruz ki, müzakere sürecinde çok daha önce açılması gereken başlıklar ve vatandaşlarımızın uzun yıllardır hak ettiği ancak kullanamadığı vizesiz seyahat imkânı, Türkiye’nin mülteci krizi ile mücadelede daha aktif bir rol üstlenmesi ile sağlanabilmektedir. Burada sap ile samanının karıştırılmaması gerekir. Eğer müzakere süreci doğru ve adil şekilde işleseydi, zaten bu başlıklar açılır, vatandaşlarımız bugün AB üye ülkelerine vizesiz seyahat ediyor olurlardı” dedi.
Açılması öngörülen başlıklara da dikkat çeken Başkan Zeytinoğlu, “Bugün masada Enerji; Yargı ve Temel Haklar; Adalet, Güvenlik ve Özgürlük; Dış, Güvenlik ve Savunma Politikaları ile Ekonomik ve Parasal Politika başlıklarının açılması var. Hatırlayacaksınız uzun bir süredir hem Türkiye, hem de AB tarafında bu başlıkların açılması çağrısı yapılıyordu. Fakat bu çağrılar maalesef ki olumlu sonuçlanmamıştı. Ne değişti de bugün AB, bu başlıkların müzakerelere açılmasına yeşil ışık yakıyor?” dedi.
Başkan Zeytinoğlu: “AB’nin ne kadar yanlış bir Türkiye politikasına sahip olduğunu bir kere daha gördük”
Geçtiğimiz 10 günde yaşanan gelişmelerin ve mülteci pazarlığında varılan uzlaşının önümüzdeki dönemde Türkiye’nin AB üyelik sürecine ivme kazandırma ihtimali olduğunu vurgulayan Başkan Zeytinoğlu şöyle devam etti: “Hiç şüphesiz bu gelişmeler, ülkemizin AB üyelik müzakereleri sürecinde eksikliğini uzun süredir gördüğümüz dinamizmi yeniden kazandırma potansiyeline sahip. İsterdik ki bu dinamizm, bu tür krizler vesilesiyle değil tarafların birbirine olan ihtiyaçları aracılığıyla ve müzakereler çerçevesinde gelişseydi. Ancak bu yaşananlar bir kere daha AB’nin ne kadar yanlış bir Türkiye politikasına sahip olduğunu bizlere gösterdi. Mülteci krizi ile her geçen gün daha fazla yüzleşmek zorunda olan Avrupa, bir kere daha çareyi Türkiye’de arıyor. Hâlbuki bizler, Avrupa’nın sorunlarına ‘Türkiyesiz’ çözüm üretilemeyeceğini sürekli olarak dile getiriyoruz. Mülteci krizi de bunun en güncel ve en somut örneği. Brüksel’de dün saatler süren Liderler Zirvesi sonrasında Avrupa Komisyonu Başkanı Juncker, uzlaşıyı ‘tam bir başarı’ olarak nitelendiriyor. Evet, Avrupa istediğini almayı başardı. Son ana kadar elinde tuttuğu kozları ileriye sürerek amacına ulaştı. Ancak 50 yılı aşkın bir maziye sahip olan Türkiye-Avrupa ilişkileri açısından bunu bir ‘başarı’ olarak adlandırmak zor”.
Başkan Zeytinoğlu: “Bugün dünyada her 122 kişiden 1’i mülteci. Bu bölgesel değil, küresel bir sorun”
Birleşmiş Milletler’in Haziran 2015 tarihinde yayımladığı 2014 yılına ilişkin küresel eğilimler raporunda, dünya çapında mültecilerin sayısının 60 milyonu aşarak tarihin en yüksek seviyesine ulaştığını da hatırlatan İKV Başkanı Zeytinoğlu, mülteci krizinin sadece Türkiye’nin veya Avrupa’nın sorunu olmadığını, artık küresel bir sorun haline geldiğini söyledi ve Kasım ayında Antalya’da toplanacak G20 ülke liderlerinin, bu konuyu acilen gündeme almaları gerektiğini hatırlattı. Başkan Zeytinoğlu şunları söyledi: “Birleşmiş Milletler’in raporu çok çarpıcı. Bugün dünyada 60 milyonun üzerinde mülteci var. Bu demek ki, her 122 kişiden 1’i mülteci, yerinden edilmiş kişi veya sığınmacı. Bu kişiler bir ülke olsaydı, dünyanın en kalabalık 24’üncü ülkesini oluşturacaklardı. Dolayısıyla bugün coğrafyamızda karşı karşıya olduğumuz sorun, sadece Türkiye’nin veya AB’nin sorunu değil; küresel bir sorun. Bu küresel soruna küresel çözüm üretmek gerekir. Bunun için de öncelikle, insanların vatanlarını terk etmek zorunda kaldığı ülkelerdeki istikrarsızlığın ortadan kaldırılması gerekiyor. Önümüzdeki ay Antalya’da G20 Zirvesi gerçekleştirilecek. Dünya nüfusunun yüzde 67’sini, küresel ekonominin ise yüzde 85’ini yöneten ülkelerin liderleri bir araya gelecek. Ümit ediyorum ki G20 Liderler Zirvesinde, giderek daha yakıcı bir hal almaya devam eden mülteci sorunu da ciddi şekilde ele alınır ve dünya liderleri, sadece mali yardımın ötesinde, çözüm üretmek için gerekli iradeyi gösterir”.
İKV Başkanı Zeytinoğlu: “Pazarlıkta ele alınan vize muafiyeti, vizelerin kalktığı anlamına gelmiyor”
1980’li yıllardan bu yana, ülkemiz vatandaşları için deyim yerinde ise bir eziyete dönüşmüş olan AB üye ülkelerinin zorunlu vize uygulamasının, taraflar arasında uzlaşılan mülteci pazarlığı sonrasında yeni bir aşamaya girdiğini vurgulayan İKV Başkanı, bunun vizesiz seyahat anlamına gelmediğine de özellikle dikkat çekti: “Türkiye, AB ile neredeyse 10 yıl boyunca müzakere ettiği Geri Kabul Anlaşmasını Aralık 2013 tarihinde imzaladı. Söz konusu anlaşma ile taraflar, haksız vize uygulamasının nihai çözümüne yönelik yepyeni bir maceraya yelken açtı. Kriterler belirlendi ve Türkiye’nin bu kriterlere uyumu doğrultusunda bir yol haritası oluşturuldu. Şimdi söylenen bu sürecin hızlandırılacağı. Vize serbestliği diyaloğunun başlamasının üzerinden neredeyse iki yıl geçti; herhangi bir değişiklik yok. Eğer Avrupa Türkiye’ye süreci hızlandırmayı vaat ediyorsa, bunun mutlaka kayda geçirilmesi, takip edilmesi ve samimi şekilde uygulanması gerekiyor.”
2013 yılında başlayan süreç ile halihazırda Türkiye’nin, entegre sınır yönetimi, geri kabul mekanizması, göç idaresi gibi birçok alanda AB’ye taahhütlerde bulunduğunu da hatırlatan Başkan Zeytinoğlu, Türkiye’nin kendi sınırlarını daha etkin şekilde koruyabilmesinin, her şeyin ötesinde ülke güvenliği açısından bir zorunluluk olduğunu hatırlattı ve bu alanda AB ile işbirliğinin önemli olduğunu söyledi.
Başkan Zeytinoğlu: “İşbirliği sadece bu alanda sınırlı kalmamalı. Terör alanına da yansımalı”
Varılan uzlaşının Türkiye ile AB arasında mülteci krizi ile mücadele de yakın işbirliği getireceğini ifade eden Başkan Zeytinoğlu, başta terör olmak üzere diğer alanlarda da AB ile işbirliklerinin artırılması gerektiğini söyledi: “Önümüzdeki dönemde mali yardımın ötesinde, mülteci krizi ile mücadele de AB, üye ülkeler ve Avrupalı kurumlar ile daha yakın bir işbirliği olacak. Fakat bu işbirliğinin sadece bu alanla sınırlı kalmaması gerekiyor. Mülteci krizi ile mücadelede olduğu gibi terörle mücadele alanında da AB’nin Türkiye ile yakın işbirliğine girmesi çok önemli. Bu çerçevede kimi AB üye ülkelerinin terör örgütlerine verdikleri desteği acilen sonlandırmaları, hem taraflar arasındaki samimiyet ve güven, hem de sorunlu ülkelerdeki istikrarsızlığın sona erdirilmesi için kritik bir öneme sahip”
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
EKİM 2015: MÜLTECİ VE VİZE PAZARLIĞI
İKV BASIN AÇIKLAMASI
15 EKİM 2015
Mülteci Pazarlığı Kızışıyor: Avrupa’nın Yeni Kozu Vize mi?
Türkiye ile AB arasında mülteci pazarlığı kızışıyor. Avrupa, yüz yüze kaldığı en büyük mülteci krizi ile mücadelede Türkiye’ye 1 milyar avroluk yardımın ardından şimdi de vize kozunu oynamaya hazırlanıyor.
Bilindiği üzere Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın 4-6 Ekim 2015 tarihlerinde Brüksel'e yaptığı resmi ziyarette ana gündem maddesini mülteci krizi oluşturmuştu. Ziyarette AB yetkilileri, Türkiye'ye mülteci krizi ile mücadelede 1 milyar avroluk bir yardım paketini öngören taslak göç eylem planı sunmuş; Türkiye ise konunun taraflar arasında oluşturulacak bir çalışma grubunca ele alınmasını gündeme getirmişti.
Söz konusu çalışma grubunda devam eden müzakerelerde ise, mülteci krizi ile mücadele için mali yardımın yanı sıra Türk vatandaşlarına vize kolaylığının gündeme geldiği anlaşılmaktadır.
İKV: “Gelinen noktada aceleci, kısa vadeli ve öngörüden uzak bir yaklaşımla karşı karşıyayız”
Türk vatandaşlarına yönelik haksız vize uygulaması konusunda uzun yıllardır mücadele veren İKV olarak tartışmada gelinen noktayı aceleci, kısa vadeli ve öngörüden uzak bir yaklaşımın sonucu olarak gördüğümüzü ifade etmek isteriz.
1980’li yıllardan bu yana, ülkemiz vatandaşları için deyim yerinde ise bir eziyete dönüşmüş olan AB üye ülkelerinin zorunlu vize uygulamasının gelinen noktada AB tarafından Türkiye'nin önüne bir koz olarak sürülmesini kesinlikle doğru bulmuyoruz.
Unutulmamalıdır ki;
Bu alanda yürütülmekte olan hukuki mücadele, en az vize mağduriyeti kadar eski bir geçmişe dayanmakta olup, ülke vatandaşlarımız Avrupa'nın en yüksek yargı organlarında dahi hukuki kazanımlar elde etmiştir. Ne yazık ki mahkeme salonlarındaki kazanımlarımız, 2013 yılında yine bir mahkemede alınan kararla kesintiye uğramış ve Türkiye, AB ile neredeyse 10 yıl boyunca müzakere ettiği Geri Kabul Anlaşmasını Aralık 2013 tarihinde imzalamıştır. Söz konusu anlaşma ile taraflar, bu haksız uygulamanın nihai çözümüne yönelik yepyeni bir maceraya yelken açmıştır.
Bu yeni yolda ilk dönemeç, geçen sene bu zamanlar alınmış; Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması ile eş zamanlı başlatılan vize serbestliği diyaloğunda ilk değerlendirme raporu beklentilerin üzerinde olumlu çıkmıştır. Ancak geçtiğimiz bir yılda, Türkiye'nin vize serbestliği diyaloğunu tamamlama adına attığı adımlarda bir yavaşlamanın olduğu da aşikardır.
Fakat süreç belirlenmiş kriterleri ve prosedürleri ile devam etmektedir ve etmelidir.
İKV: “Türkiye’ye ‘sus payı’ verilmeye çalışılıyor”
Bugün ise üzülerek görüyoruz ki; Türkiye’ye adeta ‘sus payı’ verilmek istenmektedir. Mülteci akını ile yüz yüze kalan Avrupa, Türkiye’ye önerdiği mali yardımın Türkiye tarafından yetersiz bulunması neticesinde, ‘jest yaparcasına’ elindeki vize kozunu ileriye sürmektedir.
Bu noktada, 50 yıldır Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerinde “Uzman” kimliğini kazanmış bir sivil toplum örgütü olarak, bazı noktaların altını bir kere daha çizmekte fayda görüyoruz:
- Türk vatandaşlarına yönelik vize serbestliği sürecinde kurallar ve çerçeve belirlenmiş, taraflar karşılıklı taahhütlerde bulunmuşlardır. Her ne kadar cezbedici olsa da, bugün bu çerçeveye yeni bir koşulun getirilmeye çalışılması, süreci sekteye uğratacaktır. Hele ki 2013 yılında başlatılan vize serbestliği diyaloğu, ülkemiz vatandaşlarına vizelerin tamamen kalkması amacıyla başlatılmışken, gelinen noktada önerilen vize kolaylığı, sürecin ruhuna ve nihai hedefine aykırıdır.
- Türkiye’nin müzakere ettiği vize serbestliği iken, detayları bilinmemekle birlikte vize kolaylığının Türkiye’ye önerilmesi orta vadede ülke vatandaşlarımızın 30 yılı aşkın süredir devam eden vize sorununa çözüm getirmekten uzaktır. Muhtemelen Avrupa, belirli kategoriler için kolaylaştırılmış vizeyi Türkiye’ye önerecektir; ki bu yıllar boyunca devam etmiş ve Türkiye’nin şiddetle karşı çıktığı tartışmalara geri dönüş anlamına gelmektedir.
- 2013 yılında başlayan süreç ile halihazırda Türkiye, entegre sınır yönetimi, geri kabul mekanizması, göç idaresi gibi birçok alanda AB’ye taahhütlerde bulunmuştur. Avrupa’nın en uzun 5’nci kara ve deniz sınırlarına sahip olan ülkesi Türkiye’nin kendi sınırlarını daha etkin şekilde koruyabilmesi, her şeyin ötesinde ülke güvenliği açısından bir zorunluluktur. Haliyle Türkiye’nin de 2013 yılında imzaladığı anlaşmaya ve başlattığı sürece sadık kalması ve gerekli adımları ivedilikle atması gereklidir.
- Son mülteci krizi de açık şekilde göstermiştir ki, bugün Avrupa'nın karşı karşıya kaldığı sorunlara 'Türkiye'siz' çözüm üretmek imkansızdır. Bu çerçevede tarafların acilen müzakere sürecini hatırlamaları; bu süreçte ısrarcı ve inatçı olmaları gereklidir.
- Ve son olarak; her şeyin ötesinde bugün sadece ülkemizin veya Avrupa’nın değil, tüm dünyanın karşı karşıya olduğu mülteci sorunu büyük bir insanlık meselesidir; ve hiçbir tarafın bu meseleyi farklı alanlarda yürüttüğü müzakerelerin malzemesi yapmaması gerekir.
Saygılarımızla
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
EKİM 2015: ANKARA`DA BOMBALI SALDIRI
İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu'nun Açıklaması
10 EKİM 2015
Bugün Ankara'da gerçekleşen, 30 vatandaşımızın hayatını kaybetmesine ve 126 vatandaşımızın yaralanmasına yol açan hain saldırıyı kınıyoruz. Terörün her türlüsünü telin ediyor ve ülkemizde bir daha bu tür elim olayların yaşanmamasını diliyoruz. Sağduyunun üstün geleceğini, artan şiddetin bir an önce sona ereceğini ve ülkemiz açısından kritik önemde olan 1 Kasım seçimlerinin güvenli bir ortamda yapılması için gereken koşulların sağlanacağını umuyoruz.
İktisadi Kalkınma Vakfı
EKİM 2015: MERKEL AÇIKLAMASI
İKV BASIN AÇIKLAMASI
9 EKİM 2015
İKV Başkanı: “Bu Ne İlk; Ne de Son Olacak”
İKV Yönetim Kurulu Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, Almanya Başbakanı Merkel’in basına da yansıyan “Türkiye’nin AB üyeliğine halen karşıyım” sözlerini şu şekilde değerlendirdi:
“Türkiye’nin AB Uzmanı” olma kimliğini 50 yıldır taşıyan bir sivil toplum örgütünün Yönetim Kurulu Başkanı olarak, Almanya Başbakanı Sayın Angela Merkel’in ‘Türkiye’nin AB üyeliğine halen karşıyım’ şeklindeki değerlendirmelerini üzüntüyle karşıladığımı ifade etmek isterim.
Unutulmamalıdır ki Türkiye’nin Avrupa ile olan ilişkileri gelişigüzel evrilmiş bir birlikteliğin ötesinde, 50 yılın aşan bir maziye sahiptir.
Bu uzun geçmişte 2015 yılı ile üyelik müzakerelerinin 10’ncu yılına girmiş bulunuyoruz.
Başlangıcından itibaren taraflar arasındaki ilişki, ülkemizin AB üyeliği hedef alınarak ve belirli kurallar ekseninde yürütülmüş ve yürütülmektedir.
Bu çerçevede tüm ilgili tarafların, Türkiye-AB ilişkilerinin düzenli bir şekilde gelişmesi yönünde tavır alması gerektiğine inanıyorum.
Elbette ülkemizin AB üyeliğine karşı çıkanlar olmuş ve olacaktır; ancak bu konuda engelleyici olmama vizyonunu göstermek, Türkiye-AB ilişkilerinin üzerine inşa edildiği temellere saygı duymanın bir gerekliliğidir.
Üzülerek görüyoruz ki Almanya Başbakanı Sayın Merkel, bir kez daha, Türkiye’ye ve Avrupa’ya, ülkemizin muhtemel AB üyelik yolunun Berlin’den geçtiğini göstermeye çalışmıştır. Ne var ki bu, Sayın Merkel’in bu yöndeki ne ilk, ne de son değerlendirmesi olacaktır. Bu çerçevede bizlerin ülkemizin AB üyeliği ısrarından asla vazgeçmememiz gerekmektedir.
Çünkü nasıl 2004 Genişlemesi Birleşik Avrupa vizyonunun en kritik aşamalarından bir tanesi olmuşsa, Türkiye’nin AB üyeliği, bu vizyonun tamamlayıcısı olacaktır. Son mülteci krizi de açık şekilde göstermiştir ki, bugün Avrupa'nın karşı karşıya kaldığı sorunlara 'Türkiye'siz' çözüm üretmek imkansızdır. Bu çerçevede Türkiye ile üyelik müzakerelerini başlatan vizyona ve liderliğe, her iki tarafta da, bugün daha çok ihtiyaç duymaktayız”
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
EKİM 2015: AB EKSENİNDE TÜKETİCİ KANUNU
İKV BASIN BÜLTENİ
6 EKİM 2015
TÜKETİCİ KANUNU AB’YE YÜZDE 99 UYUMLU ANCAK 5 MİLYON ŞİKAYET HALA ÇÖZÜM BEKLİYOR
İktisadi Kalkınma Vakfı ve TÜRDER işbirliği ile düzenlenen “AB Ekseninde Yeni Tüketici Kanunu” konulu seminer 6 Ekim 2015 Salı günü İstanbul’da gerçekleştirildi. Seminer kapsamında Türkiye'de yürürlükte olan 6502 sayılı "Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun" ve uygulamada yer alan olumlu ve olumsuz gelişmeler ele alındı.
AB’ye uyum sürecinde yasaların uygulamadaki etkinliğini artıran işlevsel bir pazar mekanizmasının ve rekabetçi bir ortamın oluşturulması amacıyla AB'nin gündeminde dijital pazar ve enerji birliği gibi uzun vadeli planların tam olarak uygulanması için tüketici haklarına ve rolüne işaret edilirken, Türkiye'deki mevcut düzenlemelerin, bu pazar yapılarına entegre olma ihtiyacı da giderek artmaktadır.
Seminer açılışında konuşan İktisadi Kalkınma Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, önümüzdeki dönemde, tüketici politikasının, uzun vadeli AB stratejilerinin merkezinde yer alacağına dikkat çekti. Bu yıl 6 Mayıs’ta açıklanan Dijital Tek Pazar Stratejisi’nde öngörüldüğü biçimde, tüketicinin dijital ürünlere erişiminin sağlanması, e-ticarette tüketici hakları, tüketiciye daha açık bir şekilde bilginin sunulması, dijital ürünlere yönelik hakları konusunda farkındalığın artırılması, üye ülkelerdeki kurumsal kapasite gelişimi, üye ülkelerdeki farklı uygulamaların uyumlaştırılması ve tüketicilerin karar alma süreçlerine daha aktif katılımının amaçlandığını vurguladı.
T.C. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Tüketicinin Korunması ve Piyasa Gözetimi Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Fatma Çağlar ise, amacın yıkıcı cezalar uygulamaktan çok tüketime yön vermek olduğunu ve AB ruhuna paralel olarak tüketicinin bilinçlendirilmesine odaklanıldığını ifade etti. Kanun ile AB mevzuatında yer alan düzenlemelerin yüzde 99 oranında uyumlaştırıldığını belirten Çağlar, tüketici kredileri, müşteri satış sözleşmesi, kredi kartı uygulamaları gibi alanlarda ise AB’den farklı olarak daha sıkı tedbirlerin geçerli kılındığını hatırlattı.
Seminer kapsamında TÜRDER, TÖF, TÜBİDER, TÜKODER Genel Başkanları ve Rekabet Kurumu temsilcileri biraraya gelerek kanun ve uygulamadaki başarı oranını değerlendirdi. Bir önceki kanuna göre iyileştirmelerin söz konusu olduğuna dikkat çekilirken tamamen AB yönergelerinin temel alındığını ancak 1,5 yıldır yürürlükte olan bu kanunda eksiklerin mevcut olduğu görüşüldü. Tüketici örgütleri ile kamunun işbirliği içinde olması gerektiğinevurgu yapıldı. Kanun kapsamında kamuya yönelik gelen toplam 5 milyon şikayetin ise beklemede olduğunun altı çizildi. Bahsi geçen 5 milyon adet şikayetin derneklere ulaşan kısmında ise şikayet oranlarının ilk sırasında bankacılık işlemlerinin yer aldığını, ikinci sırada ise ayıplı malların geldiği belirtildi. Asıl sorunun ise bu şikayetlerin büyük oranda çözüme kavuşmadığına dikkat çekildi. Rekabet Kanunu ile Tüketici Kanununun birbirini tamamlayıcı olduğuna ancak hakem heyetlerinin kanun kapsamında yetki alanının net olmadığına değinildi.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
EYLÜL 2015: BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
İKV BASIN DUYURUSU
8 EYLÜL 2015
BASINA YÖNELİK HER TÜRLÜ SALDIRIYI KINIYORUZ
Geçtiğimiz gün Hürriyet Gazetesi’ne yönelik olarak gerçekleştirilen saldırı basın özgürlüğünü tehdit eden son derece talihsiz bir olaydır. Basın özgürlüğü ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır ve çağdaş demokrasilerin en temel güvencelerinden birini oluşturmaktadır. Basının özgür olmadığı ve korkusuzca haber alma ve yayma görevlerini yerine getiremediği bir ülkenin özgür ve demokratik olduğu söylenemez. Türkiye gibi son yıllarda Avrupa Birliği sürecinde ilerlemeler kaydeden ve demokratikleşmede mesafe alan bir ülkede bu kazanımlardan geri adım atılmaması en büyük temennimizdir. Basın özgürlüğünün güvence altında olmaya devam etmesi ve basın kuruluşları ve basın mensuplarının özgürce görevlerini yerine getirebilmesi için gerekli güvencelerin sağlanması devletin ve hükümetin en önemli yükümlülükleri arasında gelmektedir. İlgili tüm tarafları bu konuda gerekli hassasiyeti göstermeye davet ediyoruz.
Ayhan ZEYTİNOĞLU
İKV Başkanı
EKİM 2015: BRÜKSEL TEMASLARI
İKV BASIN AÇIKLAMASI
5 EKİM 2015
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN BRÜKSEL'DE:
MÜLTECİ KRİZİ AB VE TÜRKİYE İŞBİRLİĞİNİ GEREKTİRİYOR
“Avrupa’nın sınırları Türkiye’yi de kapsar ve Avrupa’nın sınır güvenliği ile ilgili hiçbir mesele Türkiye’nin dahil olmadığı bir formülle çözümlenemez.”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, resmi temaslarda bulunmak üzere bugün ve yarın Belçika’nın başkenti Brüksel’de olacak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Brüksel temaslarında, bu yaz itibarıyla etkileri Avrupa’da da yoğun şekilde hissedilmeye başlanan mülteci krizi gündemde yer alacak. Avrupa Komisyonu tarafından her yıl düzenli olarak yayınlanan, Türkiye’nin AB karnesi niteliğindeki ilerleme raporunun hemen öncesine rastlaması da, bu ziyaretin önemini artırıyor. Son bilgilere göre, 14 Ekimde açıklanması beklenen ilerleme raporlarının, planlanandan 1 hafta sonra kamuoyuna sunulması öngörülüyor.
Bilindiği üzere 2 milyonun üzerinde Suriyeli ve Kuzey Iraklı sığınmacıya ev sahipliği yapan Türkiye’de, sığınmacıların neredeyse yüzde 90’ı Türkiye’nin geniş coğrafyasına dağılmış durumda. Geçici koruma rejimi kapsamında Türkiye’de misafir edilen bu sığınmacılar için ise hedef odaklı yardımların ulaştırılması gün geçtikçe zorlaşıyor. Bu çerçevede eğitimden sağlığa, gıda, beslenme ve barınmadan, sığınmacı haklarına kadar genişleyen bir yelpazede sığınmacıların sorunları her gün katlanarak büyümeye devam ediyor.
Türkiye’de giderek daha yakıcı hale gelen bu sorunun, 2015 yılı itibarıyla Türkiye sınırlarını aşarak, Avrupa’ya da sirayet etmeye başladığı ise bir gerçek.
Türkiye üzerinden başta Almanya olmak üzere AB üye ülkelerine giriş yapmaya çalışan mülteciler, ölümü göze alarak, kimi zaman deniz yoluyla, kimi zaman ise yürüyerek Avrupa’ya girmeyi hedefliyor. Kimi AB üye ülkeleri ise Schengen sınırlarında yeniden uygulamaya koydukları kontroller ile bu büyük sorunla mücadele etmeye çalışıyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından 1 Ekim 2015 tarihinde açıklanan rakamlara göre, 2015 yılı itibarıyla Avrupa’ya ulaşan mülteci sayısı 700.000.
Ortak Sorun; Ortak Çözüm:
İKV olarak, hem Türkiye’yi hem de Avrupa’yı yakından ilgilendiren bu soruna dikkat çekmek ve bu ortak soruna ancak ve ancak ortak çözüm ile sonuç bulunabileceğini tekrar hatırlatmak isteriz.
Bu krizin bir kez daha ortaya çıkardığı gibi, Avrupa’nın sınırları Türkiye’yi de kapsar ve Avrupa’nın sınır güvenliği ile ilgili hiçbir mesele Türkiye’nin dahil olmadığı bir formülle çözümlenemez.
AB’nin Ortak Değerleri Tehdit Altında:
Unutulmamalıdır ki, AB’yi AB yapan temel iki “ortak değer” son yıllarda büyük bir tehdit ile karşı karşıya durumda.
2008 ekonomik krizi sonrasında ortak para birimi Avro ekseninde halen devam eden tartışmalar, bugün ortak sınır birliği Schengen için de geçerli hale geldi. Uzun bir süre bocalamasına rağmen Avrupa, ortak para birimi Avro’dan geri adım atmamış ve ortak para birimi Avronun bütünlüğünü korumayı zor da olsa başarabilmişti. Şimdi ise sıra Schengen’de. AB’nin bu büyük soruna çözüm üretememesi, Avro gibi Schengen’i de zor duruma sokacak bir hal almaya başladı.
Bu noktada Türkiye’nin muhtemel AB üyeliği, belki de her zamankinden daha fazla önemli hale gelmektedir.
2015: Türkiye-AB Üyelik Müzakerelerinde 10’ncu Yıl
Hatılayacaksınız: içerisinde bulunduğumuz 2015 yılında, Türkiye-AB üyelik müzakereleri sürecinde 10. yılı geride bırakıyoruz.
Türkiye’nin AB üyeliği bir yana, taraflar bugün, 50 yılı aşan mazilerinde hiç olmadıkları kadar birbirlerine uzak durmaktadır.
Teknik müzakereler arzu edilen noktada değildir;
Gümrük Birliği’nin revizyonu tartışmalarında ve Türk vatandaşlarına yönelik vize uygulamalarında adımlar atılmış olsa da, ne Türkiye AB’ye aday bir ülke; ne de AB, Türkiye’yi üye almaya hazır bir birlik imajı çizmektedir.
Bunun yanı sıra, her iki tarafı da yakından ilgilendiren sorunlar, kartopu gibi büyümeye devam etmektedir.
İşte bu noktada ortak sorunlara ortak çözümlerin üretilmesi yönünde her iki tarafta da siyasi iradenin güçlenmesi en büyük temennimizdir.
Bunlarda bir tanesi mülteci krizidir. İki taraf için de aciliyet arz eden mülteci sorununa ortak çözüm bulunması, Türkiye ve AB’yi bir araya getirecektir.
Bu çerçevede İKV olarak Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın neredeyse bir yıl aradan sonra Brüksel’e gerçekleştirdiği ziyareti zamanında buluyor ve önemsiyoruz.
Önerilerimiz:
Bu çerçevede iki taraf arasında görüşülmesi beklenen mülteci sorunu ile ilgili olarak aşağıdaki noktaların üzerinde durulmasını tavsiye ediyoruz:
(*) Türkiye ve AB arasında, Suriyeli mültecilerin insani şartlarda yaşamlarını sürdürmeleri için yük paylaşımı konusunda ortak bir plan oluşturulmalıdır. Türkiye’nin bugüne kadar yapmış olduğu ve 6 milyar doları aştığı söylenen harcamaların, önümüzdeki yıla yönelik tahminleri de kapsayacak şekilde detaylı bir dökümü çıkarılmalı (uluslararası, ulusal ve yerel bazda) ve bu hesaplamalar AB ile görüşmelerde dikkate alınmalıdır.
(*) Türkiye’de yaşayan 2 milyonu aşan Suriyeli mültecinin, kısa ve orta vadede evlerine geri dönmeleri mümkün olmayacaktır. Mültecilerin Türkiye’de kalışları ile ilgili düzenlemelerin geçici önlemlerin ötesinde, hukuki, kalıcı ve sürekli bir çerçeve içinde ele alınması gerekir. Mültecilerin Türkiye’de ikametleri, çalışma ve eğitim koşulları hususlarında, gerçekçi bir uyum programı oluşturulmalı ve bunun için de AB’nin katkısı araştırılmalıdır.
(*) Türkiye’nin AB ile imzalamış olduğu geri kabul anlaşması ve vize serbesti süreci ile ilgili olarak öngörülen koşulların sağlanması ve kriterlerin yerine getirilmesi için iki taraf arasında etkili ve karşılıklı iyi niyete dayalı diyalog ve koordinasyonun teknik, idari ve mali alt yapısı güçlendirilmelidir.
Ayhan ZEYTİNOĞLU
İKV Başkanı
EYLÜL 2015: AVRUPA MÜLTECİ SORUNU
İKV BASIN DUYURUSU
4 EYLÜL 2015
"Sahile vuran masum bir yavrunun cansız bedeni değil; insanlık onurudur"
Avrupa'da yeni bir hayat kurma hayaliyle, Suriye'de yaşanmakta olan krizden kaçan milyonlarca mültecinin yaşadığı drama, önceki gün bir yenisi daha eklendi. 2 Eylül 2015 tarihinde Bodrum sahilinde çekilen bir fotoğraf karesi ise, 4 yılı aşkın süredir Suriye'de yaşanan dramın ve komşu ülkelere olan etkilerinin en taze, en canlı ama bir o kadar da soğuk gerçeği olarak hafızalardaki yerini aldı.
Kurulduğu 1965 yılından bu yana, birikimi, deneyimi ve uzmanlığıyla ülkemizin Avrupa ile entegrasyonu sürecinde fikir üreten İKV olarak, yaşanan bu vahşete tepki göstermeyi, her şeyin ötesinde sivil toplum örgütü kimliğimizin bir gereği olarak görüyor ve sadece masum bir yavrunun cansız bedeninin değil, insanlık onurunun sahile vurduğuna inanıyoruz ve ilgili tüm tarafları insanlık tarihinin tanıklık ettiği bu trajediye etkin çözüm üretmeye davet ediyoruz.
Mültecilerin yaşadıkları bu drama mutlaka uluslararası düzeyde çözümler üretmek gerektiği ortadadır. AB'nin içinde, Almanya ve İsveç gibi mültecileri almayı kabul ederek olumlu tutum sergileyen üye ülkeler bulunmaktadır. Öte yandan, birçok üye ülke mülteci krizine çözüm bulmak için üzerlerine düşen katkıyı vermekten kaçınmış ve AB dayanışma ilkelerine ters düşen bir tutum takındıkları gibi insani değerlere de aykırı davranmıştır. Tüm AB üyesi ülkelerin ortak sorumluluk ilkesine uyumlu politikalar benimsemesi gereğinin yanında, Schengen düzenlemeleri altında mültecilerin kabulüne ilişkin kuralların güçlendirilmesi, göç politikasına ayrılan kaynakların artırılması, daha gerçekçi ve AB'nin genç nüfus sorununa da çözüm üretebilecek bir göç politikasının şekillendirilmesi gerekmektedir.
Öte yandan, Suriye krizinin yaşandığı ve aralarında petrol zengini ülkelerin de bulunduğu bölge devletleri ve Arap Ligi, İslam İşbirliği Teşkilatı gibi bölgesel kuruluşların da bu konuda sessiz kalmayıp ortak çözümler üretmesi gereği açıkça hissedilmektedir. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği gibi küresel düzeydeki yapıların üye devletler tarafından çok daha iyi donatılması ve etkinliğinin sağlanması elzemdir. Sorunun ne kadar acil olduğuna dikkat çekilerek, hemen harekete geçilmesi ve bu soruna insanlığa yaraşır bir çözüm bulunması tüm ülkelerin ortak önceliği olmalıdır.
Ayhan ZEYTİNOĞLU
İKV Yönetim Kurulu Başkanı
TEMMUZ 2015: İKV YENİ YÖNETİM KURULU
İKV BASIN AÇIKLAMASI
6 TEMMUZ 2015
İKV YÖNETİM KURULU BAŞKANLIĞI'NA AYHAN ZEYTİNOĞLU SEÇİLDİ
6 Temmuz 2015 tarihinde gerçekleştirilen 53. Olağan İktisadi Kalkınma Vakfı Genel Kurul Toplantısı'nda, Yönetim Kurulu Başkanlığı'na Ayhan Zeytinoğlu seçilmiştir.
16 Ocak 2014'ten bu yana İktisadi Kalkınma Vakfı Yönetim Kurulu Başkanlığını yürütmekte olan Ömer Cihad Vardan, daha sonra oluşan DEİK Başkanlığı'nın getirdiği iş yükü nedeniyle, Başkanlığa yeniden aday olmamıştır.
İKV' nin yeni Yönetim Kurulu'nda Ayhan Zeytinoğlu, Prof.Dr. Haluk Kabaalioğlu, Işınsu Kestelli, Atilla Menevşe, Ahmet Sayar, Yavuz Canevi, Zeynel Abidin Erdem, İlhan Koyunseven, Zeynep Bodur Okyay, Sedat Zincirkıran, Ali Sami Aydın, Sami Yılmaz, İlhan Soylu, Şükrü Alkan, Cenk Yöney, Simone Kazlowski ve İsmail Gülle yer almaktadır.
İktisadi Kalkınma Vakfı yeni Yönetim Kurulu Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, Lisan eğitimini Londra’da bitirdikten sonra 1980 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde Indıana Üniversitesinde işletme eğitimi gördü. 1983 yılında onur listesine girerek mezun oldu. 1983 yılında Butler üniversitesinde uluslararası finans konusunda master çalışmasına başladı ve 1985 yılında başarı ile bitirdi. 1986 yılında aile işletmesinde göreve başladı ve halen Zeytinoğlu Yem Tarım ve Endüstriyel Ürünler A.Ş.’de Genel Müdür olarak çalışmaktadır.Aynı zamanda Arkas, ve Zeytinoğlu Grubunun ortaklığı olan Autoport Liman İşletmesinde Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği görevini üstlenmiştir.Zeytinoğlu Denizcilik Genel Koordinatörüdür. 1989 yılında Kocaeli Sanayi Odasının kuruluşunda görev aldı. Kuruluşundan bugüne kadar adı geçen kuruluşta Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı. 1995 yılında Başkan Vekili seçildi. Ocak 2009’da yapılan Oda organ seçimlerinde Kocaeli Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanlığı’na seçilmiştir. Mayıs 2013 ‘te yapılan Oda Organ seçimleriyle bir kez daha seçilerek Kocaeli Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanlığı görevine devam etmektedir.
Zeytinoğlu'nun TOBB’da Genel Kurul Delegeliği, Tahkim Divanı Üyeliği bulunmaktadır. Aynı zamanda DEİK Türk - Avusturalya İş Konseyi Başkanı ve DEİK Türk-Yeni Zelanda iş Konseyi Başkan Yardımcısıdır. Yanısıra Türk-Amerikan Ticaret ve Sanayi Odası (TACCI) Yönetim Kurulu Üyeliği ve ICC / WCF Dünya Odalar Federasyonu Genel Konsey Üyeliği bulunmaktadır. Zeytinoğlui B-20 kapsamında Türkiye Yolsuzlukla Mücadele Çalışma Grubu Başkanlığını da üstlenmektedir.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
HAZİRAN 2015: KIBRIS ÇÖZÜM SÜRECİ
İKV BASIN AÇIKLAMASI
KIBRIS’TA ÖZLÜ MÜZAKERELERE GEÇİLDİ
30 HAZİRAN 2015
“İKV olarak, yarım asırı aşkın süredir devam eden, Avrupa’daki en eski dondurulmuş ihtilaflardan biri olan Kıbrıs meselesinin çözümüne yönelik BM arabuluculuğundaki müzakere sürecinde, dün özlü müzakereler aşamasına geçilmesini memnuniyetle karşılıyoruz. Müzakerelerin 7 aylık bir aradan sonra Mayıs ayında yeniden başlamasını takiben atılan kararlı adımlar, 2015 yılının Kıbrıs meselesinin kapsamlı çözüme kavuşturulması için bir karar yılı olduğuna dair umutları güçlendirmektedir”.
BM arabuluculuğunda 7 aylık bir aranın ardından Mayıs ayında tekrar başlayan müzakere süreci kapsamında, 29 Haziran 2015 tarihinde 4’üncü kez bir araya gelen KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve GKRY lideri Nikos Anastasiadis özlü müzakerelere başladı. Akıncı ve Anastasiadis, 15 Mayıs 2015 tarihinde yeniden başlayan son müzakere turu kapsamında, 28 Mayıs ve 17 Haziran tarihlerinde görüşmeler gerçekleştirmişti. 28 Mayıs’taki 2’nci liderler görüşmesinde, yeni sınır geçiş noktalarının açılması, elektrik şebekelerinin birleştirilmesi yönünde pratik adımlar atılması, cep telefonu şebekelerinin her iki tarafta işlerliğinin sağlanması ve radyo frekanslarındaki çakışmaların giderilmesi için adım atılması ile cinsiyet eşitliği komitesi oluşturulmasını içeren güven artırıcı önlemler paketi üzerinde uzlaşılmıştı. 17 Haziran 2015 tarihinde gerçekleştirilen 3’üncü liderler görüşmesinde ise BMGS Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide, BM arabuluculuğundaki tarama sürecinin tamamlandığını ve kapsamlı çözüme yönelik özlü müzakerelerin başlayacağını duyurmuştu. KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı ise görüşmenin ardından yaptığı açıklamada, özlü müzakerelere 29 Haziran’da başlanacağını teyit ederek tarafların, 11 Şubat 2014 tarihli Ortak Açıklama Metni doğrultusunda temel konulara ilişkin pozisyonlarını hazırladıklarını; uzlaşılan ve ulaşılamayan hususları ortaya koyan Akıncı-Anastasiadis belgelerini sunduklarını kaydetmişti.
Özlü müzakerelere geçilmesi; müzakere masasındaki temel konular olan güç paylaşımı ve yönetim, mülkiyet, toprak, ekonomi, AB üyeliği ve garantörlük başlıklarının ele alınmaya başlanması anlamına geliyor. BMGS Kıbrıs Özel Danışmanı Eide’nin liderler adında yaptığı ortak açıklamaya göre, 29 Haziran’da gerçekleşen görüşmede ele alınan güç paylaşımı ve yönetim, mülkiyet ve toprak başlıklarında ilerleme sağlandı ve Ada’da kapsamlı çözümün ekonomi üzerindeki olası etkileri değerlendirildi. Açıklamada, görüşmenin yapıcı ve sonuç odaklı bir ortamda gerçekleştiği; liderlerin güven artırıcı önlemler konusunda kaydedilen ilerlemeler ile yapılması gerekenler hakkında da görüş alışverişinde bulunduğu belirtildi. Müzakere heyetlerinin özlü konuları görüşmek üzere bu hafta üç kez bir araya gelmesi öngörülüyor.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
HAZİRAN 2015: VİZE FATURASI
İKV BASIN AÇIKLAMASI
24 HAZİRAN 2015
VİZESİZ AVRUPA YOLUNDA TÜRKİYE’YE SON BİR YILIN SCHENGEN VİZE FATURASI
48,8 MİLYON AVRO
Bundan tam bir yıl önce, Türkiye ile AB arasında imzalanan Geri Kabul Anlaşması TBMM tarafından onaylandı. Böylece Türk vatandaşları için vizesiz Avrupa yolunda çok önemli bir dönemeç alınmış oldu. Geçen bir yılda, Türk vatandaşlarının AB üye ülkelerine yaptığı 813.339 kısa süreli (C tipi) Schengen vize başvurusu ise, Türk halkına en iyimser tahminle 48,8 milyon avroya mal oldu. Görülüyor ki, AB’nin Türk vatandaşlarına uyguladığı vize zorunluluğunun yarattığı ayrımcılık ve mali külfet halen devam ediyor.
İKV Uzman Yardımcısı Ahmet Ceran, geçtiğimiz 1 yılda Geri Kabul Anlaşması ve vize serbestliği diyaloğu süreçlerini şöyle değerlendirdi:
“2013 yılında karşılıklı imzaların atılmasıyla başlayan vizesiz seyahat diyaloğu sürecinde Avrupa Komisyonu, belirlediği 72 teknik kriterden, Türkiye’nin 22 kriteri karşılamış veya karşılamaya yakın olduğu; 40 kriterin bir bölümünü karşıladığı; 10 kriteri ise karşılamadığını teyit etti. Avrupa Komisyonu’nun, vize serbestliği diyaloğuna ilişkin birinci değerlendirme raporunu yayımladığı 20 Ekim 2014 tarihinden bu yana, genel seçim atmosferinin etkisiyle, vize serbestliği diyaloğunu ileri aşamaya taşıyacak reformlara gerekli önceliğin ne yazık ki verilmediği görülüyor. Ulusal eylem planları dahilinde 2015 yılının sonuna kadar gerçekleşmesi hedeflenen, vize serbestliği diyaloğunu büyük ölçüde olumlu etkileyecek; özellikle veri güvenliği, entegre sınır yönetimi ve geri kabul mekanizmalarına ilişkin bir takım yasal düzenlemenin henüz etkin bir şekilde yerine getirilmemesi, sürecin geleceği için tehlike oluşturuyor. Ayrıca AB’nin göç politikalarındaki kronikleşmiş temel sorunlar da devam ediyor. AB’nin güney sınırlarını oluşturan belli başlı ülkeler göç krizini yönetmek zorunda kalırken, sınırların Kuzey’inde kalan ülkelerin, Güney’in yükünü hafifletmek adına etkin işbirliğine gitmediği görülüyor. Görüldüğü üzere, iki milyon Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapan Türkiye ile, Suriye’deki krizden zarar görenlere 3,6 milyar avro tutarında insani yardımda bulunan AB’nin sınır ve göç yönetimine ilişkin sorunları ortak. Dolayısıyla ortak sorunların çözümünde, tarafların ortak tutum sergilemesi büyük önem taşıyor. Türkiye ve AB tarafından yükün paylaşılması, hem vize serbestliği diyaloğunun ilerlemesi, hem de katılım müzakerelerinin 23’üncü ve 24’üncü fasılları açısından oldukça önemli. Bu alanda yaşanacak pozitif gelişmelerin Türkiye ve AB kamuoylarında olumlu bir hava yaratması da oldukça muhtemel.”
GÖÇ YÖNETİMİNDE AB’NİN ZORLU SINAVI
İKV Uzman Yardımcısı Ahmet Ceran, şöyle devam etti: “Geri Kabul Anlaşması’nın TBMM tarafından onaylandığı 25 Haziran 2014 tarihinden bu yana, Avrupa’nın göç yönetimine ilişkin karnesine bakıldığında, AB’nin de başarılı bir performans ortaya koyduğunu söylemek zor. Hatırlanacağı üzere 2015 yılının Nisan ayında Akdeniz’i kana bulayan ve 900’e yakın göçmenin hayatını kaybetmesine sebep olan deniz kazası, kayıtlara AB tarihinin en ölümcül göçmen faciası olarak geçmişti. Geçtiğimiz bir yılda, AB’nin en krizli göç yolu kabul edilen Doğu Akdeniz rotasında etkin bir kontrolün sağlanamadığı da açık şekilde görülüyor. Bu noktadan hareketle, Avrupa Komisyonu, 13 Mayıs 2015 tarihinde, Avrupa’da göçün her boyutunun daha iyi yönetilebilmesine yönelik yeni göç gündemini kamuoyuyla paylaştı. AB’nin yeni göç gündemi kapsamında, karşılıklı koordinasyonu artırmaya yönelik olarak Türkiye’de yeni bir irtibat noktası kurulması da bekleniyor.
HAZİRAN 2015: İKV-DEİK ORTAK BAŞSAĞLIĞI MESAJI
İKV-DEİK ORTAK BAŞSAĞLIĞI MESAJI
17 HAZİRAN 2015
SÜLEYMAN DEMİREL'İN VEFATI
“Türk siyasi tarihinde 50 yıla damgasını vurmuş, 7 kez başbakanlık görevini üstlenmiş ve derin izler bırakmış 9. Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel'in vefatı, ülkemiz için önemli bir kayıptır. Siyasi tarihimizde ayrı bir yeri olan ve ülkemize önemli hizmetleri bulunan Merhum Süleyman Demirel'e Allah'tan rahmet, ailesi, sevenleri ve milletimize başsağlığı dilerim.”
Ömer Cihad VARDAN
İKV-DEİK Yönetim Kurulu Başkanı
HAZİRAN 2015: 2014 AP TÜRKİYE RAPORU KABULUNE İLİŞKİN İKV BASIN AÇIKLAMASI
İKV BASIN AÇIKLAMASI
10 HAZİRAN 2015
Başkan Ömer Cihad Vardan: Müzakere sürecinde yeri olmayan bir konunun AP raporuna girmesi kabul edilemez!
2014 AP TÜRKİYE RAPORU KABUL EDİLDİ
Mayıs ayındaki oylama, hararetli tartışmalar ve çoğu Türkiye karşıtı aşırı sağ görüşlü bazı parlamenterlerden gelen değişiklik önergeleri nedeniyle ertelenen Avrupa Parlamentosu’nun (AP) 2014 Türkiye Raporu bugün kabul edildi.
Konuyla ilgili açıklama yapan İKV Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Cihad Vardan:
“Bugün kabul edilen AP raporu, öncekilerden farklı olarak yeni maddeler ve konular içermektedir. Ancak eklenen bu maddeler raporu maalesef Türkiye açısından daha dengeli, yapıcı ve hakkaniyetli hale getirmemiştir.
Raporda bilhassa 7 Haziran genel seçimlerinin Türkiye demokrasisinin dayanıklılığının bir göstergesi olduğunun, Türk toplumunun zenginliğini yansıttığının belirtilmesi önemlidir. Tıpkı seçim sonrasında İKV olarak, bizim de ifade ettiğimiz gibi, tüm siyasi partilere, AB ile olan diyaloğunu yenileyecek, istikrarlı ve kapsayıcı bir hükümetin kurulması çağrısında bulunulmaktadır.
Raporda ayrıca 23 ve 24’ünci başlıkların açılması için açılış kriterlerinin bildirilmesinin talep edilmesi ve enerji dâhil beş fasılda müzakerelerin hızlandırılması çağrısı yapılması da memnuniyet vericidir. Buna rağmen, yeni fasılların açılması konusunda ne yazık ki net ve kararlı bir tutum görülmemektedir.
İlaveten, raporda Türkiye’nin Rusya ile giderek artan enerji işbirliğini endişe verici bulmak yersiz ve hatta manidardır.
Öte yandan, Gümrük Birliği’nin revizyonu konusunda tarafların mutabakata vardığı bir ortamda, ilgili maddede sadece AB şirketlerinin karşılaştığı sorunlara vurgu yapılması ve Türkiye’nin konuyla ilgili defalarca dile getirdiği meselelerin göz ardı edilmiş olması, 20 yıla yakın gümrük birliği içinde olan Türkiye’ye büyük haksızlıktır.
Son olarak; raporda en dikkat çeken siyasi unsur, 1915 olaylarına ilişkin Nisan ayında kabul edilen AP kararına atıfta bulunulmasıdır. 1915 olaylarıyla ilgili Türkiye’nin tüm açık tavrına ve uyarılarına rağmen müzakere sürecinde yeri olmayan bir konunun AP raporuna girmesi kabul edilemez.”
HAZİRAN 2015: İKV VE DEİK YÖNETİM KURULU BAŞKANI ÖMER CİHAD VARDAN MİLLETVEKİLİ SEÇİM SONUÇLARI BASIN AÇIKLAMASI
İKV-DEİK ORTAK BASIN AÇIKLAMASI
8 HAZİRAN 2015
İKV VE DEİK YÖNETİM KURULU BAŞKANI ÖMER CİHAD VARDAN MİLLETVEKİLİ SEÇİM SONUÇLARI BASIN AÇIKLAMASI
2015 Genel seçimlerinin, Türkiye’nin demokrasi tarihinin birikimine uygun bir olgunlukla geçtiğini ve sonucunda Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcının işaret edildiğini belirten Vardan şunları ifade etti:
‘’Türkiye, yetmiş yıla yaklaşan çok partili demokratik tecrübesiyle bir seçim dönemini daha geride bırakmıştır. Vatandaşlarımız yüksek bir katılımla ve sükûnet içinde iradelerini beyan etmişlerdir. Tüm dünyanın izlediği, sivil toplum kuruluşlarımızın ve vatandaşlarımızın da ilgiyle yakından takip ettiği, şeffaf, katılımcı ve tüm endişelerin aksine AB standartlarında bir süreci hep beraber arkada bırakmış bulunuyoruz.
Genel seçim sonrasında ortaya çıkan tablo, 2002’den bu yana tek başına iktidar olan AK parti de dahil olmak üzere hiçbir partinin tek başına iktidar olmasına imkan tanımamaktadır. Dolayısıyla sonuçlar, yeni hükümetin oluşumunda partilerin bir araya gelmesi gerekliliğine işaret etmektedir.
Bu vesileyle iş dünyası olarak, yeni dönem için, Türkiye’nin bugüne kadar elde etmiş olduğu kazanımlarını devam ettirecek, başlanmış projeleri neticelendirecek, planlanan projelere başlayacak, uzun vadeli hedefleriyle uyumlu bir hükümetin oluşarak göreve başlamasını umut ediyoruz. Türkiye, bilhassa bölgesel risklerin ortaya çıkardığı büyük meydan okumaları göğüslemek ve toplumsal sorunlarını çözmek için yeni seçilen Parlamento içinde çözümler üretmek ve ekonomi gündemine odaklanmak zorundadır. Ülkemizin son yıllardaki kazanımları güven ve istikrar ortamının bir neticesidir. Komşu coğrafyalarımızda, özelikle kuzeyimizde ve güneyimizde çok büyük istikrarsızlık alanları varken, ülke içinde ayrı bir istikrarsız duruma müsaade etmemeliyiz.
Türkiye’nin kaybedecek vakti yoktur. Herkesin ülkenin âli menfaatleri için çalışması gerekmektedir. Bizler, yatırımların devamına vesile olacak bir güven ortamının yeni dönemde de tesis edilmesini ve yapısal reformlara da devam edilmesini arzu ediyoruz. Ayrıca tüm kazanımlarımızı koruyarak ülkemizin uzun vadeli hedeflerine odaklanılması ve bu bağlamda yeni Anayasanın yapılması ile AB sürecine de devam edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu vesileyle 2015 genel seçimlerinin tüm ülkemize hayırlar getirmesini diliyoruz.’’
HAZİRAN 2015: MAHİNUR ÖZDEMİR BASIN DUYURUSU
İKV BASIN DUYURUSU
1 HAZİRAN 2015
MAHİNUR ÖZDEMİR’İN ERMENİ TEZLERİNİ TANIMADIĞI GEREKÇESİYLE PARTİSİNDEN İHRAÇ EDİLMESİ AVRUPA DEĞERLERİ İLE ÇELİŞMEKTEDİR
Belçika’daki Türklerin en başarılı temsilcilerinden, Brüksel Başkent Parlamentosu üyesi Sayın Mahinur Özdemir, 1915 olaylarını soykırım olarak nitelendiren bildiriyi imzalamayı reddettiği için partisi, Frankofon Merkez Hu¨manist Demokrat Parti (CDH)’den ihraç edilmiştir. 1915 olaylarının soykırım olarak nitelendirilmesi ile ilgili herhangi bir mahkeme kararı bulunmamaktadır. Ayrıca bu olayların soykırım olarak tanınması yönünde, ne AB, ne de Belçika hükümetinin resmi bir tutumu yoktur. Seçilmiş bir Parlamento üyesinin görüşleri nedeniyle Partisinden ihraç edilmesi, demokrasi ve insan haklarının evrensel normları ile çeliştiği gibi, AB’nin temelini oluşturan değerleri de ihlal etmektedir.
1915’te yaşanan acıları anmaktan çok, siyasi bir rant kavgasına dönüşen soykırım iddiaları, Mahinur Özdemir’in durumunda, Belçika’daki Türk toplumuna karşı ayrımcı bir yaklaşımı da maskelemektedir. Tarihi ve trajik bir olayın bugün siyasi amaçlar için kullanılması ve bu konuda farklı görüşlerin ifade edilmesinin otoriter bir tutumla engellenmesi kabul edilemez. Bu tür hareketler, Belçika’daki 220 bin Türk kökenlinin Belçika toplumu ile entegrasyonu ve demokratik temsili açısından hiç de olumlu sonuçlara yol açmayacaktır. CDH’yi, ifade özgürlüğü ve demokratik temsil ilkelerine ters düşen bu ihraç kararını geri almaya davet ediyoruz.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
MAYIS 2015: KIBRIS MÜZAKERE SÜRECİ
İKV BASIN DUYURUSU
14 MAYIS 2015
ADA’DA MÜZAKERELER YARIN YENİDEN BAŞLIYOR
Ekim ayında Rum tarafının tek yanlı olarak masayı terk etmesiyle kesintiye uğrayan BM gözetimindeki birleşme müzakerelerine 15 Mayıs 2015 tarihinde yeniden başlanacak. KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile GKRY lideri Nikos Anastasiadis’in yarın bir araya gelerek müzakereye konu olan başlıkların üzerinden geçmeleri ve görüşmelerin yol haritasını belirlemeleri öngörülüyor.
“İKV olarak, Kıbrıs’ta Rum tarafının müzakere masasını terk etmesiyle kesintiye uğrayan birleşme müzakereleri sürecinin yeniden başlayacak olmasını memnuniyetle karşılıyoruz. Avrupa’daki en uzun süreli donmuş ihtilaflardan biri olan Kıbrıs meselesinin adil ve kalıcı bir çözüme kavuşturulmasının zamanı çoktan gelmiştir. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın ziyareti sırasında ifade ettiği gibi, 2015 yılının Kıbrıs’ta “çözüm yılı” olmasını biz de umut etmekteyiz.”
Bu noktada Ada’da oluşan bu olumlu ortamın taraflarca değerlendirilmesi ve 1968’den beri farklı girişimlerle sürdürülen müzakere sürecinde çözüme yönelik bir fırsatın daha kaçırılmaması büyük önem taşımaktadır. Kıbrıs meselesinin 11 Şubat 2014 tarihinde Rum lider Anastaisadis ile dönemin KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun üzerinde mutabakata vardığı Ortak Açıklama Metni’nde belirtilen ilkeler doğrultusunda iki kurucu devletin siyasi eşitliğine dayalı iki toplumlu ve iki bölgeli bir federasyon temelinde adil ve kalıcı bir çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Kıbrıs meselesinin kalıcı ve adil şekilde çözümü gerek tarafların gerekse AB başta olmak üzere uluslararası camianın yararınadır. Bu noktada, AB’nin de 2004 yılında siyasi saiklarla gayrihukuki bir şekilde Ada’nın tamamını temsilen üyeliğe kabul ettiği Rum tarafına sorumluluklarını hatırlatması ve Rum tarafını müzakerelerde yapıcı bir tutum sergilemeye ikna etmesi büyük önem taşımaktadır.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
MAYIS 2015: GÜMRÜK BİRLİĞİ REVİZYONU
GÜMRÜK BİRLİĞİ’NİN REVİZYONUNA İLİŞKİN MUTABAKAT HAKKINDA İKV GÖRÜŞÜ
12 MAYIS 2015
İKV: "20'nci yılına yaklaşan Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin yeniden şekillenmesinin zamanı çoktan gelmiştir."
12 Mayıs 2015 tarihinde, Türkiye ve AB arasında Gümrük Birliği’nin revizyonuna ilişkin mutabakata varıldı.
İKV olarak, 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe giren ve Türkiye ile AB arasındaki ilişkinin önemli bir aşamasının teşkil eden Gümrük Birliği’nin revizyonuna yönelik bu gelişmeyi önemsiyor ve üyelik müzakerelerinin 10'ncu yılında atılan bu adımın sürece olumlu katkılarda bulunması temennimizi dile getirmek istiyoruz.
Hiç şüphesiz 20'nci yılına yaklaşan Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin, yeni küresel ekonomi düzeni, günün şartları ve tarafların ihtiyaçları çerçevesinde yeniden şekillendirilmesinin zamanı çoktan gelmiştir. Bugün ne Türkiye ne de Avrupa, 20 yıl öncesinin Türkiye’si veya Avrupa’sıdır. Bunun ötesinde bugünkü küresel ekonomi ve ticaret düzeni, 20 yıl öncesinden çok daha farklı ve karmaşık bir boyuta taşınmıştır. Dolayısıyla Türkiye-AB Gümrük Birliği ilişkisinin zamanın şartlarının gerektirdiği şekilde yenilenmesi, hiç şüphesiz 1996 yılında Gümrük Birliği’nin tesis edilmesinden sonraki en önemli dönemeçlerden bir tanesidir. Bu süreçte Gümrük Birliği’nin Ankara Anlaşması ve Katma Protokol temelinde tesis edildiği unutulmamalı ve bu Ortaklık Anlaşması'nın içerdiği diğer serbest dolaşım ve ekonomide uyum alanlarındaki hükümler hayata geçirilmelidir.
İKV: "Gümrük Birliği’nin revizyonu, Türkiye için geleceğin ticaret sahnesine açılan kapının anahtarıdır"
İKV olarak Türkiye ve AB arasındaki Gümrük Birliği’nin revizyonunun, Türkiye'ye önemli katkılar sağlayacağı inancındayız.
Söz konusu revizyon, öncelikle vize ve taşıma kotaları gibi, mevcut Gümrük Birliği ilişkisinin artık kronikleşen sorunlarını giderme yönünde taraflara önemli bir fırsat penceresi sunarken, AB’nin ticaret politikasında giderek önem kazanan yeni nesil serbest ticaret anlaşmaları (STA) dünyasına, Türkiye'nin daha sağlam adım atmasına imkan tanıyacaktır. Bu çerçeveden bakıldığında söz konusu revizyon müzakerelerinde kazanılacak tecrübe, Türkiye için geleceğin ticaret sahnesine açılan kapının anahtarı vazifesini görecektir. Hiç şüphesiz bu anahtar da, Türkiye'nin müzakere masasında yer alma ısrarını sürekli olarak dile getirdiği TTYO müzakerelerinin kapısını açacaktır.
Bu kısa vadeli faydalara ek olarak, 1996 yılında Gümrük Birliği’nin tesisinin ardından Türkiye ekonomisinde yaşanan sıçramanın bir benzerini, aradan geçen 20 yıl sonra yeniden görmemiz mümkün olabilir.
İKV: "Türk iş dünyası bu adımı önemsemeli; kendi pozisyonunu oluşturmalı"
İKV olarak, Türk iş dünyası açısından son derece önemli bir anlam taşıyan bu adımın önemsenmesi ve Türk iş dünyasının kendi pozisyonunu belirlemesi gerekliliğini tekrar hatırlatmak isteriz. Bu noktada iş dünyası açısından bazı hususlara dikkat çekilmesi ihtiyacını da duyuyoruz.
1-Kamu ve özel sektör müzakere kapasitesinin oluşturulması:
Öncelikle kamuda yoğunlaşan geniş bir STA tecrübesinin varlığına dikkat çekerken, yeni nesil STA’ların çok farklı boyutları olduğunun unutulmaması gerekir. Bu süreçte kamunun yürüttüğü müzakerelerde mutlaka ama mutlaka özel sektörün desteğinin alınması gereklidir. Bu çerçevede güçlü bir kamu ve özel sektör müzakere kapasitesi oluşturulması elzemdir.
2-Etkin bir kamu-özel sektör irtibat mekanizmasının oluşturulması:
Bu müzakere kapasitesi sadece bilgi veya sadece insan gücünden ibaret değildir. Yeterli ve her an yenilenen bir bilgi birikimi, hem kamu sektörü, hem de özel sektör kesimi için bu birikime erişim imkanı ve nihayetinde kamu – özel sektör irtibatını sağlayacak sağlam, sürekli bir mekanizmanın oluşturulması gereklidir. Bu çerçevede müzakereleri yürütecek kamu sektörü ekibine, özel sektörü temsilen bir temsilcinin dahil edilmesi hususunda özel sektör ısrarcı olmalıdır.
3- Özel sektörün güçlü bir iradeye sahip olurken, kendi pozisyonunu belirlemesi:
Tarım ve hizmetler sektörü hiç şüphesiz, önümüzdeki dönem yürütülecek ticaret diplomasisinin en zorlu alanlarından ikisidir. Buna ek olarak karşı tarafta bu alanlarda yürütülen müzakerelerde çok deneyimli ve kural koymaya alışık bir müzakere tarafı olduğu unutulmamalıdır. “Başarılı” bir müzakere için, Türk özel sektörünün elinde, güçlü bir iradeye sahip, sağlam bir müzakere pozisyonu olması gereklidir. Söz konusu pozisyonun oluşturulması elbette ki Türk özel sektörünün elindedir. Bu noktada mevcut bilgi birikimi ve tecrübe doğru kullanılmalı; kısa zamanda Türk özel sektörü gerekli hazırlıklarını tamamlamalıdır.
4- Vize sorunu unutulmamalı:
Olumlu katkıları yadsınamayacak kadar açık olan bu süreçte, müzakerelerin iş dünyası açısından tek eksik bacağı, Türk vatandaşlarına yönelik zorunlu vize uygulamasıdır. İlerleyen süreçte, müzakerelerin tamamlanması ile birlikte Türkiye, taşımacılık sektöründe artık bir AB ülkesi gibi kabul edilecek ve böylece kota gibi uygulamalara muhatap bırakılmayacaktır. Bu da mevcut Gümrük Birliği ilişkisinin kronikleşen sorunlarından birine çözüm sağlayacaktır. Ancak taşıma kotaları kadar önemli olan vize sorununda da çözüme ihtiyaç vardır. Bu noktada vize alanında, çözümün Geri Kabul ve vize serbestliği diyaloğu çerçevesine sıkıştırılmaması büyük önem taşımaktadır.
5 SORUDA GÜMRÜK BİRLİĞİ’NİN REVİZYONU
İKV BİLGİLENDİRME NOTU
1-Gümrük Birliği’nin revizyonu ne anlama geliyor?
Söz konusu revizyon, Gümrük Birliği’nin işleyişinde var olan sorunların aşılması, Türkiye ile AB arasında ekonomik açıdan daha geniş bir entegrasyonun sağlanması anlamına gelmektedir.
2-Gümrük Birliği neden revize ediliyor?
Bilindiği üzere AB’nin ticaret politikasında yeni nesil serbest ticaret anlaşmalarının (STA) ivme kazanmasıyla, Türkiye’nin karar alma mekanizmalarında hak ettiği yeri alamaması, ülkemizin ticari ilişkilerinde olumsuz etkilere neden olmuş ve olmaktadır. Hele ki küresel ekonomide kuralları yeniden belirleme potansiyeline sahip olan TTYO, bir yandan Türkiye'nin ABD ile ticaret dengesini olumsuz etkileyecek, diğer yandan da Türk ürünlerinin AB ürünleri karşısında ABD pazarında rekabet imkanını azaltacaktır. Bunun ötesinde TTYO, Türkiye'nin dış ticaretinde çok önemli yere sahip olan bu iki ekonomiye olan mal ve hizmet ticareti ve yatırımlar alanında yeni belirlenecek düzenlemeler ve normlara göre hareket etmesini gerektirecektir. Bu şartlar altında Türkiye'nin halihazırda AB ile mevcut olan Gümrük Birliği ilişkisini güncellemesi, yaklaşan bu büyük değişime hazırlık açısından büyük önem taşımaktadır.
Bunun yanı sıra, Türkiye’nin Gümrük Birliği’nin işleyişine ilişkin yaşadığı ve artık kronikleşen sorunların aşılmasında, mevcut işbirliğinin revizyonuna ihtiyaç duyulmaktadır. Bu soruların arasında taşıma kotaları ile Türk vatandaşlarına yönelik zorunlu vize uygulaması gelmektedir.
3-Gümrük Birliği’nin revizyonu neler getirecek?
Hiç şüphesiz Gümrük Birliği’nin revizyonu, öncelikle Türkiye'nin değişen küresel ekonomi düzenine daha etkin şekilde entegrasyonunun önünü açacak, başta TTYO olmak üzere küresel ticareti yeniden şekillendiren girişimlerin bir parçası olmasını kolaylaştıracaktır.
Söz konusu girişim ayrıca mevcut ilişkinin kronikleşen sorunlarının aşılması için taraflara önemli bir fırsat sunması açısından önemlidir. Ayrıca Gümrük Birliği’nin kapsamına tarım, hizmetler ve kamu alımlarının dâhil edilerek güncellenmesi ile ekonomik ve ticari ilişkilerin derinleştirilmesi de söz konusu olacaktır.
4-Gümrük Birliği’nin revizyonu hangi aşamalardan oluşuyor?
Gümrük Birliği’nin güncellenmesine ilişkin müzakerelerin en erken 2016 yılında başlamasını beklemek doğru olacaktır.
İmzalanan Mutabakat Zaptını takiben, AB tarafı kendi müzakere pozisyonunu oluşturmak için harekete geçecek; bu kapsamda Komisyon tarafından hazırlatılacak etki analizi, Üye Devletlerle paylaşılacaktır. Üye ülkelerin etki analizine ilişkin görüşleri de alındıktan sonra, AB’nin pozisyonu oluşturulacak ve AB Konseyi, Avrupa Komisyonuna müzakere yetkisi verilecektir. Bu yetkinin ardından Türkiye ve AB taraflarının müzakere masasına oturmalarının en erken 2016 yılını bulması beklenebilir.
5-Türk özel sektörü revizyon sürecine nasıl hazırlanmalı?
1-Kamu ve özel sektör müzakere kapasitesinin oluşturulması: Bu süreçte kamunun yürüttüğü müzakerelerde mutlaka ama mutlaka özel sektörün desteğinin alınması gereklidir. Bu çerçevede güçlü bir kamu ve özel sektör müzakere kapasitesi oluşturulması gerekir.
2-Etkin bir kamu-özel sektör irtibat mekanizmasının oluşturulması: Yeterli ve her an yenilenen bir bilgi birikimi; hem kamu sektörü, hem de özel sektör kesimi için bu birikime erişim imkanı ve nihayetinde kamu – özel sektör irtibatını sağlayacak sağlam, sürekli bir mekanizmanın oluşturulması gereklidir. Bu çerçevede müzakereleri yürütecek kamu sektörü ekibine, özel sektörü temsilen bir temsilcinin dahil edilmesi hususunda ısrarcı olunmalıdır.
3- Özel sektörün kendi pozisyonunu belirlemesi: Tarım ve hizmetler sektörü hiç şüphesiz, önümüzdeki dönem yürütülecek ticaret diplomasisinin en zorlu alanlarından ikisidir. Buna ek olarak karşı tarafta bu alanlarda yürütülen müzakerelerde çok deneyimli ve kural koymaya alışkın bir müzakere tarafı olduğu unutulmamalıdır. “Başarılı” bir müzakere için, Türk özel sektörünün elinde, güçlü bir iradeye sahip, sağlam bir müzakere pozisyonu olması gereklidir.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
MAYIS 2015: AVRUPA GÜNÜ İKV TOPLANTISI
BASIN BÜLTENİ
9 MAYIS 2015
AVRUPA GÜNÜNDE AB ÜYELİĞİNE TAM DESTEK
İktisadi Kalkınma Vakfı’nın kuruluşunun 50. Yılı vesilesiyle, 9 Mayıs 2015 Cumartesi günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile AB Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır’ın katılımlarıyla, İKV Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Cihad Vardan’ın ev sahipliğinde, TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, İKV’nin kurucu kuruluş Başkanları İSO Başkanı Erdal Bahçıvan ve İTO Başkanı İbrahim Çağlar’n katılımları ile bit toplantı gerçekleştirildi. Toplantıda İKV tarafından yaptırılan, kamuoyundaki AB desteği ve halkımızın AB ile ilgili görüşlerini ortaya koyan, bugüne kadar ki en kapsamlı kamuoyu araştırmasının sonuçları açıklandı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin AB üyeliği sürecinde yaşanan gelişmeleri değerlendirdi. Erdoğan: “Bizim yeni Türkiye hedefimiz asla AB’den bağımsız bir hedef değildir. Avrupa’nın güvenliği, bizim batı sınırlarımızda değil doğu sınırlarımızda başlıyor. Türkiye, AB’de sadece siyasi değil ekonomik istikrarının da anahtarıdır.” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin yeni AB stratejisinin üç temel üzerine inşa edildiğini hatırlatırken, sözlerine şöyle devam etti: “Bu yeni vizyonun muhataplarımızda karşılık bulması ve benimsenmesi gerekiyor. İKV, 1965’ten bugüne kadar bu kapsamda örnek bir çalışma yürüttü. Bu katkının artmasına ihtiyaç var. Ulusal değil, uluslararası bazda bir kamu diplomasisine ihtiyaç duyuyoruz. Ben sizlere güveniyor ve inanıyorum.”
“12 yıl önce hiçbir fasıl açılmadığı halde bir mücadele başlattık. 15 üye vardı. Daha sonra alınan 13 üyenin Türkiye ile kıyaslanacak hiçbir tarafı yoktur. Tamamen siyasi karar verilmiştir.” Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkenin ihtiyacı olan reformların devam ettirileceğini vurgularken, 23 ve 24 numaralı fasıllar açılması konusunda, Avrupalı muhatapların Türkiye’ye hak verdiğine dikkat çekti.
AB Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır, AB müzakere sürecinin artık bir ekonomik reform meselesi olmaktan çıktığına dikkat çekti. Türkiye’nin 28 AB üye ülkesinin 22’sinden daha iyi durumda olduğuna dikkat çeken Bakan Bozkır, ülkemizin Kopenhag kriterlerine uygun reformları gerçekleştirildiğini vurguladı; “300 milyar dolarlık gümrük birliğine ulaşmak istiyoruz” dedi.
TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu ise, 9 Mayıs Avrupa Gününde gerçekleşen toplantıda “AB’ye bakışımız kazan-kazan esasına dayanmaktadır. Bu süreçte toplumun tüm kesimleri kazanacaktır” dedi. Sözlerine “TOBB olarak 50 yıldır İKV’nin vizyonuna sahip çıkıyor ve destek oluyoruz. AB üyesi birçok ülke, Maastricht kriterlerini yakalayamazken, Türkiye bu kriterleri karşılıyor.” Vize serbestliği diyaloğunun bir an önce tamamlanması gerektiğini vurgulayan TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu, vize konusunda getirilen kısıtlamaların kabul edilemez olduğunu söyledi.
İKV Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Cihad Vardan, toplantının açış konuşmasında İKV tarafından Realta Araştırma Şirketi’ne, Türkiye genelinde AB’ye ilişkin bilgi ve farkındalık düzeyinin belirlenmesi ile Türkiye’de AB üyeliğine destek konusundaki görüşlerin incelenmesi amacıyla yaptırılan kamuoyu araştırma çalışmasının sonuçlarını şu şekilde özetledi:
“AB’yi duyuyoruz; ama bilmiyoruz.”
Araştırmaya katılan her 5 kişiden 4’ü AB’yi daha önce duyduğunu ifade etmekle birlikte, katılımcıların %85’i AB hakkında ‘hiç’ veya ‘biraz’ bilgi sahibi olduğunu belirtmiştir. Bu durum Türkiye kamuoyunda AB konusunda genel olarak bilgi eksikliğinin bulunduğuna işaret etmektedir.
AB hakkında bilgi düzeyinin coğrafi dağılımına bakıldığında, Türkiye’nin batısından doğusuna gidildikçe AB’ye ilişkin bilgi düzeyinin azaldığı görülmektedir. Bunun yanında genç nüfusta AB bilinirliğinin daha fazla olduğu görülmekte, yaş ilerledikçe AB hakkındaki bilgi seviyesi düşmektedir.
“AB’yi medyadan ve internetten takip ediyoruz.”
Araştırma AB hakkında yaygın bilgi kaynaklarının geleneksel medya araçları (televizyon, gazete, radyo) ile internet olduğunu göstermektedir. Her ikisi birlikte AB hakkındaki bilgi kaynaklarının neredeyse %80’ine denk gelmektedir. Bilgi kaynaklarına ilişkin şaşırtıcı bir diğer sonuç ise, Türk ve AB resmi kurumlarının AB konusunda bilgi kaynağı kullanımının son derece düşük olduğudur.
“Türkiye’nin AB üyeliğini destekliyoruz ama üyeliğe olan inancımız azalıyor.”
Türkiye’de kamuoyu AB üyeliğini desteklemekle birlikte, Türkiye’nin AB’ye üye olacağına inanmamaktadır. Araştırma sonuçlarına göre, Türkiye’de AB üyeliğine destek %61,8 iken, Türkiye’nin AB üyesi olacağına inananların oranı sadece %30’dur. Benzer şekilde araştırma katılımcılarının %73’ü de Türkiye’nin AB üyeliğine olan inançlarının azaldığını ifade etmektedir.
“Türkiye’nin AB üyeliğini destekliyoruz, ama kısa zamanda üye olmayı beklemiyoruz.”
Araştırmaya katılanların %77’si önümüzdeki beş yıl içinde Türkiye’nin AB üyesi olmasını beklememektedir.
“Gençler AB üyeliğinden daha umutlu”
45 yaşın altındaki nüfusun AB üyeliğinin gerçekleşeceği konusunda daha umutlu olduğu görülmektedir.
“AB üyeliğine desteğin nedenleri: Ekonomik gelişmişlik düzeyinin artması ve serbest dolaşım”
Katılımcılarının yaklaşık yarısı, Türkiye’nin AB üyeliğini refah ve ekonomik gelişmişlik düzeyinin artması ile serbest dolaşım imkânlarına erişim sağlanacağı gerekçeleriyle desteklemektedir.
“Temel kaygı: Taraflı yaklaşım ve kimlik”
Araştırma sonuçları AB üyeliğini desteklememe sebeplerinin başında AB’nin Türkiye’ye yönelik uyguladığı çifte standartlı yaklaşımı göstermektedir. Aynı zamanda, her 4 katılımcıdan 1’i AB üyeliğinin Türk kültür ve kimliğine zarar vereceği kaygısını taşımaktadır.
“AB üyeliği ekonomik açıdan yararlı”
Araştırma katılımcılarının yaklaşık yüzde 65’i Türkiye’nin AB üyeliğini ekonomik açıdan yararlı bulmaktadır. Bunun yanında araştırmaya katılan her 3 kişiden biri Türkiye’nin ekonomik açıdan AB’ye ihtiyacı olmadığını düşünmektedir.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
NİSAN 2015: AP ERMENİ KARARI
İKV BASIN AÇIKLAMASI
19 NİSAN 2015
AP, Ermeni kararıyla ilişkilerde yeni bir Kıbrıs Vakası daha mı oluşturmak istiyor?
"Avrupa Parlamentosu (AP), 15 Nisan 2015 tarihinde yapılan oylama ile sözde 'Ermeni Soykırımının 100'üncü Yıldönümü' başlıklı karar taslağını oy çokluğuyla kabul etmiş; ne yazık ki bir kez daha Türkiye'ye yönelik ayrımcı ve tek taraflı yaklaşımını ortaya koymuştur.
Her ne kadar Parlamento bu konuda daha ağır talepler içeren benzer kararları 1987 yılından itibaren müteaddit defalar kabul etmiş olsa da, AP'nin bu son karara imza atmasıyla akla gelen ilk soru, AB'nin Türkiye - AB ilişkilerinde yeni bir Kıbrıs Vakası mı oluşturmak istediğidir?
50 yıldır Türkiye’nin Avrupalılaşma serüvenini yakından takip eden, sürece arzu edilen ve hak ettiği ivmeyi kazandırma çabasında olan İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) olarak, 1915 olaylarına ilişkin yaşanan ve artık kronikleşen bu tartışmaların, sadece Türkiye-AB ve Türkiye-Ermenistan ilişkileri açısından değil, ülkemizin uluslararası arenadaki saygınlığı ve uluslararası toplumla olan ilişkileri açısından da zedeleyici olduğuna inanıyoruz.
Konunun sürekli olarak siyasi ve diplomatik boyutlarıyla, tek taraflı bir bakış açısından Türkiye’nin önüne getiriliyor olması sorunun kalıcı çözümüne hiçbir şekilde fayda sağlamadığı gibi, meselenin çözümünü de sekteye uğratmakta ve çok daha karışık bir hale getirmektedir. Bu çerçevede, 1915 olaylarının objektif bir biçimde ve tarihsel gerçekler ışığında değerlendirilmesinin, sorunun çözümüne kalıcı katkı sağlayacağına inanıyoruz. İKV olarak, tarafların 1915 olaylarını kendi ulusal hafıza kayıtlarını dikkate alarak değerlendirmeleri, hafızaların uyuşmadığı hallerde ise, akademik çalışmaların önem kazanmasına imkân verilmesi gerektiğini hatırlatmak istiyoruz.
Unutulmamalıdır ki Türkiye, 1915 olaylarına ilişkin Osmanlı arşivlerinin büyük bir kısmını araştırmacıların kullanımına açarak, bu yöndeki eleştirileri gidermeye dönük adımları atmıştır. Her vesileyle de Türkiye, arşivlerin taranması konusunda araştırmacılara çağrısını yenilemektedir. Bu noktadan sonra, konunun bilimsel kriterlere uygun bir şekilde araştırılması ve sonuca varılmasında fayda vardır.
Bunun yanı sıra, AP kararında ileri sürülen Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına dair Sözleşme 1948 tarihli olup, Sözleşme'nin geriye dönük olarak uygulanamayacağını tekrar hatırlatmakta fayda görüyoruz. Kaldı ki, Sözleşmede de ifade edildiği üzere bir eylemin 'soykırım' olarak nitelendirilmesi için taraflarca tanınan ulusal veya uluslararası bir mahkemenin kararına ihtiyaç bulunmaktadır.
Altında yatan neden veya nedenler her ne olursa olsun, hiç şüphesiz 1915 olayları bir 'ortak acıdır'.
Bu acının Türkiye'de, 2014 yılında Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından, en yüksek perdeden dillendiriliyor ve paylaşılıyor olmasının, özellikle taraflar arasındaki ihtilafların çözümüne olumlu katkı sağlaması beklenirken, AP tarafından kabul edilen bu karar, maalesef ilişkileri ve gösterilen niyet ve iradeyi zedelemektedir.
Hal böyle olunca AP'nin gösterdiği bu tutum, BM nezdinde sorun çözülmeden Güney Kıbrıs'ın AB üyesi yapılarak Kıbrıs meselesinde telafisi zor bir durumun ortaya çıkmasına sebep olan ve 'hatalı' olduğu kendileri tarafından da kabul edilen kararı bizlere hatırlatmaktadır. Bu yanlış karar neticesinde Türkiye, bugün halen müzakere sürecinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin vetosuyla karşılaşmakta; tek taraflı olarak bloke edilen fasıllar sebebiyle süreçte yol alamamaktadır.
AP'nin benzer nitelikteki bu yeni kararı, dünyanın barışa her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğu günümüzde, bölgede gerilimi sürekli yüksek tutan ve ülkemizin uluslararası toplumla olan ilişkilerine zarar veren bu kalıcı sorunun çözümüne hiçbir fayda sağlamayacaktır.
Parlamento'da kabul edilen son karar neticesinde Türkiye - AB ilişkileri ciddi anlamda yara almıştır. AP’nin böylesi bir karara imza atarken, doğrudan kendisiyle ilgili olmayan bir konu ile alakadar olması yerine, AB ile müzakere yürüten Türkiye ile ilgili bir konuda, bölgede yeni bir kaos oluşturacak bir durumun ortaya çıkmasına mahal vermemeye çalışmasını görmek isterdik. Hatta böyle bir karar öncesinde Parlamento'nun, Birlik üyesi kimi ülkelerin tarihindeki benzer vakaları da hatırlamasını ve dikkate almasını arzu ederdik.
Sonuç olarak ifade etmek gerekir ki; İKV olarak gerek 1915 olaylarına ilişkin geçtiğimiz yıllarda atılmış cesur adımların, gerekse Türkiye'nin yaşanan acıları anlamaya yönelik gösterdiği özgüvenin konunun muhataplarınca unutulmaması ve samimiyetle karşılanmasını arzu ediyor ve tüm tarafların benzer adımları atmasını temenni ediyoruz.
Kanımızca en etkili yöntem, Türkiye ve Ermenistan arasında kesintiye uğrayan yakınlaşma sürecinin yeniden başlatılması ve bugünün insanları için yeni fırsatlar yaratacak işbirliklerinin önünün açılması olacaktır.”
Ömer Cihad Vardan
İktisadi Kalkınma Vakfı
Yönetim Kurulu Başkanı
NİSAN 2015: SCHULZ ZİYARETİ
İKV BASIN DUYURUSU
9 NİSAN 2015
İKV BAŞKANI ÖMER CİHAD VARDAN:
“SCHULZ’UN TÜRKİYE’NİN AB ADAYLIĞINA VURGU YAPMASI ÖNEMLİDİR”
Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz’un ziyareti, seçim ortamına giren ülkemiz açısından önemlidir. Dünyanın tek doğrudan seçilen uluslarüstü Parlamentosu olan Avrupa Parlamentosu Başkanı’nın seçimler öncesine rastlayan ziyareti, AB’nin demokrasi ve halkın iradesine verdiği değeri ve desteği teyit etmektedir.
Schulz’un yanında Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi Başkanı Anne Brasseur’ün de Türkiye’ye gelmesi kritik bir mesaj içermektedir. Avrupa’nın iki demokratik kurumunun en üst düzey temsilcileri Türkiye’nin Avrupa değerleri doğrultusunda ilerleyişine devam etmesi arzularını vurgulamıştır.
Ziyareti öncesinde Schulz Türkiye’nin AB’nin kilit bir stratejik, siyasi ve ekonomik partneri olmasının ötesinde, AB üyeliğini hedefleyen bir aday ülke olduğunu hatırlatmıştır. Schulz, bu adaylığı ciddiye aldığını belirtmiş ve AB ve Türkiye arasında karar alıcılar, parlamenterler ve sivil toplum düzeyinde sürekli diyaloğun önemine dikkat çekmiştir.
Schulz’un gerçekleştirdiği görüşmelerde ele alınan konular –Ortadoğu’daki jeopolitik gelişmeler, Suriyeli sığınmacılar, Türkiye’de reform süreci, vize liberalizasyonu, Kıbrıs görüşmeleri-, Türkiye ve AB’nin ne kadar ortak yarar ve işbirliği alanını paylaştığını bir kez daha ortaya koymaktadır.
Schulz’un Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve AB Bakanı Volkan Bozkır ile gerçekleştirdiği görüşmelerde gündeme gelen ekonomik ve parasal politika ile ilgili 17 numaralı faslın açılması, kuşkusuz ki Türkiye’nin AB katılım müzakerelerine yeni bir soluk getirecektir. Kıbrıs’ta yeniden başlaması muhtemel olan görüşmelerin, Kıbrıs sorunu ile ilgili blokajların kaldırılmasına yol açması ve müzakere sürecinin hız kazanması en büyük umudumuzdur.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
MART 2015: KIBRI MÜZAKERE SÜRECİ
İKV BASIN DUYURUSU
31 MART 2015
KIBRIS MÜZAKERELERİNDE YENİ FIRSAT PENCERESİ
GKRY’nin “Münhasır Ekonomik Bölge” (MEB) ilan ettiği 9’uncu parselde sondaj çalışmaları yürüten İtalyan ENI ve Güney Koreli KOGAS konsorsiyumunun platform gemisi SAIPEM 10000’in bölgeden ayrılması üzerine, KKTC adına sismik araştırmalar yürüten Barbaros Hayreddin Paşa sismik araştırma gemisi de bölgeden ayrıldı. Yaşanan bu gelişmeye ilişkin KKTC Dışişleri Bakanı Özdil Nami tarafından yapılan açıklamada, iyi niyet göstergesi olarak Barbaros sismik araştırma gemisinin Türkiye’ye dönmesine karar verildiği ifade edildi.
Hatırlanacağı üzere, SAIPEM 10000 platform gemisinin 9’uncu parsele girmesinin ardından Türkiye ve KKTC, Rum tarafını müzakerelerin sürdüğü bir dönemde tek yanlı adımlar atmamaya davet etmiş; buna rağmen bölgede sondaj çalışmalarına başlanmasının ardından KKTC, anlaşmalar kapsamında sismik araştırma yapacağını duyurmuştu. 7 Ekim 2014 tarihinde GKRY Lideri Anastasiadis, KKTC Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu ile yapacağı görüşmenin hemen öncesinde, BM gözetimindeki müzakerelerden tek yanlı olarak çekildiklerini açıklamıştı. Geri çekilme sebebi olarak GKRY, hidrokarbon kaynakları üzerindeki anlaşmazlığı ve MEB’indeki sondaj çalışmalarına müdahale edildiğini göstermiş ve Barbaros’un MEB’inden ayrılmadığı sürece müzakere masasına geri dönmeyeceğini açıklamıştı.
Yaşanan bu gelişmelerin Kıbrıs’ta birleşme müzakereleri için olumlu bir adım olduğunu ifade eden İKV Uzmanı Yeliz Şahin, platform gemisi SAIPEM 10000’in ardından sismik araştırma gemisi Barbaros’un da bölgeden ayrılması ile GKRY’nin müzakere masasını terk etme gerekçesinin de ortadan kalktığı yorumunda bulundu. 6 Nisan 2015 itibariyle Türkiye’nin bölgede deniz trafiğini kontrol altında tutan seyrüsefer talimatının (NAVTEX) süresinin de dolmakta olduğunu hatırlatan İKV Uzmanı Şahin, bu gelişmeleri Ada’da birleşme müzakerelerinin yeniden başlaması için bir fırsat penceresi olarak değerlendiriyor. Bu fırsatın kaçırılmaması gerektiğine vurgu yapan İKV Uzmanı “GKRY’nin bu fırsatı değerlendirip müzakere masasına dönmesi gerekmektedir. Müzakerelerin KKTC Cumhurbaşkanı ve GKRY liderinin üzerinde uzlaştığı ve 11 Şubat 2014 tarihli Ortak Açıklama metninde ortaya koyulan ilkeler ve hedefler temelinde ilerlemesini ümit ediyoruz” dedi.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
MART 2015: AB TRAFİK KAZASI VERİLERİ
İKV BASIN AÇIKLAMASI
25 MART 2015
TRAFİK CANAVARI HER YERDE
TRAFİK KAZALARI BİLANÇOSUNDA TÜRKİYE VE AVRUPA KARŞILAŞTIRMASI:
2014’te 507 milyonluk AB’de 25.700 kişi hayatını kaybederken, Türkiye’de ilk 7 aylık verilere göre 1556 can kaybı meydana geldi
Avrupa Komisyonu tarafından açıklanan verilere göre, AB ülkelerinde 2014 yılında toplam 25.700 kişi trafik kazalarında hayatını kaybetti. 2013 yılına göre trafik kazalarında ölüm oranları yaklaşık yüzde 1 azaldı. Avrupa Komisyonu’nun Ulaştırmadan Sorumlu Üyesi Violeta Bulc’un yaptığı açıklamada, trafik kazaları ölüm oranlarında üye ülkeler arasında önemli farklılıklar olduğuna dikkat çekti. 2014 yılında trafik kazalarında ölüm oranları Malta, Hollanda, İsveç ve İngiltere’de 1 milyonda 30 iken; Bulgaristan, Letonya ve Litvanya’da bu oran 1 milyonda 90’ın üzerinde gerçekleşti.
Türkiye’de ise, Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik Hizmetleri Daire Başkanlığı’nca hazırlanan trafik kazaları istatistiklerine göre, Türkiye’de 2014 Ocak-Temmuz döneminde 1556’sı ölümlü, 90.920’si de yaralamalı 208.355 trafik kazası meydana geldi. Trafik kazalarının yüzde 76,42 oranla şehir içinde meydana geldiği görülen istatistiklerde, ölümlü ve yaralanmalı kazaların yüzde 71,40'ının şehirlerarası yollarda meydana geldiği belirlendi.
AB 2020 hedefleri çerçevesinde, trafik kazalarına ilişkin toplam 7 tane hedef belirledi: tüm araçlar için gelişmiş güvenlik kuralların uygulanması, daha güvenli bir yol altyapısının geliştirilmesi, akıllı teknolojilerin geliştirilmesi, sürücüler için eğitimin güçlendirilmesi, daha iyi uygulama, bir yol yaralanma hedefinin belirlenmesi. Türkiye ise, 2035 hedefleri doğrultusunda karayollarında eğitimlerin artırılması ile kazaların üçte iki oranında azaltılmasının sağlanmasını öngörüyor.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
MART 2015: ALMANYA`DAN VİZE KONUSUNDA ÖNEMLİ KARAR
İKV BASIN DUYURUSU
23 MART 2015
Almanya'dan Türk Vatandaşlarına Vize Konusunda Önemli Karar Çıktı
Almanya’nın Aşağı Saksonya Eyalet Meclisi’nde, Türk vatandaşları için vizesiz Avrupa yolunda önemli bir gelişme yaşandı. 15 Temmuz 2014 tarihinde Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Yeşiller Partisi’nin, Türk vatandaşlarına yönelik vize uygulamasının kaldırılması için Aşağı Saksonya Eyalet Meclisi’ne verdiği önerge, 18 Mart 2015 tarihinde Genel Kurul’da yapılan oylamada, Almanya Başbakanı Angela Merkel’in partisi Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) ile Hür Demokrat Parti'nin de (FDP) desteğiyle kabul edildi.
Önergenin Eyalet Meclisi’nde kabul edilmesiyle birlikte vize uygulamasının kaldırılması tartışmalarının Alman Federal Hükümeti’nin gündemine taşınması bekleniyor.
İKV Başkanı Vardan: "Almanya'dan vize konusunda olumlu bir karar; hem de Korca Davasının yıldönümünde"
Alman Eyalet Mahkemesindeki oylamaya ilişkin açıklamada bulunan İKV Başkanı Vardan, 1980li yıllardan bu yana AB üye ülkeleri tarafından Türk vatandaşlarına yönelik zorunlu vize uygulaması ve bunun yarattığı sorunların son yıllarda Türkiye-AB müzakere sürecinin önemli bir gündem maddesini oluşturduğunu söyledi. Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşmasının Aralık 2013 tarihinde imzalanması ardından taraflar arasında başlatılan vize serbestliği diyaloğunda, Türkiye'nin gerekli kriterleri yerine getirmesi halinde Türk vatandaşları için vizesiz Avrupa'nın kapılarının açılacağını hatırlatan Başkan Vardan şunları söyledi:
"Vize serbestliği diyaloğu sürecinde ilk kritik dönemeç Ekim 2014 tarihinde alındı ve Avrupa Komisyonu yayımladığı vize serbestliği diyaloğu değerlendirme raporunda, Türkiye'nin ilgili kriterlerin birçoğunda ilerleme kaydettiğini ifade etti. Ancak görülüyor ki Türkiye'nin mücadelesi sadece Komisyon nezdinde değil, üye ülkelerde de devam ediyor. Almanya'da Federal Mahkemenin aldığı bu karar oldukça önemli. Çünkü bu karar Almanya'da bir eyalet tarafından Türk vatandaşlarına yönelik vize sorunu konusunda alınmış ilk karar. Hele ki bu ilk kararın Başbakan Merkel'in lideri olduğu CDU tarafından da desteklenmesi çok değerli".
Başkan Vardan şöyle devam etti:
"AB ülkelerinin iç siyasetinde Türk vatandaşları için vizesiz Avrupa konusunda olumlu bir havanın oluşmasını, konunun siyasi ve hukuki boyutları kadar önemsemek gerekiyor. Avrupa’da kamuoylarının karar vericileri bu yönde etkilemesi büyük önem taşıyor. Almanya’da muhafazakâr eğilimli CDU’nun da desteğiyle kabul edilen bu önerge ve diğer AB ülkelerinde verilecek benzer kararlar, hiç şüphesiz vize serbestliği yolunda Türkiye’nin elini güçlendirecektir".
Geçen yıl Nisan ayında Türk işadamı Osman Nuri Korca'nın, 2010 yılında Almanya'nın Duisburg havalimanından geri çevrilmesine ilişkin Berlin Yüksek İdare Mahkemesine açtığı tespit davasını kazandığını hatırlatan İKV Başkanı Vardan: "Korca Davasının yıldönümünde yine Almanya'dan vize konusunda olumlu bir haberin gelmesi oldukça ilginç. Hatırlayacaksınız Almanya, kişilerin serbest dolaşımına ilişkin Türk vatandaşlarının ABAD’a taşıdığı çok önemli ve emsal niteliğindeki iki dava olan Soysal ve Demirkan davalarının da tarafı konumunda olan üye ülke. Yine Türk vatandaşlarına yönelik vize konusunda ABAD'da karara bağlanan 50'nin üzerindeki davanın 30'dan fazlasında Almanya taraf ülke".
Türk vatandaşlarının vizesiz Avrupa serüvenin de Almanya'nın kritik öneme sahip olduğunu vurgulayan Başkan Vardan şöyle devam etti: "Türkiye ile karşılıklı dış ticaret hacminin 40 milyon dolar’a yaklaştığı ve ekonomik, sosyal ve kültürel etkileşiminin yoğun şekilde sürdüğü Almanya, her zaman Türk vatandaşları için vizesiz Avrupa hayallerini doğrudan etkileyen bir ülke olmuştur".
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
MART 2015: AB-TÜRKİYE ENERJİ DİYALOĞU
İKV BASIN DUYURUSU 18 MART 2015
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI |
MART 2015: ULUDAĞ EKONOMİ ZİRVESİ
BASIN BÜLTENİ
Başkan Vardan Uludağ Ekonomi Zirvesi’nde
14 Mart 2015
İKV ve DEİK Başkanı Ömer Cihad Vardan, 13-14 Mart 2015 tarihlerinde Bursa’da gerçekleştirilen 4. Uludağ Ekonomi Zirvesi’ne katıldı.
İKV ve DEİK Başkanı Ömer Cihad Vardan, 13-14 Mart 2015 tarihlerinde dördüncüsü gerçekleştirilen Uludağ Ekonomi Zirvesi’ne katıldı. Zirve’nin “Afrika: Fırsat kapısı” başlıklı panelinde bir konuşma yapan İKV ve DEİK Başkanı Vardan, katılımcılara Afrika’da Türk iş dünyası için mevcut fırsatlar, Afrika’da iş yapmanın püf noktaları ve 2023 hedefleri doğrultusunda Afrika’dan beklentiler konularında bilgi verdi.
Afrika'nın, Türkiye ve dünyanın hemen her ülkesi için çok önemli olduğunu, bazı ülkelerin de bu coğrafyanın önemini daha yeni anlamaya başlandığını söyleyen Başkan Vardan, Afrika’da toplam nüfusun 1 milyara yakın olduğunu, 2060’lara kadar bu nüfusun ikiye katlanmasının beklendiğini ifade etti. Dünyaca ünlü The Economist dergisinin 13 yıl arayla basılmış kapaklarını katılımcılar ile paylaşan Başkan Vardan, yıllar öncesindeki bir kapakta Afrika'nın "Ümidi olmayan, çok sıkıntılı bir kıta" olarak tanımlandığını, daha sonra 2 Mart 2013 tarihli kapakta ise Afrika'nın fırsatlarından bahsedildiğine dikkat çekti. Afrika'ya yönelik benzer durumun Türkiye'de bürokrasi ve dış temsilciliklerde de vaki olduğunu vurgulayan Vardan “90’lı yılların başlarında ve ortalarında biz MÜSİAD olarak Afrika’ya gitmek istediğimizde büyükelçilerimiz ve diğer yetkililer oraya niye gitmek istediğimizi sorguluyorlardı; 'burada vakit kaybetmeyin' diyorlardı. Şimdi ise durum 180 derece farklı. Tüm büyükelçilerimiz bizleri Afrika'ya davet ediyor ve fırsatları kaçırmayalım diye adeta yalvarıyorlar” dedi.
Konuşmasında insanın olduğu her yerde ihtiyaçların bulunduğuna dikkat çeken İKV ve DEİK Başkanı Vardan, Türk firmalarının yaptıkları yatırımlar, ürettikleri mallar ve verdikleri hizmetler ile Afrika’da büyük iş potansiyeli imkanlarına sahip olduğunu sözlerine ekledi.
Afrika'da sadece ticaret değil yatırım işbirliklerine de önem verilmesi gerektiğine de değinen İKV ve DEİK Başkanı, Türk özel sektörünün tek resmi yetkili temsilcisi DEİK olarak, mevcut 121 iş konseyinin 22’sinin, Afrika kıtasındaki ülkelerde bulunduğunu ve DEİK olarak Büyükelçiliklerimizin bulunduğu her ülke de yeni bir iş konseyi oluşturmayı hedeflediklerini ifade etti. Buna göre 39 olan Büyükelçiliklerimizin sayısına ulaşmak üzere 17 ülkeyle daha iş konseyi kurulacağını söyledi. Mevcut ve yeni iş konseyleri ile Türk iş dünyasının Afrika ile birebir ve daha yakın işbirliği içerisine gireceğini kaydeden Vardan, bunun Türkiye’nin ve Türk iş dünyasının Afrika’daki itibarını artıracağına dikkat çekti.
Başkan Vardan konuşmasında ayrıca şunları söyledi; “Hepinizin malumu olduğu üzere Afrika 2000’den sonra küresel ilgiyi üzerine çekti. Kıtada etkinlik gösteren ülkelere ilaveten Çin, Hindistan, Brezilya gibi ülkeler de Afrika’da aktif olma çabasına girdiler. İngiltere, Fransa gibi aktörler kıtada daha çok güvenlik kaygıları merkeze alarak siyasi ve askeri angajmanlara girerken yeni aktörler daha çok ekonomik menfaatler ile hareket etmeye başladılar. Bazı ülkeler Afrika için özel ordular kurarken, bazıları da Afrika’da yerleşik askeri üstler kurdular” dedi.
İKV ve DEİK Başkanı Ömer Cihad Vardan’ın konuşmacı olarak katıldığı panelde ayrıca, Mozambik'in Maputo Belediye Başkanı Başdanışmanı Irene Tomas Boane; Kenya Shah Group CEO’su Vimal Shah; Zambia eski Ekonomi Bakanı ve iş adamı Situmbeko Musokotwane ile Tosyalı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Fuat Tosyalı da birer konuşma gerçekleştirdi.
13-14 Mart 2015 tarihlerinde Bursa’da gerçekleştirilen Uludağ Ekonomi Zirvesi, Türkiye’nin en önemli ekonomi buluşmalarından bir tanesi. 25’i yurt dışından olmak üzere 65 konuşmacıyı bir araya getiren Zirve’de bu yıl,Avrupa Birliği Merkez Bankası’nı sekiz yıl başarıyla yöneten ECB Eski Başkanı Jean Claude Trichet; Time Dergisi tarafından 2013 yılında dünyanın en önemli 100 kişisinden biri olarak gösterilen Google Ideas CEO’su Jared Cohen ve Almanya’nın en çok satan gazetelerinden Bild Gazetesi Yayın Yönetmeni Kai Georg Diekmann da birer konuşma yaptı. Zirve de ayrıca ekonomi ve siyaset dünyasına yön veren birçok isim düzenlenen panellerde katılımcılara bilgi verdi.
MART 2015: AVRUPALI TÜKETİCİ OLMAK
İKV BASIN AÇIKLAMASI
13 MART 2015
15 MART DÜNYA TÜKETİCİLER GÜNÜ
“AVRUPALI” TÜKETİCİ OLMAYA HAZIR MISINIZ?
BM tarafından alınan bir kararla 1985 yılından bugüne 15 Mart Dünya Tüketiciler Günü olarak kutlanıyor. Bugüne kadar “Avrupalı” tüketici olmak adına örnek aldığımız ve yasalaşan değişikliklerin farkında mısınız?
İktisadi Kalkınma Vakfı Tüketicinin ve Sağlığın Korunması Politikası’ndan sorumlu uzmanı İlge Kıvılcım’a göre, AB Tüketici Politikası’nın Türkiye’deki en önemli getirisinin 28 Mayıs 2014’te uygulanmaya başlanan “Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun” olduğunu ifade ediyor. Kıvılcım, eski Kanunda yapılan değişikliklerle tüketicinin sağlığı, güvenliği ve ekonomik çıkarını gözeten bir yaklaşımla AB standartlarında bir çerçevenin oluşturulmasında önemli bir adım atıldığını belirtiyor. Kıvılcım, AB’de tüketici harcamalarının, GSYİH’nin yüzde 56’sını oluşturduğuna dikkat çekiyor ve kanunla tüketicinin hakkını arama yollarının basitleştirildiğine, her türlü sözleşme ve ödemelerde tüketicinin önceden bilgilendirilmesi koşuluna vurgu yapıyor.
Peki tüketicinin hayatında yeni kanun ile neler değişti?
Tüketici Sözleşmeleri, “açık, sade, anlaşılır bir dilde okunabilir” oldu. Aksi takdirde tüketici lehine işlem uygulanmakta.
Bankalarda, kredi kartı üyelik ücreti, hesap işlem ücreti, dosya ücreti gibi ek ödeme zorunluluğu kaldırıldı.
Konut kredisinde erken ödeme ücreti yüzde 1’e inerken ödemelerin sadece banka üzerinden yapılması sağlandı.
Tüketici kredilerinde faiz oranları sabit, değişken veya aynı kredi için her iki yöntem esas alınarak belirleme koşulu getirildi.
Tüketici kredi sözleşmelerinde imza öncesi tüketicinin en az bir gün önce bilinçlendirilmesi koşulu getirildi. Tüketici kredilerinde yanıltıcı bilgi olmayacak.
Abonelik sözleşmelerini feshetme veya uzatma kolaylaştırıldı.
Ayıplı ve hatalı mal ayrı ele alınmak üzere yeniden tanımlandı. Ayıplı malda 30 günlük ihbar süresi kalkarken, ayıplı malın onarımı talep edilebildiği gibi onarım üreticiye ait oldu.
Kusurlu malın sorumluluğu yine üreticide olacak. Kusursuz mal tanımında, güvenlik temel koşul olarak belirlendi. Tüketici bu ürünü değiştirme, iade hakkını elinde bulunduruyor.
Fiyat etiketinde tüketici lehine olan durumlar artırıldı.
Paket tur ve tatil sözleşmelerinde tüketicinin en az bir gün önce bilgilendirilmesi koşulu getirildi.
Kullanım kılavuzlarında Türkçe dili zorunlu hale getirildi.
Sermayesiz kapıdan satış tarih oldu (en az elli bin TL).
Mesafeli sözleşmelerde cayma hakkı 30 gün; diğer sözleşmelerde 14 gün oldu.
Taksitli satışlarda gerekçesiz 7 gün içinde cayma hakkı tanındı.
Kampanyalı satışlar, konut veya tatil amaçlı taşınmazların ön ödemeli satışlar için resmi yollar gerekli kılındı. Taşınmazlar için cayma hakkı 14 gün; teslim süresi 36 aya çıkarıldı.
Yanıltıcı reklamlar ve ticari uygulamalara son verildi.
Hakem heyetlerinin, sadece il merkezlerinde veya ilçelerde kurulacağı belirlendi.
AB tam üyeliğinin gerçekleşmesi halinde de Türk tüketicisinin günlük hayatına etkilerinin oldukça kapsamlı olacağını belirten Kıvılcım, mevcut süreçte yeni kanunun Türk tüketicisine yansımalarının, Türkiye’de etkin bir piyasa gözetim ve denetim mekanizmasının oluşturulmasında saklı olduğunun da altını çiziyor.
Avrupa Pazarı’na tam entegre olmuş bir Türkiye’de ayrıca şu gelişmeler de bekleniyor:
Yüksek kalite standartları ile rekabetçi bir ortamda ürün ve hizmet seçenekleri artacak ve tüketici için fiyatlar düşecek.
Tüketici hakları örgütleri, AB’nin ortak Tüketici Politikası altında güçlendirecek.
Türk tüketicisi geniş pazarın yaratacağı imkanlardan ve AB’nin serbestleşmeye yönelik politikalarından faydalanabilecek.
Satın aldığımız ürünlerin kalitesinden, güvenliğinden ve sağlığı tehdit etmediğinden emin olmamızı sağlayan teknik standartlar sunulacak.
Elektrikli ev aletlerinde güvenilir enerji tasarrufu olacak.
Kimyasal madde barındıran oyuncaklar, bebek ürünleri ve kozmetik ürünler gibi günlük hayatta kullanılan ürünlerin sıkı kontrol sistemleriyle AB pazarına girmeleri engellenecek. Diğer AB üyeleriyle koordinasyonlu tehlikeli ürün listesi görülebilecek.
İçecek ve gıda ürünlerinde bulunan tüm maddeler tüketici için görünür kılınacak. Hatta üye ülkeler, gıda maddelerine nelerin konulabileceğini talep edebilecek. Örneğin meyve sularının içindeki şeker oranı ve meyve miktarı açıkça belirtilecek.
Ürün etiketlenmesinde tüketici bilgilendirilmesi Topluluk kapsamında olacak.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
MART 2015: ET ÜRÜNLERİ YENİ DÜZENLEME
İKV BASIN AÇIKLAMASI
13 MART 2015
ET ALIRKEN DİKKAT! YENİ DÖNEM BAŞLADI
Türk Gıda Kodeksi Et ve Et Ürünleri Tebliği’nde öngörülen değişiklikler 13 Şubat 2015 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanmıştı. Bu kapsamda 13 Mart 2015 tarihinden itibaren yeni bir döneme daha girildi.
Peki, 13 Mart 2015 tarihinden itibaren yeni dönemde işletmeler ve tüketiciler için neler değişiyor?
• Çiğ etler ve sakatat birbiriyle temas etmeyecek şekilde muhafaza edilerek sevk edilip satışa sunulacak.
• Perakende işletmelerde kıyma, hazırlanmış kırmızı et karışımları ve hazırlanmış kanatlı et karışımlarının üretimi yapılamayacak. Ancak tüketici talebi üzerine anında kıyma ve hazırlanmış et karışımları hazırlanabilir. Örnek olarak, kıyma ve köfte yapımı tüketicinin o anki talebi doğrultusunda hazırlanacak.
• Perakende işletmeler çiğ kanatlı etlerini (tavuk eti) hazır ambalajlı olarak satışa sunacak ve sadece o anki tüketicinin talebi üzerine parçalanarak satılabilecek.
• Lokanta, restoran, otel ve hazır yemek üreten işletmeler gibi son tüketiciye yemek hizmeti veren işletmeler son tüketiciye çiğ et ve çiğ durumda bulunan hazırlanmış et karışımları satışı yapamayacak.
• Perakende işletmelerde ısıl işlem görmüş sucuk, fermente sucuk, pastırma, sosis, salam gibi et ürünleri üretilemeyecek. Bu kapsamda onaylı et ürünleri üretim tesisleri haricindeki işletmelerde 01 Temmuz 2015 tarihinden itibaren et ürünleri üretimi yapılamayacak.
• Ürün etiketlerine ilişkin belirlenen kurallar; satış reyonları, reklam panoları, market katalogları, gazete reklamları ve sanal reklamlar gibi yollarla yapılan ürün tanıtımları için de geçerlidir.” hükmüne istinaden marketler, reklam, katalog ve satış reyonlarında, ürünün etiketinde bulunması yasak olan %100 dana, doğal, organik, kangal sucuk gibi etiketleme kurallarına uygun olmayan ifadeler kullanılamayacaktır.
• Et ve Et Ürünleri Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerin etiketlerinde;
-Ürün adları aynı renk, aynı yazı karakteri ve aynı puntoda olmak üzere bir bütün olarak ifade edilecek,
-Ürün etiketlerinde marka dâhil olmak üzere yüzde 100, yüzde 100 dana eti ya da yüzde 100 göğüs eti gibi ifadeler kullanılamayacak,
-Ürünlerin etiketinde ısıl işlem uygulanmış et ürünü, salam ve sosis ürünleri gibi (emülsifiye et ürünü) genel ürün grupları ürün adı olarak kullanılamayacak,
-Ürün etiketlerine ilişkin belirlenen kurallar; satış reyonları, reklam panoları, market katalogları, gazete reklamları ve sanal reklamlar gibi yollarla yapılan ürün tanıtımları için de geçerli olacak.
• Kavurma ve kıyma kavurmada tuz oranı kütlece en çok yüzde 3 olacak. Bu kapsamda piyasaya arz edilen ürünlerle ilgili faaliyet gösteren gıda işletmeleri için geçiş süresi 1 Ocak 2016 tarihine kadardır.
İKV Tarım, Kırsal Kalkınma ve Gıda Güvenliği Uzmanı Gökhan Kilit: “Bilindiği gibi AB müktesebatına uyum sürecinde özellikle gıda güvenliği konusunda önemli gelişmeler kaydeden Türkiye, 2010 yılında Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nu çıkartarak AB mevzuatına uygun olarak gıda güvenliği politikasını revize etti. Kanun’un yasalaşması, gıda güvenliği açısından bir dönemin başlangıcı oldu. Kanun kapsamında takip eden yıllar içerisinde yayımlanan yüzlerce yönetmelik ile hayvan sağlığı, bitki sağlığı, gıda güvenliği ve yem konularında AB standartlarına ulaşabilmek adına yeni düzenlemeler getirildi. Özellikle Türk Gıda Kodeksi Et ve Et Ürünleri Tebliği kamuoyundan olumlu tepkiler aldı. Et ve et ürünlerinde AB’ye uyum çerçevesinde hazırlanan Tebliğ ile çiğ et, kıyma, hazırlanmış et karışımları ve et ürünlerinin tekniğine uygun olarak üretilmesi, ambalajlanması ve piyasaya arzına ilişkin kurallar için geçiş süreleri belirlenerek yeni düzenlemeler getirildi. Yürürlüğe giren son değişiklikler ile perakende satış yerleri içinde yeni düzenlemeler getirilmiş oldu. Müzakere sürecinde özellikle Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı” başlığının 2010 yılında başlığın açılması itibariyle reformlara hız veren Türkiye, bu konudaki uyum çalışmalarına devam etmektedir. Başlık kapsamında gerçekleştirilen reformlar, tüketicilerimizin sağlıklı ve güvenli gıdaya erişimini sağlamakla beraber tarımsal işletmeler ve gıda sanayimizin rekabet gücünü de artırmaktadır.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
MART 2015: İÇ GÜVENLİK PAKETİ AB DEĞERLENDİRME
İKV BASIN AÇIKLAMASI
13 MART 2015
İÇ GÜVENLİK PAKETİ AB STANDARTLARINA UYGUN MU?
İç Güvenlik Yasa Tasarısı son aylarda Türkiye’nin gündeminden düşmüyor. Pakete ilişkin en tartışılan konu tasarının neler getireceği; merak edilen ise paketin AB standartlarına uygun olup olmadığı. Muhalefet “Paket AB standartlarına uyumlu değil” derken, iktidar ise paketin AB standartları gözetilerek hazırlandığını ifade ediyor.
TBMM Genel Kurulu’nda paketin görüşmeleri sürerken, 12 Mart’ta ilginç bir gelişme yaşandı. 5 bölümde 132 maddeden oluşan İç Güvenlik Paketi’nin 68. Maddesi ile 130. Maddesini kapsayan 63 maddelik kısmın İçişleri Komisyonu’na geri çekilmesine karar verildi. Böylelikle özellikle birinci bölümde yer alan 10 maddesi ile tartışmaların odağına oturan paketin ilk üç bölümünün yasalaşması öngörülüyor. Öte yandan, pasaport işlerinin Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yürütülecek olması ve pasaport edinim sürecinde kişisel verilerin tamamen sivil ve alanında uzmanlaşmış birimlere sunulacak olması ve verilerin elektronik ortamda depolanması gibi, Vize Serbestliği Yol Haritası ve ilerleme raporları kapsamında Türkiye’nin hanesine artı olarak yazılacak gelişmeleri de içeren 4. ve 5. bölümler, Komisyon’da tekrar ele alınacak.
İLERLEME RAPORLARI EKSENİNDE AB STANDARTLARI VE İÇ GÜVENLİK PAKETİ
Öncelikle şunu belirtmek gerek ki, iç güvenlik alanında bütüncül bir AB politikasından söz etmek mümkün değil. Ancak doğal olarak Avrupa Insan hakları rejimi normlarına uymak gerekiyor. Dolayısıyla Paket kapsamında yer alan ve geniş bir yelpazede yayılan uygulamalar konusunda da bütüncül bir AB politikası bulunmamaktadır. Her ne kadar makro düzeyde iç güvenliğe ilişkin kimi standartlar mevcut olsa da, AB bünyesinde üye ülkelerin yetki alanına giren iç güvenlik meselesi, üye ülkelerin kendi ulusal mevzuatları ile belirlenmekte. Uygulamalar farklı olsa da, AB üyesi devletlerdeki uygulamaların Avrupa insan hakları rejimi norm ve standartlarına uyumlu olması gerekiyor.
“UYUŞTURUCU İLE MÜCADELEDE OLUMLU ADIMLAR”
Avrupa Komisyonu’nun hazırladığı vize diyaloğu ilerleme raporlarında düzenli olarak Türkiye’nin uyuşturucu ile mücadelede bir strateji oluşturması isteniyor. Kanun tasarısının 5’inci maddesinde düzenlendiği üzere, sentetik kannabinoidler ve türevlerinin üretimine, ticaretine ve kullanımına yönelik caydırıcılık sağlanacak. Bu da önümüzdeki dönemde Avrupa Komisyonu ilerleme raporlarında ilgili fasla ilişkin değerlendirmelere olumlu yansıyacaktır. Benzer bir kriterin vize serbestliği yol haritasında da Türkiye’nin uyuşturucu ile mücadelesi kapsamında yer alacağını hatırlatmakta fayda var. Bonzaiye ilişkin madde, Paketin aylardır süren Meclis mesaisinde, muhalefet partileri ile iktidarın evet oyuyla hızlı bir şekilde kabul edilmişti.
“SINIR GÜVENLİĞİNDE YENİ DÖNEM”
İç Güvenlik Paketi çerçevesinde bir takım düzenlemeler, Türkiye-AB Vize Serbestliğine İlişkin Yol Haritası’nın göç yönetimi bloğu kapsamında talep edilen entegre sınır yönetimi, sınırdaki yetkili kurumlar arası işbirliği ve vize politikalarına ilişkin kriterlere uyuma yönelik. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı sınır kontrol birimlerinin (Jandarma ve Sahil Güvenlik teşkilatları) İçişleri Bakanlığı’na bağlanması ile, sınır kontrollerinde sivil denetimin ve kapasitenin artırılması, Türkiye’nin AB ile yürüttüğü vize serbestliği diyaloğu sürecinde Avrupa’nın Türkiye’den atmasını talep ettiği bazı adımları oluşturuyor.
Tasarıdaki bu maddelerin yasalaşması halinde Avrupa Komisyonu’nun 2015 Ekim ayında yayımlayacağı Vize Serbestliği Yol Haritası’na ilişkin 2’nci İlerleme Raporu’nda, Türkiye’nin bu kriterleri karşılamasında önemli adımlar attığını görmek mümkün olabilecek.
TARTIŞMALI MADDELERE YÖNELİK TÜRKİYE İLERLEME RAPORLARI NE DİYOR?
Silahların Eşitliği ve Mülki Amirlerin Yetkileri: Silahların eşitliği ilkesi, başka bir deyişle iddia ve savunma makamlarının eşit haklara sahip olması gerekliliği ile savcılara ilişkin düzenlemeler, Avrupa Komisyonu’nun adil yargılanma hakkıyla bağlantılı en öncelikli talepleri arasında yer alıyor. İlerleme Raporları’nda yer alan değerlendirmeler, savcının kolluk birimleri üzerindeki denetiminin artması yönündeyken, valilerin adli meselelerde artan yetkisi, ileriki dönemlerde Avrupa Komisyonu tarafından eleştirel bir yaklaşım ortaya koyulması ihtimalini doğuruyor.
Soruşturmada ve Kovuşturmada Polisin Yetkileri: 2014 İlerleme Raporu’nda belirtildiği üzere soruşturma aşamasında üstesinden gelinemez sorunlar yaratma riski taşıdıklarından, yargılama öncesi verilen tutuklama kararları, arama kararları, malvarlıklarına el konulması, iletişimin dinlenmesi ve gizli görevlilerin atanması ile ilgili olarak getirilen güvencelerin yakından takip edilmesi gerekiyor. Dolayısıyla İç Güvenlik Paketi’nde öngörülen değişikliklerin ardından sözlü emirle gerçekleşecek olan aramaların ve öncesinde hakim kararı alınmayan dinlemelerin etkin denetiminin sağlanması, önümüzdeki dönemde Avrupa Komisyonu tarafından Türkiye’ye yöneltilecek eleştirilerin önüne geçilmesi açısından da büyük önem taşımakta.
Toplumsal Olaylara Müdahale: 2014 İlerleme Raporunda Komisyon, Türkiye’nin toplanma hakkına ve kolluk güçlerinin toplumsal olaylara müdahalelerine ilişkin mevzuatını ve uygulamalarını AB standartları ile uyumlu hale getirmemiş olduğunu öne sürüyor. Ayrıca toplantı ve gösteri özgürlüğüne ilişkin olarak mevcut Anayasa ile vatandaşlara sağlanan, önceden izin almadan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin olarak ilgili makamlara geniş bir takdir yetkisinin sağlandığı, bunun da uygulamada kısıtlamalara sebep olduğu belirtiliyor.
AİHS VE AİHM KARARLARI ÇERÇEVESİNDE İÇ GÜVENLİK PAKETİ
AİHM’nin belirlediği standartlara göre kolluk birimleri, toplantı ve gösteri yürüyüşlerine sadece sınırlı durumlarda, belirli şartlar sağlandığında müdahale edebilmekte. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerine polis müdahalesinin AİHS’ye uygun kabul edilebilmesi için müdahalenin hukuka uygun olması, meşru bir amacı bulunması, demokratik toplumlarda gerekli olması şartları karşılandığında mümkün olabiliyor. Dolayısıyla uygulamada, kolluk güçleri bir fikri tasvip etmedikleri için değil, sadece şiddet uygulandığı takdirde müdahalede bulunabilir.
İletişimin denetlenmesi konusunda, acil durumlarda hakim kararı olmadan 24 saat boyunca geçerli dinlemelerin 48 saate çıkarılmasına yönelik tasarıda yer alan değişiklikle ilgili AİHS’nin 8’inci maddesine (özel yaşamın gizliliği) dayanan standartlar bulunuyor. Söz konusu yasanın ilgililer tarafından ulaşılabilir olması, yasanın etkilerinin öngörülebilir olması ve yasanın hukuk devleti ile bağdaşır nitelikte olması gerekiyor.
Son olarak şu rakamları paylaşmakta fayda var: AİHM’in açıkladığı 2014 yılı istatistiklerine göre Türkiye aleyhine verilen 101 karardan 45’i özgürlük ve güvenlik hakkına (AİHS madde 5) ilişkinken 24'ü ifade özgürlüğüne (AİHS madde 10) ilişkin. Öte yandan 1959-2014 yılları arasında AİHM tarafından verilen ihlal kararları incelendiğinde görülüyor ki, 63 ihlal kararıyla Türkiye, toplantı ve gösteri hakkını en çok ihlal eden ülke konumunda. AİHM kararlarının uygulanmasından sorumlu Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin de Türkiye’de toplantı ve gösteri hakkı meselesini Mart 2015’te üçüncü kez ele alması bekleniyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde uygulamaya girmesi muhtemel bütün değişikliklerin, bu ihlallerin önüne geçecek şekilde düzenlenmesi önem arz ediyor.
Konuya ilişkin değerlendirme notumuza buradan ulaşabilirsiniz.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
MART 2015: 8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ
İKV Başkanı Ömer Cihad Vardan'ın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Mesajı
"Her bir insanın annesinin bir kadın olduğu gerçeğiyle, kadınlarımızın hak ve özgürlüklerinin genişletilmesi; ülkemizin iktisadi hayatı içerisinde daha fazla ve doğru konumda yer almaları; sosyal, siyasi ve kültürel alanların tümünde eşit şekilde temsil edilmeleri, ülkemizin aydınlık geleceğini kurmada öncelikli görevlerimiz arasındadır. Dolayısıyla kadınlarımız için hayatın tüm alanlarında fırsat eşitliğinin oluşturulmasını yerel ve ulusal düzeyde daha fazla gündemde tutmaya ihtiyaç duyuyoruz.Bu çerçevede ülkemizin 50 yılı aşkın süredir Avrupa ile sürdürdüğü ilişkinin, son 10 yıldır da AB ile yürüttüğü üyelik müzakereleri sürecinin, önemli bir kazanım ve fırsat olduğu inancındayız. Ülkemizde seçme ve seçilme hakkına birçok Avrupa ülkesinden önce kavuşan kadınlarımızın, daha aydınlık bir Türkiye’nin teminatı olduğuna inanıyoruz.
Bu vesile ile tüm kadınlarımızın 8 MartDünya Kadınlar Günü’nü kutluyor; ülkemizin AB üyelik sürecine verdikleri güçlü desteğin artarak sürmesini temenni ediyoruz."
Ömer Cihad Vardan
İKV Yönetim Kurulu Başkanı
MART 2015: AB DIŞİŞLERİ BAKANLARI TOPLANTISI
İKV BASIN AÇIKLAMASI
6 MART 2015
TÜRKİYE'NİN TEKRAR AB İLE AİLE FOTOĞRAFINDA YER ALMASINI OLUMLU BİR GELİŞME OLARAK KARŞILIYORUZ
İKV Başkanı Ömer Cihad Vardan, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, AB Dışişleri Bakanları Gayri Resmi Toplantısı’na katılmasını AB ile ilişkiler açısından olumlu bir gelişme olarak değerlendirdi.
AB Dışişleri Bakanları ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu aday ülkelerin Dışişleri Bakanları, 6-7 Mart 2015 tarihlerinde AB Dönem Başkanı Letonya’nın ev sahipliğinde Riga’da, gayri resmi formatta gerçekleşecek olan “Gymnich Toplantısı” olarak adlandırılan toplantıda, önemli dış politika konularında görüş alışverişinde bulunacak. Bu kapsamda Türkiye, Gymnich Toplantısı’nda Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu tarafından temsil ediliyor.
AB kaynaklarından alınan bilgiye göre toplantıda, Ukrayna’daki durum ve Minsk protokollerinin uygulanması, Avrupa Komşuluk Politikası’nın gözden geçirilmesi, Libya’daki durum ve Mayıs 2015’te gerçekleşecek olan Doğu Ortaklığı Zirvesi’nin hazırlıkları konularının ele alınması öngörülüyor.
AB de Türkiye ile dış politikada işbirliğin artırmanın peşinde
Gymnich Toplantısı’na Türkiye’nin katılımı, Türkiye’nin tekrar AB aile fotoğrafında yer alması bakımından önem taşıyor. İKV uzmanı Yeliz Şahin’e göre, Türkiye ile AB arasında dış politika alanında işbirliğinin giderek daha fazla önem kazandığı mevcut konjonktürde, Türkiye ile dış politika alanında diyaloğun artırılması yönünde AB tarafında da güçlü bir irade oluştuğunu gözlemlemek mümkün. Şahin şunları da vurguluyor: Aday ülkelerin toplantıya katılımı, dış politika alanında özellikle Ukrayna krizi bağlamında bazı aday ülkelerin Rusya’ya yönelik AB ortak pozisyonlarına uyum sağlamaması nedeniyle AB ile aday ülkeler arasında baş gösteren farklılıkların giderilmesine yönelik atılmış bir adım olarak da yorumlanabilir. Hatırlanacağı gibi Komisyon, Ekim ayında açıkladığı 2014-2015 Genişleme Stratejisi’nde kilit dış politika konularında, AB ile aday ülkeler arasında diyaloğun artırılması gerektiğine dikkat çekmiş ve bu alanı kapsayan “Dış, Güvenlik ve Savunma Politikası” başlıklı 31’inci faslın da katılım müzakerelerinde öncelikli olarak ele alınması gerektiğini vurgulamıştı.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
MART 2015: AKILLI ETİKET UYGULAMASI ERTELENDİ
İKV BASIN AÇIKLAMASI
2 MART 2015
“AKILLI ETİKET” UYGULAMASI YIL SONUNA ERTELENDİ
“Akıllı Etiket” uygulaması, gıda firmalarının yoğun talepleri karşısında ve sektörün hazırlıklarını tamamlayabilmesi amacıyla Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından bir kez daha ertelendi.
Tüketicilerin satın aldıkları ürünün güvenilirliğini kontrol edebilmelerine yönelik internet, mobil uygulama, sesli yanıt sistemi ve kısa mesaj olmak üzere 4 farklı sorgulama yapabilme imkânı sağlayacak olan uygulama için ilk tarih 31 Aralık 2013 olarak belirlenmişti. Uygulama, yaşanan tartışmalar ve firmaların talepleri göz önünde bulundurularak bu zamana kadar 3 kez ertelenmişti.
1 Mart 2015 tarihinde uygulanmaya başlanması beklenen akıllı etiket uygulaması için son gün alınan karar doğrultusunda bu tarih 31 Aralık 2015’ kaydırıldı.
Bakanlığın 28 Şubat 2015 tarihinde internet sitesinden yaptığı açıklama şu şekilde oldu:
“Türk Gıda Kodeksi Etiketleme Yönetmeliği'nin 45. maddesinde yer alan "Bakanlık tarafından belirlenen ürün takip sisteminin uygulanacağı gıda veya gıda grupları ile uygulama süresi Bakanlık tarafından belirlenerek Bakanlık internet sitesinde yayımlanır." hükmü gereği daha önce 01.03.2015 olarak belirlenen uygulamaya son başlama tarihi 31.12.2015 olarak değiştirilmiştir. 31.12.2015 tarihinden önce piyasaya arz edilen ürünler raf ömrü boyunca piyasada kalabilecektir.”
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
ŞUBAT 2015: AKILLI ETİKET UYGULAMASI
İKV BASIN AÇIKLAMASI
27 ŞUBAT 2015
GIDAYA AKILLI TAKİP GELİYOR
Enerji içecekleri, bebek mamaları, bal, bitkisel sıvı yağlar ve siyah çay ve takviye edici gıdalar gibi ürünleri, cep telefonu, mobil uygulamalar ve internet sayfasından sorgulama imkânı sağlayacak "akıllı etiket" uygulaması 1 Mart 2015 tarihinde başlıyor.
AB müktesebatına uyum çerçevesinde hazırlanan ve 29 Aralık 2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Türk Gıda Kodeksi Etiketleme Yönetmeliği’nin ilgili maddesinde, gerekli görülen durumlarda belirli gıda veya gıda gruplarına yönelik olarak ürünün izlenebilirliğini temin etmek amacıyla, etiketlerde ürün takip sisteminin uygulanmasına ilişkin özel uygulamalar yapılabileceği yer almaktaydı. Bu doğrultuda Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı (GTHB), sahte, taklit ve tağşiş edilmiş ürünlerin üretim ve satışının engellenmesi ile tüketicilerin güvenli gıdaya erişimi için Ürün Doğrulama ve Takip Sistemi (ÜDTS) uygulamasına başlıyor.
Gıdanın izlenebilirliği ve takibi konusunda tüketiciler için önemli kazanımlar getiren ve uygulanmasına ilk olarak 1 Ocak 2014 tarihinde başlanması düşünülen ÜDTS, sektörden gelen talep ve çekinceler doğrultusunda GTHB tarafından önce 31 Ağustos 2014'e daha sonra ise 6 ay daha uzatarak 1 Mart 2015'e çekilmişti.
İktisadi Kalkınma Vakfı Gıda Güvenliğinden Sorumlu Uzmanı Gökhan Kilit yeni uygulamayı şöyle yorumluyor: “Ürün ile ilgili her türlü bilgiye ulaşımı sağlayacak olan yeni etiket düzenlemesi, uygulama olarak dünyada ilk olacak. Büyük çoğunluğu KOBİ’lerden oluşan sektöre yük getireceği endişeleri ile yürürlüğe girmeye hazırlanan ÜDTS ile ilgili olarak AB’li gıda üreticilerinde de açıklama gelmişti. Sistemin, AB üye ülkelerindeki gıda ve içecek üreticileri ve ihracatçıları için etkileri olacağını vurgulayan AB Gıda ve İçecek Endüstrileri Konfederasyonu, AB Ticaret Genel Müdürlüğü’ne başvurarak, yeni sistemin endişe uyandırdığını ve maliyetli olduğunu belirterek ÜDTS konusundaki çekincelerini ortaya koymuşlardı. Tüm itirazlara karşın uygulama 1 Mart’ta yürürlüğe giriyor ve gıdanın izlenebilirliğine ilişkin Türkiye’yi farklı bir standart seviyesine ulaştırıyor. Yapılan yeni düzenleme ile gıdanın güvenilirliğine ilişkin uygulamalar daha da artarken, ÜDTS kapsamında tüketiciler de birer fahri müfettiş gibi ürünleri denetleme imkânına kavuşuyor.”
Yaşanan tüm tartışmaların ardından 1 Mart 2015 tarihinde uygulanmaya başlanacak düzenlemeye göre, bu tarihten önce piyasaya arz edilen ÜDTS etiketi olmayan ürünlere raf ömrü boyunca piyasada kalma izni tanınacak. Başlangıçta alkollü içecekleri de kapsayan sistemden, Danıştay'ın alkollü içeceklerin sisteme dahil edilmesine yönelik yürütmeyi durdurma kararı vermesi nedeniyle bu ürün türü çıkarıldı. ÜDTS, takviye edici gıdalar, bal, enerji içecekleri, siyah çay, bitkisel sıvı yağlar ve bebek mamaları için geçerli olacak. Bu ürün gruplarının seçilmesindeki kriter ise sıklıkla taklit ve tağşiş yapıldığı tespit edilen hassas ürünler olmaları.
ÜDTS nasıl işleyecek?
Etiket üzerinde biri açık diğeri kapalı olmak üzere iki adet numara bulunmaktadır. Etiket üzerinde turuncu bir alanın altında olacak kapalı numara tüketicilerin satın aldıkları ürünlerin güvenilirliğini sorgulamaları için kullanılacak. Bu numara, ürün kimlik numarası olarak tanımlanmakta ve 19 haneden oluşmaktadır. Tüketiciler ürünü satın aldıktan sonra etiket üzerindeki bu turuncu alanı açarak sorgulama numarasını görebilecekler. Ürünü satın alacak olan tüketiciler öncelikle bu etiketlerin zarar görmemiş ve sağlam olduğunu kontrol etmelidir. Etiketsiz ürün ya da etiketi zarar görmüş ürünün satın alınmaması gerekmektedir.
ÜDTS, tüketicilerin satın aldıkları ürünün güvenilirliğini kontrol edebilmeleri için internet, mobil uygulama, sesli yanıt sistemi ve kısa mesaj olmak üzere 4 farklı sorgulama yapabilecekler.
Hâlihazırda uygulanan geleneksel takip sistemine ilave olarak, ÜDTS adı altında hem karekod uygulaması hem de etiketin üzerindeki numara ile gerek resmi denetim görevlileri, gerekse tüketiciler tarafından ürün ile ilgili sorgulama yapılabilecek. Ürün içeriğine ilişkin bilgileri gösteren etiketin yanında yeni bir etiket olarak yer alacak ÜDTS, ürünün üretimden çıktıktan sonra tüketiciye ulaşana kadar ne süreçlerden geçtiğine ilişkin bilgileri kapsayacak. Bununla birlikte sorgulama ile, son kullanma tarihinin değiştirilip değiştirilmediği de tespit edilirken, mevcut etikette yer almayan herhangi bir alerjen maddeye ait bilgiye de ulaşılabilecek. Tüketici akıllı cep telefonu vasıtasıyla karekod uygulamasından, ürünün kim tarafından üretildiği yada ithal edildiği, son kullanma tarihi, ürün içeriği, alerjen bileşenlerine ait tüm bilgileri okuyabilecek. Üreticiler mevcut etikette tüketicilere yönelik bilgileri değiştirmiş dahi olsa sistemden doğru bilgiye erişilebilecek.
Yeni etikette bu bilgilere ek olarak önemli uyarılar da yer alacak. Örnek olarak, enerji içecekleri için alkolle beraber tüketilmemesi, bebek mamaları için alerjen uyarıları, gıda takviye ürünleri için “bu ilaç değildir” uyarısı ya da “hastalıkların tedavisinde kullanılmaz” gibi ifadeler yer alacak.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
ŞUBAT 2015: AB TERÖRLE MÜCADELE
İKV BASIN AÇIKLAMASI
16 ŞUBAT 2015
AB LİDERLERİ BRÜKSEL’DE BİR ARAYA GELDİ; ZİRVEYE UKRAYNA’DA ATEŞKES KARARI DAMGASINI VURDU
AB Liderleri 12 Şubat 2015 günü, Ukrayna, terörle mücadele ve Ekonomik Parasal Birlik gündemi ile Gayri Resmi AB Konseyi toplantısında Brüksel’de bir araya geldi. Ukrayna krizine ilişkin Dörtlü Zirve ve Zirve sonucundan çıkan ateşkesin hemen ardından gerçekleştirilen AB Liderler Zirvesine, Ukrayna krizine ilişkin alınan ateşkes kararı damgasını vurdu.
AB LİDERLERİ UKRAYNA KONUSUNDA TEMKİNLİ
11 Şubat 2015 tarihinde Ukrayna krizinin çözümüne yönelik Belarus’un başkenti Minsk’te, Rusya Devlet Başkanı Putin, Almanya Başbakanı Merkel, Ukrayna Devlet Başkanı Poroşenko ve Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’nin, 15 saatten fazla süren görüşmenin sonucunda Ukrayna’nın doğusunda ateşkesin sağlanması konusunda anlaşmaya varması, AB Liderler Zirvesinin ana gündem maddesini oluşturdu.
Zirvede Ukrayna Cumhurbaşkanı Petro Poroshenko, AB liderlerine Ukrayna’nın doğusundaki gelişmeler hakkında bilgi verdi. Minsk’te varılan anlaşmadaki başlıca konuları ve anlaşmaya ilişkin görüşlerini AB liderlerine aktaran Merkel ve Hollande’nin ise, anlaşmaya temkinli destek verdikleri gözlendi. Zirvenin ardından açıklama yapan AB Konseyi Başkanı Donald Tusk da, anlaşmaya temkinli destek verdiklerini belirterek, AB olarak, anlaşma hükümlerinin eyleme geçirilmesine verdikleri öneme dikkat çekti. Yaşanan çatışmalarda gerçek anlamda şiddetin önlendiğini görmeleri gerektiğini belirten Tusk, konunun yalnızca Ukrayna’nın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü ile ilgili olmadığını, bunun ötesinde Avrupa’nın 1989 sonrası jeopolitik düzeninin de tehlikede olduğunu vurguladı.
Zirve kapsamında AB liderleri, Minsk’te varılan anlaşmanın uygulanmasının AB tarafından ne şekilde desteklenmesi gerektiği konusunda görüş alışverişinde bulundu. Zirvede AB’nin, Ukrayna Cumhurbaşkanı Poroshenko’nun Ukrayna’da barışın sağlanması yolundaki çabalarını ve Ukrayna’nın bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve egemenliğinin korunmasını desteklemekte birlik olduğu mesajı verildi. AB Konseyi Başkanı Donald Tusk, IMF’nin Ukrayna’da ekonomik reformların desteklenmesi için açıkladığı programı memnuniyetle karşıladığını belirtti.
İÇ GÜVENLİKTE DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ
Hatırlanacağı üzere Ocak ayı başında Paris’te mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yönelik saldırı ve sonrasında yaşananlar AB’yi, iç ve dış sınırlarında güvenliğe ilişkin politikalarını yeniden gözden geçirmeye itmiş; saldırılardan hemen sonra Paris’te bir araya gelen AB üye ülke İçişleri Bakanları, terörle mücadele kapsamında bazı alanlarda çalışmalara hız verme kararı almıştı.
Paris’teki ilk buluşmayı takiben 29 Ocak 2015 tarihinde AB Dönem Başkanı Letonya’nın ev sahipliğinde Riga’da bir araya gelen AB üye ülke Adalet ve İçişleri Bakanları da, açıkladıkları “Riga Ortak Açıklaması” başlıklı bildiri ile, Avrupa çapında terörle etkin mücadele kapsamında AB’nin adımlarını sıklaştıracağı alanlara ilişkin somut eylemleri sıralamış ve AB Liderler Zirvesinin bu konudaki gündemini belirlenmişti.
12 Şubat 2015 tarihinde gerçekleşen Zirveden ise, iç güvenlikte daha fazla işbirliği kararı çıktı. Bu kapsamda AB Liderler Zirvesinden çıkan kararlar şunlar:
- AB çapında ortak bir PNR uygulamasının oluşturulmasına hız verilmesi,
- Schengen sınır kontrollerine ilişkin kuralların değiştirilerek, AB üye ülke ve üçüncü ülke vatandaşlarının giriş-çıkışlarına ilişkin verilerin devamlı ve daha sistemli halde tüm üye ülkelerle ve uluslararası örgütler ile paylaşılması,
- Terörün finansmanı ve kara para aklama ile daha etkin mücadele edilmesi,
- Terörle mücadele kapsamında bilgi paylaşımı ile uluslararası işbirliğinin artırılması,
- Radikalleşme ile mücadele kapsamında, başta sosyal medya olmak üzere radikalleşmenin hızla yayıldığı mecraların daha etkin takip edilmesi ve gerekli önlemlerin alınması.
YUNANİSTAN İÇİN BEKLEYİŞ SÜRÜYOR
Zirve gündeminin bir diğer önemli konu başlığını ise, yapısal reformların daha etkin şekilde uygulanması başta olmak üzere Avro Alanı’nda ekonomik yönetişimin iyileştirilmesiydi. Yunanistan konusunda, Eurogroup (Avro Alanı Maliye Bakanları Grubu) Başkanı Jeroen Dijsselbloem 11 Şubat tarihinde gerçekleştirilen Eurogroup toplantısı sonuçları hakkında liderleri bilgilendirirken, AB Liderleri Yunanistan’ın borcu ile ilgili müzakereleri 16 Şubat 2015 tarihinde düzenlenecek Eurogroup toplantısına erteleme kararı aldı. Yunanistan Başbakanı Tsipras ile Eurogroup Başkanı Dijsselbloem ise, ilgili kurumlar ile birlikte konuyla ilgili teknik değerlendirme hazırlamakla görevlendirdi.
İKV Genel Sekreteri Doç. Dr. Çiğdem NAS: “SORUNLARIN AŞILMASI İKİ TARAFIN DA YARARINA OLACAKTIR”
Minsk’te gerçekleştirilen Ukrayna Zirvesi’nin ardından toplanan AB Liderler Zirvesi’nden Ukrayna’da ateşkese ilişkin gelen temkinli açıklamaları yorumlayan İKV Genel Sekreteri Doç. Dr. Çiğdem Nas, şunları söyledi:
“Ukrayna krizinin çözüme kavuşturulması, Avrupa düzeninin korunması açısından öncelik taşıyor. Rusya gerek 2008 Gürcistan Savaşı’nda, gerekse, Kırım’ın ilhakı ve Ukrayna’nın Doğusunda ayrılıkçılara verdiği destek ile, Avrupa devlet düzenini tehdit eden adımlar attı. Bu düzen Soğuk Savaş sonrası dönemde, AB, Avrupa Konseyi ve AGİT gibi uluslararası kuruluşlar çerçevesinde garanti altına alınmaya çalışılıyordu. Öte yandan, Avrupa’da devlet düzeninin Soğuk Savaş sonrasında, önce Balkanlarda değiştiğini ve ilk örneklerin Çekoslavakya’nın barışçı bir şekilde ayrılmasını bir kenara bırakırsak, Yugoslavya’da yaşandığını gözlemliyoruz. Kosova vakası, Rusya’nın da sık sık gündeme getirdiği bir örnek oluşturdu. Kosova’nın bağımsızlığına giden yolun Batılı güçlerin desteği ile kat edildiği eleştirisi de Rus yetkililer tarafından yapılıyor ve Gürcistan ile Ukrayna krizlerinde Rusya’nın tavrını meşrulaştıran bir argüman olarak kullanılıyor. Dolayısıyla, olan biten için sadece Rusya’yı suçlamak haksızlık olur. Rusya açık bir şekilde uluslararası hukuku ihlal etmiştir. Ama realpolitik açısından bakılırsa, Doğu Avrupa’da, Baltıklar ile Rusya sınırları arasında kalan bölgede, AB’nin uyguladığı politikalar, Putin yönetimini, “arka bahçesi” olarak gördüğü coğrafyada tekrar hakimiyetini hissettirmek için harekete geçmeye itmiştir. AB ise Rusya’ya karşı bu coğrafyada güç kullanmayı göze alamayacağı için, güç kullanmanın dışındaki yöntem olan yaptırımları uygulamıştır. Sonuç olarak, dün Minsk Anlaşması’nın uygulanmasına yönelik varılan anlaşma her şeye rağmen olumlu bir gelişmedir. AB Liderleri gelişmelere temkinli olarak yaklaşsa da, Rusya’ya uygulanan yaptırımlar AB ülkelerini de olumsuz etkilemektedir. Bir an önce sorunların aşılması iki tarafın da yararına olacaktır. Rusya lideri Putin’in son günlerde Ortadoğu, Yunanistan ve Kıbrıs’taki manevraları ile kaybettiği kozları geri kazanmaya çalıştığı görülmektedir. Putin’in Rus ekonomisinin durumunu düşünerek, yaptırımların bir an önce kaldırılmasına yönelik olarak yayılmacı tutumunu rafa kaldırması beklenir”.
İKV Genel Sekreter Yardımcısı Melih ÖZSÖZ: “GÜVENLİKTE YENİ TEDBİRLER TÜRK VATANDAŞLARINI DA YAKINDAN İLGİLENDİRİYOR”
İKV Genel Sekreter Yardımcısı ve Araştırma Müdürü Melih Özsöz ise, AB’nin iç güvenliğe ilişkin yeni tedbirleri konusunda şunları söyledi:
“Türkiye, AB’nin terörle mücadele gündeminde üst sırada yer alan ülkelerden biri. Türkiye’nin özellikle AB ülkelerinden Suriye’ye geçişlerdeki kilit ülke olması, bu alanda AB’nin Türkiye ile işbirliğini artırması ihtiyacını da ortaya çıkarmış durumda. Paris saldırıları ve sonrasında yaşanan gelişmeler çerçevesinde, terörle mücadelenin giderek Avrupa’da gündemi belirlemesinin Türkiye’yi farklı açılardan etkilemesini beklemek mümkün. Tabi ki, bu sürecin Türkiye’nin AB üyelik perspektifi üzerindeki etkileri ele alınmalı ve AB’de giderek artan güvenlik endişelerinin Türkiye’nin AB sürecini bloke etmeye yönelik olarak kullanılmasına izin verilmemeli”.
Ortak PNR uygulaması ve Schengen Sınır Koduna yönelik muhtemel değişikliklerin, Avrupa’ya seyahat etmek isteyen Türk vatandaşlarını da yakından ilgilendirdiğini ifade eden Özsöz şunları söyledi: “Ortak PNR uygulaması veya Schengen sınır yönetimi kurallarında gerçekleşmesi muhtemel bir sıkılaştırma, tüm üçüncü ülke vatandaşları gibi, 1980’li yıllardan bu yana AB üye ülke topraklarına girişte zorunlu vize uygulamasına tabi olan Türk vatandaşlarını da yakından ilgilendirmekte. AB’nin ortak PNR uygulaması kapsamında Türkiye’den veri paylaşımı talebi ile karşılaşabiliriz. Bunun yanında, mevcut Schengen Sınır Koduna yönelik sıkılaştırma tedbirleri, AB ile vize muafiyeti sürecinde olan Türkiye için kritik öneme sahip. Anlaşılan o ki, hem AB üye ülke vatandaşlarının, hem de üçüncü ülke vatandaşlarının, AB üye ülke topraklarına giriş ve çıkışına ilişkin Schengen Sınır Kodu kurallarında yapılacak değişiklikler ile, sınır kontrolleri sıkılaşacak ve giriş-çıkışa ilişkin veriler devamlı ve daha sistemli halde tüm üye ülkelerle ve uluslararası örgütler ile paylaşılacak.”
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
ŞUBAT 2015: İLO SÖZLEŞMESİ VE 19. FASIL
İKV BASIN AÇIKLAMASI
6 ŞUBAT 2015
İKV Başkanı Ömer Cihad Vardan: “Sözleşmenin Onaylanması 19. Fasıl Kapsamında Olumlu bir Gelişme”
İnşaat sektörü çalışanlarına uluslararası standartlarda yeni güvenceler kazandırmayı amaçlayan, Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) 167 sayılı sözleşmesinin onaylanmasını uygun bulan 6571 sayılı kanun tasarısı, 5 Şubat 2015 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda onaylanmasının ardından, 6 Şubat 2015 tarihli Resmi Gazete de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Böylece Türkiye, Sözleşmeyi onaylayan 26. ILO üyesi ülke oldu.
ILO tarafından 1988 yılında kabul edilen ve 1991 yılında yürürlüğe giren 167 sayılı İnşaat İşlerinde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi, 44 maddeden oluşuyor ve genel olarak inşaat sektörü çalışanlarına iş güvenliği ve uluslararası standartlar kazandırmayı hedefliyor. Sözleşme, inşaat işlerinin görüldüğü alanlar, inşaat işlerinde kullanılan araç, malzemelerde güvenlik ve sağlık, üye ülkelerin hükümetleri tarafından işyeri sağlığı ve güvenliğine ilişkin önlemler ile işçi ve işverenlerin yükümlülükleri gibi hükümleri barındırıyor.
Konu ile ilgili açıklamalarda bulunan İKV Başkanı Ömer Cihad Vardan, ILO’nun 167 sayılı Sözleşmesinin onaylanmasını, Türkiye-AB üyelik müzakerelerinin 19 numaralı başlığı olan “Sosyal Politika ve İstihdam” faslı kapsamında büyük önem arz ettiğine dikkat çekiyor:
“2015 yılı itibariyle Türkiye-AB müzakere sürecinin 10’ncu yılına girmiş bulunuyoruz. Geçen 10 senede 35 müktesebat başlığında sadece 14’ünü müzakerelere açabildik. Birçok fasıl, AB Konseyi kararı veya kimi üye ülkelerin blokajları sebebiyle açılamıyor. Hal böyle olunca elimizde açılması muhtemel 3 başlık kalıyor. Bu başlıklardan bir tanesi de, 19 numaralı Sosyal Politika ve İstihdam faslı”.
“Söz konusu fasıl, ülkemizde istihdamın artırılması, sosyal ortaklarla etkin diyaloğun tesis edilmesi, sosyal koruma sistemlerinin güçlendirilmesi kadar, işyerlerinde çalışma koşullarının iyileştirilmesini de hedefliyor. Çalışma koşullarının iyileştirilmesi alanında AB standartları ve konuyla ilgili ILO sözleşmeleri ile uyum ise oldukça önemli. Bu çerçevede ILO’nun 167 sayılı sözleşmesinin TBMM tarafından onaylanmasını olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyoruz. Hiç şüphesiz bu, Sosyal Politika ve İstihdam faslına ilişkin mevzuatın ülkemiz mevzuatına uyumlaştırılması alanında bizlere önemli bir ivme kazandıracaktır.”
AB Bakanlığı tarafından Kasım 2014 tarihinde yayımlanan, iki aşamalı AB’ne Katılım Ulusal Eylem Planı’na da değinen İKV Başkanı Vardan: “Bakanlığımız tarafından yayımlanan Türkiye’nin yeni AB Stratejisi, birinci ve ikinci aşamalarında, önümüzdeki dönemde AB standartları ve ilgili ILO sözleşmelerine uyum alanında daha ileri adımların atılmasını öngörmekte. Bu ülkemizin AB üyeliğinden öte, kendi işçilerimizin güvenliği açısından da önemli bir fırsat” dedi.
“Sadece biz değil, diğer AB üye ülkeleri de harekete geçmeli”
İKV Başkanı Vardan, ILO’nun 167 sayılı İnşaat İşlerinde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesinin bugüne kadar, Türkiye dahil 26 ILO üyesi ülke tarafından onaylanmış durumda bulunduğunu ve sözleşmeye onay vermeyen ülke sayısının 159 olduğunu belirti. Sözleşmeyi AB üyesi sadece 9 ülkenin onayladığına da dikkat çeken İKV Başkanı Vardan; “eğer Türkiye bu sözleşmenin gereklerine inanarak Sözleşmeyi onaylıyorsa, temel hak ve özgürlüklerin savunucusu iddiasındaki AB’nin tüm üye ülkelerinin de harekete geçmesi ve bu Sözleşmeyi onaylaması gerekiyor” dedi.
28 üyeli AB’de ILO’nun 167 sayılı Sözleşmesi, Almanya, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya, İsveç, İtalya, Lüksemburg, Macaristan ve Slovakya’nın aralarında bulunduğu, sadece 9 üye ülke tarafından onaylamış durumda. Halihazırda 19 AB üye ülkesi Sözleşmeyi onaylamamış durumda.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
OCAK 2015: SEYAHAT ÖZGÜRLÜĞÜ KISITLANMAMALI
İKV BASIN AÇIKLAMASI
30 OCAK 2015
İKV BAŞKANI VARDAN: "SEYAHAT ÖZGÜRLÜĞÜ KISITLANMAMALI"
AB TERÖRLE MÜCADELEDE YENİ ÖNLEMLERİ TARTIŞMAYA DEVAM EDİYOR
29 Ocak 2015 tarihinde AB Dönem Başkanı Litvanya’nın ev sahipliğinde Riga’da, Adalet ve İçişleri Konseyi Gayri Resmi toplantısı için bir araya gelen AB üye ülke Adalet ve İçişleri Bakanları, terörle mücadele kapsamında alınacak yeni tedbirleri masaya yatırdı. Bilindiği üzere Ocak ayı başında Paris’te mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yönelik saldırı ve sonrasında yaşananlar AB’yi, iç ve dış sınırlarında güvenliğe ilişkin politikalarını yeniden gözden geçirmeye itmiş; saldırılardan hemen sonra Paris’te bir araya gelen AB üye ülke İçişleri Bakanları, terörle mücadele kapsamında bazı alanlarda çalışmalara hız verme kararı almıştı.
Adalet ve İçişleri Konseyi Gayri Resmi toplantısının birinci günü sonrasında yapılan “Riga Ortak Açıklaması” başlıklı bildiride Bakanlar, Avrupa çapında terörle etkin mücadele kapsamında AB’nin adımlarını sıklaştıracağı alanlara ilişkin daha somut eylemleri sıralıyor.
Bu çerçevede AB’nin terörle mücadele stratejisindeki yeni gündemini:
- Ortak bir AB PNR uygulamasının oluşturulması,
- AB’ye giriş ve çıkışlara ilişkin etkin bilgi paylaşımının sağlanması,
- Ateşli silahların dolaşımına ilişkin verilerin daha etkin paylaşımı ve
- Radikalleşme ile mücadele kapsamında sosyal medyanın daha etkin takip edilmesi ve gerekli önlemlerin alınması oluşturuyor.
Ortak açıklama ile netlik kazanan ve Adalet ve İçişleri Konseyi’nde görüşülen bu konuların, 12 Şubat 2015 tarihinde olağanüstü terör gündemi ile toplanacak AB Liderler Zirvesinde, üye ülke Devlet ve Hükümet Başkanları tarafından da ele alınması ve karar bağlanması bekleniyor.
TERÖRLE MÜCADELEDE AB SAFLARI SIKILAŞTIRIYOR
Terörle mücadele kapsamında önümüzdeki dönemde AB’nin atacağı adımların 4 alana yoğunlaştığını söylemek mümkün:
1-Ortak PNR Uygulaması
Tartışmalı alanların başında AB çapında kurulacak ortak PNR sistemi geliyor. PNR (Passanger Name Records – Havayolu Yolcu Kayıt Sistemi), yolcuların uçak rezervasyonları sırasında, havayolu şirketi tarafından toplanan bilgi ve verilerin tümü anlamına geliyor. Halihazırda birçok AB üye ülkesi ulusal PNR sistemine sahipken, mevzuat eksikliği AB çapında ortak bir PNR uygulamasının oluşturulmasına ve verilerin AB ve uluslararası çapta paylaşımına izin vermiyor. Bilindiği üzere ortak PNR uygulamasına geçişe ilişkin Komisyon tarafından hazırlanan tüzük taslağı, 2011 yılından bu yana, neredeyse 4 yıldır Parlamento’nun gündemindeydi. Avrupa Parlamentosu ise, PNR bilgisinin kişisel veri olduğu noktasından hareketle, kişisel verilerin korunmasına yönelik endişelerini sürekli olarak dile getirirken, söz konusu bilgilerin okyanus ötesinde paylaşımı bir yana, herhangi bir üye ülke ile paylaşımında bile mesafeli davranıyordu.
2- Schengen Sınır Yönetimi
Terörle mücadele kapsamında AB’nin atmaya hazırlandığı adımlar arasında tartışmalı bir diğer konu ise AB’ye giriş ve çıkışlara ilişkin alınacak yeni tedbirler. Başka bir deyişle Schengen Sınır Kodu ile bağlantılı, Avrupa sınır yönetimi. Avrupa çapında iç güvenliğin artırılması ve terörle daha etkin mücadele edilmesi için, Avrupa iç ve dış sınırlarının kontrolü konusu üzerinde hassasiyetle duruluyor. Bu çerçevede, hem AB üye ülke vatandaşlarının, hem de üçüncü ülke vatandaşlarının, AB üye ülke topraklarına giriş ve çıkışına ilişkin Schengen Sınır Kodu kurallarının değiştirilmesi ve sınır kontrollerine ilişkin verilerin devamlı ve daha sistemli halde tüm üye ülkelerle ve uluslararası örgütler ile paylaşılması gündemde.
3- Ateşli Silahların ve Patlayıcıların Dolaşımı
12 Şubat 2015 tarihinde olağanüstü terör gündemi ile bir araya gelecek AB üye ülke liderlerinin önüne gelecek bir diğer konu ise ateşli silahlar ve patlayıcıların dolaşımına ilişkin. AB Adalet ve İçişleri Bakanları, ateşli silahların ve patlayıcıların AB çapında dolaşımına ilişkin mevcut düzenlemelerin sıkılaştırılmasını ve konuya ilişkin bilgi ve verilerin etkin şekilde AB üye ülke makamları ve uluslararası güvenlik örgütleri ile paylaşımında ısrarcı.
4- Radikalleşme ve Sosyal Medya
AB üye ülke Adalet ve İçişleri Bakanları, her türlü radikal hareketle etkin mücadele edilmesi kapsamında, başta radikalleşmenin en hızlı ve en kolay şekilde yayıldığı internet konusunda da ileri adımların atılmasını talep ediyor. Bu çerçevede Adalet ve İçişleri Konseyi, internet endüstrisi ve özellikle sosyal medya platformları ile işbirliğinin geliştirilmesini ve Europol’ün sosyal medyadaki trafiği analizi ve takip rolünün artırılmasını istiyor.
İKV Başkanı Ömer Cihad Vardan: “Seyahat özgürlüğü kısıtlanmamalı”
AB’nin terörle mücadele kapsamında almayı öngördüğü yeni tedbirlere ilişkin açıklamalarda bulunan İKV Başkanı Vardan şunları söyledi:
“Paris’te yaşanan saldırılar sonrasında, terörle daha etkin mücadele etmek isteyen AB'de iç ve dış sınırların güvenliğe ilişkin mevcut kuralların, ileriki dönemlerde daha sıkılaşacağını söylemek mümkün. Bu çerçevede ortak PNR uygulamasının oluşturulmasını ve Schengen sınır yönetiminde kuralların sertleşmesini bekleyebiliriz. Bu da Avrupa içi ve dışı seyahatlerde, AB üye ülke vatandaşları veya üçüncü ülke vatandaşlarına ilişkin kişisel verilerin toplanması, depolanması ve üye ülkeler arası paylaşımının önünü açacaktır.
Bu noktada, terörle mücadelenin gündemin üst sıralarına yerleştiği Avrupa’da yaşanan son gelişmelerin toplumsal paronoyaya dönüşmeden, seyahat özgürlüğü de dahil olmak üzere bireysel özgürlükleri kısıtlamaması gerektiğini vurgulamakta fayda görüyorum. Ortak PNR uygulaması veya AB’nin üçüncü ülke vatandaşlarına yönelik vize politikasında alacağı muhtemel sıkılaştırılma tedbirleri, terör sorununa nihai çözüm olmayacağı gibi, terörle ilgisi bulunmayan, dürüst vatandaşların cezalandırılmasına sebebiyet verecek ve adil olmayan bir duruma yol açacaktır. Bu çerçevede temel hak ve özgürlüklerin savunucusu olduğu iddiasındaki AB’nin, aday ülke Türkiye’ye de bu alanda bolca yönelttiği ağır eleştirilere maruz kalabileceğini hatırlatmak isterim”.
İKV Genel Sekreter Yardımcısı ve Araştırma Müdürü Melih Özsöz: “PNR verisi üzerinden çok ayrıntılı analizlerin yapılması mümkün”
Konuya ilişkin İKV Genel Sekreter Yardımcısı ve Araştırma Müdürü Melih Özsöz ise şunları kaydetti:
“Terörle mücadele kapsamında AB’nin atmaya hazırlandığı adımlar arasında en tartışmalı olanı, hiç şüphesiz ortak PNR uygulaması. Burada bir noktanın altını çizmekte fayda var: Türkiye’de daha çok “rezervasyon bilgisi” olarak bilinen PNR, aslında yolcuların uçak rezervasyonları sırasında, havayolu şirketi tarafından toplanan bilgi ve verilerin tümü anlamına geliyor. Bu bilgiler arasında yolcunun iletişim bilgilerinden, kredi kartı bilgilerine; yolculuğa ilişkin uçuş bilgilerinden koltuk seçimine, bagaj sayısına veya birlikte seyahat edeceği kişilerine bilgilerine kadar çok geniş yelpazede veriler bulunuyor. Hatta PNR bilgisi üzerinden, kişi herhangi bir sık uçan yolcu programı ya da müşteri sadakat programı üyeliği çerçevesinde rezervasyonunu yaptırmış ise, geçmişteki diğer seyahatlerine ilişkin dökümü ve yolculuk sırasında tercih ettiği menüye ulaşmak bile mümkün. Dolayısıyla toplanan PNR bilgileri üzerinden detaylı analizlerin yapılması halinde, yolcuya ilişkin ayrıntılı profillerin ve kişisel verilerin çıkartılması söz konusu. Burada kritik olan ise söz konusu verilerin paylaşımı. Bu veriler diğer üye ülke makamları veya Interpol, Europol, Frontex gibi uluslararası örgütler ile paylaşılması halinde, yolculuk yapan her sıradan kişi, bir yerde potansiyel suçlu muamelesi görebilir”.
Söz konusu önlemlerin, Avrupa’ya seyahat etmek isteyen Türk vatandaşlarına olan muhtemel etkileri ile ilgili olarak ise Özsöz şunları söyledi:
“Ortak PNR uygulaması veya Schengen sınır yönetimi kurallarında gerçekleşmesi muhtemel bir sıkılaştırma, tüm üçüncü ülke vatandaşları gibi, 1980’li yıllardan bu yana AB üye ülke topraklarına girişte zorunlu vize uygulamasına tabi olan Türk vatandaşlarını da yakından ilgilendirmekte. Hiç şüphesiz muhtemel bir ortak PNR uygulaması, Schengen Bilgi Sistemi (Schengen Information System-SIS), İkinci Nesil Schengen Bilgi Sistemi (SIS II) veya Eylül 2014 tarihi itibariyle Türkiye'nin de dahil olduğu Vize Bilgi Sistemi (Visa Information SystemVIS) ile eşgüdümlü olarak çalışacak ve birbirini destekleyeceklerdir. Burada sınır yönetimi, yasadışı göç ile mücadele, güvenlik, terörle mücadele gibi konuların iç içe geçtiğine tanık olacağız. Her türlü verinin paylaşımı ise bambaşka bir boyut. Dolayısıyla AB’nin özgürlükler ile güvenlik arasındaki dengeyi iyi kurması kritik öneme sahip”.
“Kritik öneme sahip bir diğer konu ise, Aralık 2013 tarihinden bu yana Türkiye ile AB arasında yürürlükte olan vize serbestliği diyaloğu. Unutmayalım ki Türkiye ve AB, ilişkilerde yıllardır en sorunlu alanlardan biri olan vize konusunda önemli bir adım attı. Alınacak yeni tedbirlerin bu sürece de hiçbir şekilde zarar getirmemesi gerekir”.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
OCAK 2015: TÜRKİYE`NİN NOTU
İKV BASIN AÇIKLAMASI
29 OCAK 2015
2014 YILINDA AB’NİN TÜRKİYE İLE İLİŞKİLER NOTU “C” OLDU
AB’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Avrupa Dış İlişkiler Konseyi (European Council on Foreign Relations-ECFR), her yıl AB’nin ve üye devletlerinin önemli dış politika konularındaki performanslarını ölçtüğü Avrupa Dış Politika Karnesi (European Foreign Policy Scorecard) başlıklı raporunun bu yılki sayısını 29 Ocak 2015 tarihinde açıkladı. Raporda, AB kurumlarının ve 28 Üye Devletin Rusya, ABD, Geniş Avrupa, Orta Doğu ve Kuzey Afrika, Asya ve Çin ile Çoktaraflı konular olmak üzere 6 kilit coğrafya veya aktör eksenindeki 2014 yılı performansı 65 alt politika alanında değerlendiriliyor.
Rapora göre, 2014 yılı AB’nin kendisini krizlerle çevrili bir ortamda bulduğu bir yıl oldu. Doğuda, Kırım Rusya tarafından ilhak edilip, Ukrayna’nın doğusunda çatışmalar derinleşirken, güneyde terör örgütü IŞİD Suriye’de ve kuzey Irak’ta büyük kazanımlar elde etti. Rapora göre, 2014 yılında AB’nin ele alması gereken en önemli konu, Rusya’ya karşı dik bir duruş sergileyebilmekti.
AB’nin Türkiye’ye yönelik politikasının dört alt başlıkta değerlendirildiği European Foreign Policy Scorecard 2015’te AB’nin, 2014 yılında Türkiye ile ilişkiler konusunda aldığı not geçtiğimiz yıl olduğu gibi “C” oldu.
2014 yılının AB’nin Türkiye ile ilişkileri bakımından çalkantılı geçtiği belirtildiği rapora göre, “Üye Devletler, Ankara’nın demokratik olmayan eğilimleri konusunda duydukları endişede birleşmelerine karşılık kendilerini durumun nasıl ele alınması gerektiği konusunda ayrılığa düşmüş ve (Türkiye üzerinde) kısıtlı etkiye sahip bir konumda buldular”. AB üye devletleri Suriye krizi bağlamında özellikle rejim değişikliği konusunda Türkiye’ye yönelik yaklaşımlarında da uzlaşamadı. Sığınmacı krizinin ele alınması ve Türkiye üzerinden Suriye’ye geçen yabancı savaşçılar sorununa çözüm bulunması konusunda ilerleme sağlansa da bu her iki tarafın ihtiyaçlarına cevap vermekten uzaktı.
Türkiye ile ikili ilişkiler alt başlığında AB, geçtiğimiz yıl aldığı “C+” notunu bu yıl da korurken, raporda, blokajlar nedeniyle katılım müzakerelerinin içerisinde bulunduğu durağanlığa rağmen, 17’nci faslın açılması ve 23 ve 24’üncü fasıllar üzerindeki blokajın kalkmasının gündeme gelebileceği kaydedildi. Raporda, vize serbestîsi diyaloğunun başlatılması ve Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle ilişkilerin ivme kazandığı belirtildi.
Türkiye’de hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları konusunda AB, geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da “C-“ notuna layık görüldü. Bu konuda, raporda, AB üye devletlerinin Türkiye’de demokrasideki eksikliklere ilişkin duyduğu endişede birleştiğini, buna karşılık durumun ele alınması konusunda açık şekilde ayrılığa düştüğü ve bu nedenle de durumu etkileme gücünün oldukça sınırlı kaldığı tespitine yer verildi. Rapora göre, Fransa gibi bazı Üye Devletler, 23’üncü ve 24’üncü fasılların açılmasını tavsiye ederken, Hollanda gibi bazı diğerleri katılım sürecinin gözden geçirilmesi çağrısında bulunuyor.
Türkiye ile Kıbrıs meselesi bağlamında ilişkiler konusunda, AB’nin notu 2014 yılında da “C-“ oldu. BM arabuluculuğunda Şubat 2014’te yeniden başlayan müzakerelerin, 2014 sonbaharında tekrar çıkmaza girdiği belirtilerek, Kıbrıs meselesinin AB’nin Türkiye’ye yönelik politikasını zedelemeyi sürdürdüğü belirtildi. Rapora göre, müzakerelerin çıkmaza girmesi, AB’nin Türkiye üzerindeki etkisine zarar vermekle kalmayıp, Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikası mekanizmalarına tam katılım sağlayamaması gibi jeostratejik açıdan önemli etkilere yol açıyor.
Türkiye ile bölgesel konularda ilişkiler konusunda AB, geçtiğimiz yıl aldığı “C+” notunu bu yıl da korurken raporda, Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerini ele alış biçiminin AB’den oldukça farklı olduğu ve AB ile Suriye konusundaki ayrıkların sürdüğü belirtildi. Doğuda ve güneyde krizlerle karşı karşıya olan Türkiye ve AB’nin yeterli düzeyde işbirliği yapmadığı kaydedilen raporda, AB’nin Türkiye ile yeterli istişarede bulunmadığı, bunun karşısında da Türkiye’nin AB’nin dış politika pozisyonlarından çoğuna uyum sağlamadığı kaydedildi.
AB’nin Türkiye ile Kıbrıs meselesi bağlamındaki ilişkiler ve Türkiye’de hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları konularındaki performansı, raporda 2014 yılında en kötü performansa sahip olduğu 10 dış politika konusundan ikisi oldu.
European Foreign Policy Scorecard 2015 raporuna http://www.ecfr.eu/page/-/ECFR125_SCORECARD_2015.pdf internet adresinden ulaşılabilir.
OCAK 2015: YUNANİSTAN SEÇİMLERİ
5 SORUDA YUNANİSTAN SEÇİMLERİ
Yunanistan’da dün (25.01.2015) gerçekleşen seçimlerde radikal Syriza Partisi’nin zaferi AB çevrelerinde endişeye sebep oldu. Syriza lideri Alexis Tsipras’ın kemer sıkma politikalarını reddetmesi ve kamu borcunun bir kısmının silinmesi ve yeniden müzakere edilmesine yönelik söylemi Avro alanının istikrarı konusunda soru işaretlerine yol açtı.
2008 yılında başlayan küresel mali kriz AB genelinde aşırı sağ ve sol hareketlerin güç kazanmasına yol açmıştı. Hemen hemen tüm AB üyesi devletlerde alınan önlemler ve kemer sıkma politikaları işsizliği artırdı ve özellikle orta ve alt gelir gruplarının ücretleri ve sosyal kazanımlarında önemli kayıplara yol açtı. Tüm bu yaşananların siyasi sonuçları olması doğaldır.
Krizi en yoğun olarak yaşayan Yunanistan’da, ekonomik ve sosyal sorunlar, krize yol açmak ile suçlanan merkez sağ ve merkez sol partilerin kamuoyu desteğini önemli ölçüde azaltırken, halkın umudunu radikal hareketlere yöneltmesi sonucunu doğurdu.
Bu aşamada, AB’nin yapması gereken, serinkanlı bir şekilde Yunanistan’daki demokratik seçimlerin sonuçlarını kabullenmek ve Yunanistan meselesini bir kez daha masaya yatırmak olmalıdır. AB karar alıcıları, Yunan halkının meşru endişelerini de dikkate alarak, borcun yeniden müzakere edilmesini sağlamalı. Aksi takdirde, hem Syriza Partisi’nin sisteme entegre olması zorlaşabilir, hem de bu durum Avro alanının bütünlüğü ve sürdürülebilirliği açısından olumsuz sonuçlar doğurur.
AB’nin çoğulcu yapısı, farklı siyasi ve ideolojik görüşleri de içinde barındırabilmeli ve sokaktaki vatandaşın sorunlarına çözüm üretebilmeli. AB, en önemli meselelerinden biri olan “demokratik açık” meselesini ancak bu şekilde aşabilir ve bütünleşme sürecini devam ettirebilir. Avrupa’nın geleceği, tek merkezden politikaların empoze edildiği bir AB değil, ulusal ve bölgesel çeşitliliğinin harmanlanarak ortak çözümler ürettiği bir Birlik olmalıdır.
1. Seçimleri Kim Kazandı? Kim Kaybetti?
2. Syriza Neden Kazandı?
3. Yunanistan’ı Neler Bekliyor?
4. İlk Tepkiler: Kim Ne Dedi?
5. Avrupa’yı Neler Bekliyor?
1. Seçimleri Kim Kazandı? Kim Kaybetti?
Komşu ülke Yunanistan’da 25 Ocak 2015 tarihinde gerçekleştirilen seçimleri, radikal solcu Syriza Partisi kazandı. Katılım oranının yüzde 60’ın biraz üzerinde olduğu seçimlerde, ülkedeki kemer sıkma politikalarına savaş açan ve Yunanistan’ın borcunu yeniden müzakere edeceğini söyleyen 40 yaşındaki radikal sol lider Alexis Tsipras’a yüzde 36 oy çıktı. Hükümetteki merkez sağ parti Yeni Demokrasi Partisi ise, yüzde 27’de kaldı.
Seçimlere katılan diğer 5 partinin de Yunan Parlamentosu’nda temsil hakkı kazanması bekleniyor. Bu partiler arasında en ilgi çekici olan ise aşırı sağcı Altın Şafak Partisi. Seçimleri üçüncü olarak geride bırakan Altın Şafak’ın oy oranı yüzde 6’nın biraz üzerinde. Resmi sonuçların henüz açıklanmadığı seçimlerde, 300 sandalyeli Yunan Parlamentosu’nda Syriza şimdiden 149 sandalyeyi almış durumda. Syriza’nın çoğunluğu elde edebilmesi için Parlamento’da 2 sandalyeye daha ihtiyacı var.
Seçimlerin galibi Syriza Partisi lideri Alexis Tsipras, seçimler ile Yunan halkının kemer sıkma ve ekonomik yıkıma karşı güçlü ve açık bir mesaj verdiğini söylerken, AB, Uluslararası Para Fonu IMF ve Avrupa Merkez Bankası’ndan oluşan troykanın artık geçmişte kaldığını vurguladı; kriz konusunda adil ve tüm tarafların yararına olacak çözüm konusunda müzakere edecekleri sözünü yineledi.
2. Syriza Neden Kazandı?
Yunanistan 2008 yılında Avrupa’yı teslim alan ekonomik krizden en fazla etkilenen ülke oldu. Kemer sıkma politikaları kapsamında kamu hizmetleri, emeklilik, sosyal güvenlik gibi alanlarda yaşanan sert kesintiler Yunan halkını yıllardır zorluyor. Ülkede işsizlik oranı yüzde 25’lere dayanmışken, 25-35 yaş arası işsizlik yüzde 50’nin biraz altında. Devlete gelir elde etmek amacıyla oluşturulan ek mülkiyet vergisi ise, orta sınıfı biraz daha sıkıştırmış durumda. Böyle bir ortamda, Yunanistan’ın borçlarının geri ödenmesinde faiz oranlarının yeniden görüşülmesi ve vadelerin uzatılması; asgari ücretin 751avroya yükseltilmesi; 300bin yeni istihdam alanının yaratılması ve emekli maaşlarının iyileştirilmesi sözüyle yola çıkan Syriza’nın seçimlerin galibi olması Yunanistan için çok büyük bir sürpriz olmadı. 2009 seçimlerinde oyların yalnızca yüzde 4,6’sını alabilen Syriza’nın bugün oy oranını yüzde 36’ya çıkarmış olması, Yunan kamuoyunun kemer sıkma politikalarına tepkisinin bir yansıması olarak değerlendiriliyor.
3. Yunanistan’ı Neler Bekliyor?
Syriza’nın tek başına iktidar olabilmesi için Yunan Parlamentosu’ndaki 151 sandalyeyi alması gerekiyordu; ancak yüzde 36 oy oranıyla Syriza’nın Parlamento’da garantileyebildiği sandalye sayısı 149 oldu. Bu noktada, diğer partilerin Parlamento’da az sandalye ile temsil ediliyor olsalar da, koalisyonun oluşturulabilmesi için önemli rol oynayacakları önceden biliniyordu.
Aleksis Tsipras bugün erken saatlerde, 2012 yılında Yeni Demokrasi Partisi’nden ayrılarak parti kuran Bağımsız Yunanlar Partisi’nin (ANEL) lideri Panayiotis Kammenos ile görüştü. Görüşmenin ardından Kammenos tarafından yapılan açıklamada Bağımsız Yunanlar Partisi’nin Aleksis Tsipras’a güvenoyu vereceği ve yeni hükümetin Syriza-ANEL koalisyonundan oluşacağı bildirildi. Yeni koalisyon hükümeti Parlamento’daki 300 koltuğun 162’sini alarak çoğunluğu oluşturuyor.
4. İlk Tepkiler: Kim ne dedi?
Yunanistan’daki seçimlerde kemer sıkma politikaları karşıtı Syriza’nın galibiyeti AB içerisinde şimdiden yankı bulmuşa benziyor. İngiltere Başbakanı David Cameron, seçim sonuçlarının AB çapında ekonomik belirsizliği artıracağını söylerken, Alman Merkez Bankası Başkanı Jens Weidmann, Syriza'nın zaferinin, ekonomik krizin çözülmesi için elde edilen kazanımları tehlikeye atmayacağını umduklarını söyledi.
Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande tarafından yayımlanan resmi açıklamada, “Dileğimiz; Avro Alanı’nın istikrarına katkı sağlayacak biçimde iki ülke arasındaki işbirliğinin, Avrupa değerlerinin temelini oluşturan, ilerleme, dayanışma ve sorumluluk ruhuyla sürdürülmesidir” ifadesine yer verildi. AP Sosyalistler ve Demokratlar İlerici İttifakı Grubu Başkanı Gianni Pittella ise Syriza’nın zaferini, Avro Alanı’nda yürütülen ekonomik politikaların değişmesi gerektiği yönünde değerlendirdi. Öte yandan, Belçika Maliye Bakanı Johan Van Overtveldt borçların yeniden yapılandırılması ve gerekli usullerin tekrardan görüşülmesine ilişkin açık kapı bulunduğunu; ancak bunun Yunanistan’ın parasal birlik kurallarına saygı göstermesi temelinde gerçekleşeceğini kaydetti.
5. Avrupa’yı Neler Bekliyor?
Öncelikle Yunanistan’da radikal sol partinin seçimlerden zaferle çıkmasının, AB çapında diğer sol partileri cesaretlendirme ihtimali bulunuyor.
Radikal sol Syriza, kamu harcamalarında yaşanan kesintileri tersine çevirerek, maaşları ve emeklilik hizmetlerini artırmayı vaad ediyor. Bugün büyük bir kısmı Avro Alanı ülkeleri tarafından ödenen Yunanistan’ın kamu borçlarını silmeyi istiyor. Hiç şüphesiz Avro-Dolar Paritesinin son 11 yılın en düşük seviyesine geldiği ve Avrupa Merkez Bankası’nın tarihinin en büyük tahvil alımını gerçekleştirdiği bu dönemde, Syriza’nın vaadleri AB ekonomisi için büyük bir endişe demek. Olası bir Syriza hükümeti, Yunanistan’ın kamu borçlarının Troyka ile yeniden müzakere edileceği anlamına geliyor. Bu da Hükümet ve Troyka arasında yeni bir gerginlik anlamına geliyor. Bu sebeple AB ve uluslararası finans kurumları endişe içinde.
Yunanistan seçim sonuçları ışığında, AB’nin yapması gereken, Yunanistan meselesini masaya yatırmak ve Yunan halkının meşru endişelerini de dikkate alarak, borcun yeniden müzakere edilmesini sağlamak. Aksi takdirde, hem Syriza Partisi’nin sisteme entegre olması zorlaşabilir, hem de Avro alanının bütünlüğü ve sürdürülebilirliği açısından olumsuz sonuçlar doğurur.
İktisadi Kalkınma Vakfı
OCAK 2015: AMB TAHVİL ALIM PROGRAMI
İKV BASIN AÇIKLAMASI
23 Ocak 2015, İstanbul
İKV BAŞKANI ÖMER CİHAD VARDAN: AVRUPA MERKEZ BANKASI’NIN BAŞLATTIĞI TAHVİL ALIM PROGRAMININ AB VE TÜRKİYE’YE ETKİLERİ OLUMLU OLACAKTIR
Avrupa Merkez Bankası (AMB) piyasaların uzun zamandır beklediği tahvil alım programını açıkladı. Yeni program kapsamında AMB, varlık alımı programını Avro Alanı üye ülke hükümetleri, kurumlar ve ajanslarını kapsayacak şekilde genişletmektedir. AMB söz konusu adımı Avro Alanı’nda çok düşük seviyelerde seyreden enflasyonun canlandırılması ve AB ekonomisinin desteklenmesi amacıyla atmıştır.
Söz konusu programın önceki programların tamamlayıcısı olması ve varlık alımlarının üye ülke merkez bankalarının AMB sermayesindeki payı esas alınarak yapılması öngörülmektedir. Mart 2015’te başlayacak program ile Eylül 2016'ya kadar, her ay 60 milyar avro ve toplamda yaklaşık 1,3 milyar avro tutarında menkul kıymet alımı yapılması ve bu şekilde enflasyonun sürdürülebilir bir ayarlama seyrine girmesi sağlanana kadar menkul kıymet alımlarına devam edilmesi öngörülmektedir.
İKV Başkanı Ömer Cihad Vardan’a göre, alınan önlemler Avro Alanı’nda durgunluk riski taşıyan ekonominin harekete geçirilmesi ve deflasyon riskinin ortadan kaldırılması açısından büyük önem taşıyor.
Vardan, söz konusu önlemlerin en önemli sonucunun, uzun vadede AB’de büyümeyi teşvik etmesi olacağını söyledi. Vardan, Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi’nin yaptığı açıklamayı da destekledi ve bu önlemlerin başarılı olması için tüm AB üyesi ülkelerin büyüme yanlısı mali politikalar uygulamasının gereğine dikkat çekti.
İKV Başkanı Vardan şu şekilde devam etti:
AMB’nin uygulayacağı programın AB ekonomilerine parasal teşvik sağlaması öngörülüyor. Uygulanacak programın uzun vadede üye ülkelerin mali koşullarında iyileşme sağlaması, tüketiciler ve şirketler açısından finansmana erişimi daha ucuz hale getirmesi beklenmekte. Bunun da yatırımlar ve tüketimi desteklemesi ve artış sağlaması, enflasyon oranlarının da düşük seviyelerden yüzde 2’ye yükselmesi öngörülüyor.
İKV uzmanı Sema Çapanoğlu AMB’nin uygulayacağı programın Türkiye’ye etkilerini değerlendirdi. Çapanoğlu’ya göre, AB piyasalarına çıkacak olan iki yılda yaklaşık 1,3 milyar avro tutarındaki likiditenin petrol fiyatlarının da düşük seyrettiği içinde bulunduğumuz dönemde ülkemize etkisinin olumlu olması bekleniyor. AB ekonomisinde beklenen olumlu ivmenin, hem ülkemize sermaye akımlarının artması hem de orta vadede AB ülkeleri ekonomilerinin toparlanması ile Türkiye’nin AB’ye ihracatında artış ve AB ülkelerinden ülkemize doğrudan yatırımlarda artış şeklinde yansıyacağı öngörülüyor.
OCAK 2015: PNR UYGULAMASI BASIN AÇIKLAMASI
AVRUPA TERÖRLE MÜCADELEDE SAFLARI SIKILAŞTIRIYOR: ORTAK PNR UYGULAMASINA DOĞRU ADIM ADIM
Melih Özsöz, İKV Genel Sekreter Yardımcısı
Ocak ayı başında Paris’te mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yönelik saldırı ve sonrasında yaşananlar, AB’yi iç ve dış sınırlarında güvenliğe ilişkin politikalarını yeniden gözden geçirmeye itti. Saldırılardan hemen sonra Paris’te bir araya gelen AB üye ülke İçişleri Bakanları toplantısından, AB’nin kendi PNR sistemini oluşturması ve PNR bilgilerinin toplanması, depolanması ve sınır ötesi paylaşımı konusunda daha etkin bir mekanizmanın kurulması mesajı çıkarken AB Konseyi Başkanı Donald Tusk ve Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, AB’nin kendi PNR sistemi üzerindeki çalışmayı ilerletmesi için Avrupa Parlamentosu’na çağrı yaptı.
Havayolu Yolcu Kayıt Sistemi (PNR) halihazırda uzun yıllardır birçok ülke tarafından özellikle terör ve suçlar ile mücadele kapsamında etkin şekilde kullanılan bir araç. AB genelinde ise birçok üye ülke kendi PNR sistemine sahip iken, mevzuat eksikliği sebebiyle PNR verileri Birlik genelinde etkin olarak paylaşılamamakta. PNR ile ilgili bir diğer sorunlu alan ise Avrupa içi uçuşlar ile ilgili. Halihazırda Avrupa içinde, üye ülkeler arası yapılan uçuşlarda yolculara ait sınırlı bilgi, havayolu şirketleri tarafından toplanabiliyor ve bu bilgilerin üye ülkeler arasında paylaşımında ciddi engeller bulunuyor.
PNR bilgilerinin toplanması, depolanması ve paylaşımı alanında Birlik mevzuatın oluşturulamamasında ise Avrupa Parlamentosu’nun çekince ve endişeleri önemli yer tutuyor. Konuya ilişkin mevzuat düzenlemesinin son 4 yıldır Parlamento gündeminde olduğu düşünülürse, ortak PNR uygulaması konusunun, önümüzdeki günlerde AB İçişleri Bakanları ve AB liderlerinin de gündeminde sıklıkla yer alacağını söylemek mümkün.
Peki PNR nedir ve neden önemlidir? Türkiye’de daha çok basit bir “rezervasyon bilgisi” olarak algılanan PNR uygulamasına ilişkin AB’nin mevcut politikası nasıl? Bu alanda AB'de ne gibi değişiklikler yaşanabilir? ve daha da önemlisi bu değişiklikler 1980'li yıllardan bu yana AB üye ülkelerine girişte zorunlu vizeye tabi olan Türk vatandaşlarını etkiler mi?
PNR nedir?
Türkiye’de daha çok “rezervasyon bilgisi” olarak bilinen PNR (Passanger Name Records – Havayolu Yolcu Kayıt Sistemi) aslında yolcuların uçak rezervasyonları sırasında, havayolu şirketi tarafından toplanan bilgi ve verilerin tümü anlamına gelmektedir. Bu çerçevede PNR bilgisi yolculuğu yapacak kişinin kimlik bilgilerinin yanı sıra:
-iletişim bilgileri (adres, cep telefonu numarası ve e-posta adresi),
-ödeme kredi kartı ile yapıldıysa kredi kartına ilişkin bilgiler,
-uçuşu gerçekleştirecek kişinin uçuş numarası, saati ve destinasyonu,
-koltuk seçimi, bagaj sayısı, yolcu seçim yapmış ise uçuş sırasında yiyeceği yemek,
-kişi grup halinde seyahat ediyor ise, aynı rezervasyon numarası altında seyahat edeceği diğer yolcular ve bu kişilere ait bilgileri içermektedir.
PNR bilgisi kapsamında ayrıca havayolu şirketi, kişi herhangi bir sık uçan yolcu programı ya da müşteri sadakat programı üyeliği çerçevesinde rezervasyonunu yaptırmış ise, kişinin geçmişteki diğer seyahatlerine ilişkin dökümüne de ulaşmış olur.
PNR neden önemli?
Görüldüğü üzere, “rezervasyon bilgisinin” ötesinde olan PNR bilgisi, yolcunun gerçekleştireceği veya daha önce gerçekleştirdiği seyahatlere ilişkin bol miktarda bilginin depolandığı bir alandır. Dolayısıyla PNR bilgisi üzerinden yapılacak detaylı analizler, yolculuk öncesinde bir kişinin yapacağı seyahate ilişkin temel verilerin ötesinde, yolcu hakkında çok daha kapsamlı bilgilere ulaşmaya imkan verebilmektedir. Örneğin ABD, 11 Eylül 2001 tarihinde gerçekleştirilen saldırılar sonrasında PNR bilgisini, terör ile mücadelede önemli bir araç olarak kullanmaya başlamıştır. Havayolu ile Birleşik Devletler sınırlarına gelen diğer ülke vatandaşlarına ilişkin PNR numaraları, havayolu şirketleri tarafından toplanmakta ve bu veriler Havacılık ve Ulaştırma Güvenlik Yasası (Aviation and Transportation Security Act) kapsamında ABD Hükümeti ve ilgili kurumlar ile düzenli olarak paylaşılmaktadır.
AB'nin Mevcut PNR Uygulaması Nedir?
11 Eylül saldırıları sonrasında, terörle mücadele kapsamında PNR bilgisini daha etkin şekilde kullanmaya başlayan ABD gibi Avrupa da, PNR bilgilerinin toplanması, depolanması ve sınır ötesi paylaşımı konusunda çalışmalara başlamış; ancak toplanan bilgilerin içeriği ve sınır ötesi paylaşımı konularındaki görüş farklılığı, AB ile diğer üçüncü ülkeler arasında yürütülen müzakerelerde tartışmalara neden olmuştur. Başka bir deyişle AB'de kişiler serbest dolaşabilirken, yolculara ait verilerin AB sınırlarında dolaşımı kısıtlıdır.
Halihazırda AB içerisinde İngiltere başta olmak üzere toplam 16 üye ülke kendi ulusal PNR sistemlerine sahip iken, mevzuat eksikliği sebebiyle bu veriler Birlik genelinde etkin olarak paylaşılamamaktadır. Aynı zamanda AB içerisinde gerçekleştirilen uçuşlar kapsamında yolculara ait PNR bilgileri, kısıtlı şekilde toplanmakta (sadece kimlik bilgileri ile sınırlı) ve üye ülkeler arasında paylaşılmamaktadır.
Bu çerçevede özellikle Avrupa Parlamentosu, PNR bilgisinin, kişisel veri olduğu noktasından hareketle, kişisel verilerin korunmasına yönelik endişelerini sürekli olarak dile getirirken, söz konusu bilgilerin okyanus ötesinde paylaşımı bir yana, herhangi bir üye ülke ile paylaşımında bile mesafeli davranmıştır. Avrupa Parlamentosu’nun kişisel verilerin korunması, özel hayatın gizliliğini ihlal ve hukuka aykırılık gerekçesiyle ayak diremesi, AB çapında bir PNR sisteminin oluşturulamamasının temel sebeplerinden bir tanesidir. Öyleki Komisyon tarafından bu konuya ilişkin hazırlanan taslak yasa, 2011 yılından bugüne, yani neredeyse 4 yıldır Parlamento gündemindedir. Parlamento'nun tüm ısrarına rağmen AB, bugüne kadar aralarında ABD, Kanada, Avustralya ve Güney Kore'nin de bulunduğu kimi ülkeler ile PNR paylaşım anlaşmaları imzalamış ama söz konusu anlaşmaların içeriği Parlamento'nun çekinceleri sebebiyle hep sınırlı kalmıştır.
Charlie Hebdo sonrası PNR neden gündeme geldi?
Ocak ayı başında Paris’te mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yönelik saldırı ve sonrasında yaşananlar AB'yi, sadece PNR bilgisine ilişkin politikasını değil, iç ve dış sınırların güvenliğine ilişkin tüm politikalarını tekrar gözden geçirmeye itmiştir. Aslında AB, az önce ifade edildiği üzere 2011 yılından beri bu konuya ilişkin, Parlamento, Avrupa Komisyonu ve üye ülkeler arasında yaşanan çetin bir tartışmaya da sahne olmaktadır. Charlie Hebdo saldırısı sonrasında, saldırıyı gerçekleştiren kişiler ile bu kişilerin bağlantılı oldukları diğer kişilerin, Avrupa içerisinde ve AB sınırları dışında, saldırı öncesi gerçekleştirdikleri seyahatlerin ortaya çıkması ile birlikte, terörle mücadele kapsamında AB’nin PNR uygulaması daha fazla tartışılır hale gelmiştir. Hiç şüphesiz tartışmanın odağında AB’nin kendi PNR sistemini oluşturması ve böylece Avrupa çapında yolculara ilişkin tüm bilgilerin bir merkezde toplanması bulunmaktadır. Ayrıca Birlik bu yolla ulusal PNR sistemlerinin eşgüdümünü de öngörmektedir. Söz konusu muhtemel oluşumun AB’nin sınır güvenlik politikalarını da (pasaport kontrolleri, vize uygulamaları, şüpheli ve suçlu veritabanı paylaşımı gibi) yeniden gözden geçireceği anlamına geldiği açıktır.
Avrupa Parlamentosu’ndan yeni hamle
Tüm bu tartışmaların ışığında, Avrupa Parlamentosu Adalet ve Temel Haklar Komisyonu’nda geçen yıl reddedilen PNR düzenlemesine ilişkin raporun yazarı İngiliz Muhafazakar Timothy Kirkhope, taslak raporunu revize ederek tekrar komisyona sunacağını açıkladı. Kirkhope revize edeceği taslak rapora ilişkin açıklamasında, PNR bilgilerinin, Avrupa’nın terörle mücadelesinde hayati önemde olduğu savunarak, havayolu yolcularının kimlik bilgileri, iletişim bilgileri ve kredi kartı detayları gibi rezervasyon bilgilerinin nasıl saklanacağı ve kimlerle paylaşılacağı konusunda AB genelinde yasal bir çerçeveye kavuşturulmasının önemini vurguladı. Benzer açıklamaları AB Konseyi Başkanı Donald Tusk ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini de yaptı. AB Konseyi Başkanı Donald Tusk, AB’nin kendi PNR sistemi üzerindeki çalışmayı ilerletmesi için Avrupa Parlamentosu’na çağrıda bulunurken, Yüksek Temsilci Mogherini AB çapındaki PNR uygulamasını Avrupa güvenlik politikasının önceliklerinden biri olacağını ifade etti.
Muhtemel bir AB PNR uygulaması Türk vatandaşlarını nasıl etkiler?
Öncelikle Charlie Hebdo'ya yönelik saldırı sonrasında terörle daha etkin mücadele kapsamında AB'nin iç ve dış sınırlarında güvenliğe ilişkin mevcut kuralların, ileriki dönemlerde daha sıkılaşacağını söylemek mümkün. Bu çerçevede ortak bir AB PNR uygulaması, Avrupa içi ve dışı seyahatlerde yolcu bilgilerinin toplanması, depolanması ve üye ülkeler arası paylaşımının önünü açacaktır.
1980li yıllardan bugüne Avrupa'ya girişte zorunlu vize uygulamasına tabi olan Türk vatandaşları ise hiç şüphesiz, diğer ülke vatandaşları gibi bu uygulamaya tabi olacaklardır. Ancak bu uygulamanın, Aralık 2013 tarihinden bu yana Türkiye ile AB arasında yürürlükte olan vize serbestliği diyaloğunu olumlu veya olumsuz şekilde etkilemesini beklemek doğru olmaz.
Hiç şüphesiz muhtemel bir AB PNR uygulaması, Schengen Bilgi Sistemi (Schengen Information System-SIS), İkinci Nesil Schengen Bilgi Sistemi (SIS II) veya Eylül 2014 tarihi itibariyle Türkiye'nin de dahil olduğu Vize Bilgi Sistemi (Visa Information System-VIS) ile eşgüdümlü olarak çalışacak ve birbirini destekleyeceklerdir. Ancak yukarıda sayılan mevcut sistemler halihazırda AB sınırlarındaki kontrollere, yani AB sınırlarına giriş ve çıkışa ilişkin sistemler olup, temel hedefi yasadışı göç ile mücadele ve sınırların kontrolüdür. Ayrıca yukarıda sayılan bu uygulamaların neredeyse tamamı, AB sınırlarını geçmeden önce vizeye tabi ülke vatandaşlarına uygulanan araçlardır. Oysa ki muhtemel bir ortak PNR uygulaması, AB çapında terör ve büyük suçlarla mücadeleye yönelik bir adli istihbarat aracı olarak tasarlanmış olup, yeni bir sınır kontrol unsuru olmaktan uzaktır. Dolayısıyla ortak bir PNR uygulaması AB üye ülkelerine giriş ve çıkışa ilişkin, Türk vatandaşları gibi diğer birçok ülke vatandaşının da tabi olduğu vize uygulaması kurallarını etkilemeyecektir.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
OCAK 2015: TÜRKİYE-AB MÜZAKERE SÜRECİ
İKV BASIN AÇIKLAMASI
16 OCAK 2015
İKV BAŞKANI VARDAN:
"SÜRECE İVME KAZANDIRALIM; TEK FASILLA YETİNMEYELİM"
Başbakan Davutoğlu Brüksel'de Tusk, Juncker ve Mogherini ile Görüştü
Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun, Başbakan sıfatıyla Brüksel'e gerçekleştirdiği ilk ziyaretinde Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk, Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ile biraraya gelirken, Brüksel'de çeşitli temaslarda bulundu. Ziyaret kapsamında, Türkiye-AB üyelik müzakereleri süreci, Paris'te yaşanan saldırılar sonrasında Avrupa'da gündemin bir numaralı maddesi haline gelen terörle mücadele, Türkiye-AB ekonomik işbirliği, Kıbrıs sorunu, Kürt meselesi, Türkiye-AB dış politika diyaloğu gündemi ele alındı.
İKV Başkanı Ömer Cihad Vardan: "Türkiye’nin Avrupa’ya katkısını görmezden gelemeyiz"
İKV Başkanı Ömer Cihad Vardan konuyla ilgili açıklamalarda bulundu. Vardan, ziyaretin önemine değindi ve şunları söyledi: "Avrupa'da gündem, 2015 yılının hemen başında Paris'te yaşanan terör saldırısı sonrasında hızla değişti. 2015 yılına yeni Konsey Başkanı, yeni Komisyon Başkanı, yeni Parlamento, yeni Komisyon üyeleri, yeni Dış Politika Yüksek Temsilcisi; başka bir deyişle yepyeni bir kurumsal yüz ile merhaba diyen AB, terörle mücadele gibi çözümü zaman, kararlılık, işbirliği ve güçlü bir irade isteyen sıcak bir konu ile karşı karşıya kaldı. Sayın Başbakanımızın Brüksel'deki temaslarında ele alınan konular değerlendirildiğinde, AB aday ülkesi Türkiye'nin Avrupa'nın bu sıcak gündemine vereceği katkıyı görmezden gelmek düşünülemez.”
Vardan: "Türkiye'nin AB üyeliği, Dünya barışı açısından, radikal hareketlere ve teröre verilecek en güzel cevap"
İKV Başkanı Vardan, Türkiye'nin AB üyesi olmasının, radikal hareketlere ve teröre verilecek en güzel cevap olacağını hatırlattı; Müslümanlık ile demokrasi ve laikliği bağdaştıran bir ülke olarak, Türkiye'nin deneyimlerinin AB'ye önemli katkı sağlayacağını ve tüm dünyaya önemli bir barış mesajı vereceğini kaydetti. Bu çerçevede Almanya Başbakanı Merkel'in Müslümanlara destek sözünü ve “Almanya'nın her türlü inancın korunmasını sağlayarak, ibadet özgürlüğünü güvence altına alacağı” ifadesi ile Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’nin “radikalleşme, hoşgörüsüzlük ve aşırıcılığın en büyük mağdurunun Müslümanlar olduğuna” ilişkin yorumlarını de olumlu birer gelişme olarak değerlendiren Vardan, Paris'teki saldırıların, Müslümanlara ayrımcılık için bir mazeret oluşturmaması ve Almanya'daki Pegida gibi hareketlere karşı uyanık olunması gerektiğini belirtti.
Vardan: "AB üyeliği bir Türkiye projesidir"
İKV Başkanı Vardan, Başbakan Davutoğlu'nun "Friends of Europe" tarafından düzenlenen toplantısındaki "AB bizi almazsa buzdolabının önünde beklemeyiz" yönündeki sözlerine ilişkin olarak ise, AB katılım müzakerelerinin yaklaşık 10 yıldır devam ettiğini ancak AB Konseyi kararları ile bazı Üye Devletlerin tek taraflı blokajlarının, sürecin tamamlanmasını engellediğini söyledi. Vardan, sürecin ilerlememesinin Türkiye açısından sıkıntı yarattığını vurgularken, AB'nin Türkiye'ye yönelik üyelik perspektifinin inandırıcı ve kesin bir takvime bağlanması gerektiğini ifade etti. Vardan, AB üyeliği hedefinin bir "Türkiye projesi" olduğunu ve sürecin canlandırılması için iki tarafın da adım atması suretiyle, bu tarihi fırsatın kaçırılmaması gerektiğini vurguladı. Vardan, sözlerine şu şekilde devam etti:
"Bu noktada Türkiye ile AB arasında yürütülen müzakere sürecine bir an evvel hız verilmesi gerekiyor. 2015 yılı ile beraber müzakere sürecinin 10. yılına da girdik. Hiçbir aday ülkenin adaylık süreci bu kadar uzun sürmedi. Geçen dönemlerde, AB Dönem Başkanlıkları sırasında 2'şer, 3'er faslı müzakerelere açabilirken; önce tek fasılla yetinir olduk. Hatırlarsanız 40 ay boyunca, yani tam 2,5 yıl, başka bir deyişle de 6 Konsey Dönem Başkanlığı'nda hiçbir faslı müzakerelere açamadık. Dolayısıyla müzakerelerde yeni bir faslın açılması, arzu edilen ivmeyi kazandıracak en hızlı ve en pratik çözüm. Ancak tek fasılla da yetinmemek gerekiyor. Sürece ivme kazandırmalıyız."
15 Ocak 2014 tarihinde Strazburg’da toplanan Avrupa Parlamentosu tarafından alınan kararına ve Türk vatandaşlarına yönelik vize serbestliği konusuna ilişkin olarak ise Vardan şunları ifade etti:
"Bu çerçevede Sayın Başbakanımız Brüksel'de AB yönetiminin en kritik isimleriyle görüşürken, Avrupa halklarının sesi Avrupa Parlamentosu'nda kabul edilen kararı manidar buluyorum. Türkiye'nin düşünce ve ifade özgürlüğü alanlarında ilgili adımları atabilmesi için, bu konuyla doğrudan bağlantılı fasılların, yani 23 numaralı faslında açılması kritik öneme sahip olduğuna inanıyorum."
"Türkiye-AB ilişkilerinde arzu edilen ve istenilen ivmeyi kazandıracak bir diğer hamle de, vize serbestliği diyaloğu olacaktır. Unutmayalım ki Aralık 2013 tarihinden bu yana yürütülen vize serbestliği diyaloğunda Türkiye önemli bir mesafe kaydetti. Bunu ben söylemiyorum; Komisyon kendi değerlendirmesinde ifade ediyor. Haliyle içeriğinin büyük bölümü, Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması ve Vize Serbestliği Yol Haritası ile örtüşen 24 numaralı faslın da açılması oldukça önemli. Bu çerçevede AB’nin net ve kararlı olması lazım; eğer bu alanda Türkiye’den reform bekleniyorsa AB’nin de bunu cesaretlendirmesi ve yeni engel çıkarmaması gerekir"
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
OCAK 2015: VİZE SÜRECİ VE TERÖRLE MÜCADELE
İKV AÇIKLAMASI
13 Ocak 2015, İstanbul
“Terörle Mücadele Özgürlükleri Kısıtlamamalı”
Fransa’nın başkenti Paris’te, mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yönelik düzenlenen saldırı ve ertesinde yaşanan gelişmeler sonrasında, Fransa İçişleri Bakanı Bernard Cazeneuve’nin çağrısı ile 11 Ocak 2015 tarihinde bir araya gelen AB üye ülke İçişleri ve Adalet Bakanları toplantısından, bir daha böyle üzücü olayların yaşanmaması için üye ülkeler arasında diyaloğun geliştirilmesine yönelik çabaların artırılacağı mesajı çıkmıştır.
Toplantı sonrasında AB üye ülke İçişleri ve Adalet Bakanları tarafından yapılan ortak açıklama, terörün Avrupa toplumlarında nefret, öfke ve ayrımcılık yaratmasının önüne geçebilmek için önümüzdeki dönemde daha sıkı tedbirlerin alınması yönünde ortak iradeyi ortaya koyarken, konunun 29 Ocak 2015 tarihinde Riga’da gerçekleştirilecek gayri resmi Adalet ve İçişleri Konsey toplantısında kapsamlı şekilde ele alınacağı ifade edilmiştir.
AB üye ülke İçişleri ve Adalet Bakanları tarafından yapılan ortak açıklamada, Avrupa çapında iç güvenliğin artırılması ve terörle daha etkin mücadele edilmesi için, Avrupa iç ve dış sınırlarının kontrolü konusu üzerinde hassasiyetle durulmaktadır. Bu çerçevede, hem AB üye ülke vatandaşlarının, hem de üçüncü ülke vatandaşlarının, AB üye ülke topraklarına giriş ve çıkışa ilişkin Schengen Sınır Kodu kurallarının değiştirilmesinin gündeme gelebileceği tartışılmaktadır.
Söz konusu tartışmalar ve Schengen Sınır Kodu kurallarında gerçekleşmesi muhtemel bir sıkılaştırma, hiç şüphesiz, 1980’li yıllardan bu yana AB üye ülke topraklarına girişte zorunlu vize uygulamasına tabi olan Türk vatandaşlarını da yakından ilgilendirmektedir. Bu noktada unutulmaması gereken, terörle mücadelenin özgürlükleri kısıtlamaması gerektiğidir. Terörle mücadele en etkili biçimde ilgili bakanlıklar, adli makamlar, polis ve istihbarat teşkilatları arasında etkin işbirliği ve eşgüdüm yoluyla gerçekleştirilebilir. Vize politikasının sıkılaştırılması, terörle mücadeleye katkı sağlamayacağı gibi, terörle ilgisi bulunmayan, dürüst vatandaşların cezalandırılması gibi adil olmayan bir duruma yol açacaktır.
Hatırlanacağı üzere Aralık 2013 tarihinde Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması’nın imzalanması ile birlikte, Türk vatandaşlarının “vizesiz Avrupa” hayalini gerçekleştirmede kilit öneme sahip “Vize Serbestliğine ilişkin Yol Haritası” süreci resmiyet kazanmıştır. Bu çerçevede Türkiye’ye ait yol haritasında öngörülen kriterler, sadece Türk vatandaşlarının AB üye ülkelerine vizesiz girişlerine ilişkin olmamakla birlikte, Türkiye’nin iç ve dış sınır güvenliği ve Türkiye’deki sınır kontrolleri ile de yakından ilgilidir. Hatta Avrupa Komisyonu, Ekim 2014 tarihinde yol haritasına ilişkin yayımladığı birinci Değerlendirme Raporunda da, Türkiye’nin yol haritası kapsamında mevcut kriterlerin birçoğunu karşıladığını teyit etmektedir.
Dolayısıyla vize serbestliği diyaloğu süreci ile Türkiye, geri kabul ve vize serbestliği süreçleri ile halihazırda kendi iç ve dış sınır güvenliğini artırırken, AB’nin de sınır güvenliğine katkıda bulunmaya devam etmektedir. Bu noktada AB, özgürlükler ile güvenlik arasındaki dengeyi iyi kurmak durumundadır. Bu çerçevede uzun süredir Türk vatandaşlarına yönelik AB üye ülke vize uygulamaları konusunda yoğun çaba sarf eden İktisadi Kalkınma Vakfı olarak, Fransa’da gerçekleştirilen bu menfur saldırıyı bir kez daha kınarken; önümüzdeki dönemde kişilerin serbest dolaşımına ilişkin olarak, Avrupa iç ve dış sınırlarının kontrolü alanında yaşanması muhtemel gelişmelerin, ülkemizin AB ile yürütmekte olduğu vize serbestliği diyaloğu sürecine zarar vermemesini temenni ediyoruz.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
OCAK 2015: TTYAO DEĞERLENDİRME
İKV DEĞERLENDİRME
12 Ocak 2015
VARDAN: "Bugün AB’ye baktığımızda TTYO’dan doğrudan etkileneceklerin başında KOBİ’lerin geldiğini görüyoruz."
AB TTYO Müzakerelerinde Şeffaflık Açısından Önemli Bir Adım Attı: AB Önerilerinin Kamuoyuna açıklanması Türkiye için de bir Fırsat Oluşturuyor.
Avrupa Komisyonu geçtiğimiz yıl TTYO (Transatlantik Ticaret ve Yatırımım Ortaklığı) müzakerelerini daha şeffaf biçimde yürütme konusunda aldığı kararı hayata geçiriyor. Bu çerçevede ilk adım 7 Ocak tarihinde yasal metinlerle ilgili AB önerilerinin kamuoyuna açıklanmasıyla atıldı. Söz konusu belgelerin kamuoyuyla paylaşılması Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. AB ile Gümrük Birliği ilişkisi içerisinde olan ülkemizin TTYO’dan etkileneceği bilinmektedir.
Konuyla ilgili olarak bir açıklama yapan İktisadi Kalkınma Vakfı Başkanı Ömer Cihad Vardan, Türkiye ekonomisinin TTYO’dan nasıl etkileneceğini incelemek, müzakerelerde uzlaşmaya varılan hususların Türk şirketlerine, KOBİ’lerine yansımasını doğru değerlendirebilmek açısından Komisyon tarafından açıklanan belgelerin son derece önemli olduğunun altını çizdi. Vardan, daha fazla kaynak ve bilginin, daha doğru değerlendirmeler yapmamıza ve olumsuz etkileri en aza indirgeyecek, kazançları ise katlayacak şekilde hareket etmemize imkân vereceğini ifade etti. Vardan sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Bugün AB’ye baktığımızda TTYO’dan doğrudan etkileneceklerin başında KOBİ’lerin geldiğini görüyoruz. Nitekim Komisyon bu gerçekten yola çıkarak KOBİ’lere yönelik bilgilendirme faaliyetleri başlatmış ve onlarla istişare kanallarını açmış durumda. Gümrük Birliği nedeniyle TTYO’dan doğrudan etkilenecek olan ülkemizde de KOBİ’lerimizin konuyla ilgili bilgilendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Böylece hâlihazırda AB ve ABD pazarlarına ihracat yapan KOBİ’lerimizin ve ihracatçı olma arzusundakilerin önünü açabiliriz.”
Komisyon tarafından açıklanan metinler rekabet, gıda güvenliği, hayvan ve bitki sağlığı, gümrük tarifeleri, ticaretin önündeki teknik engeller, KOBİ’ler ve hükümetlerarası anlaşmazlıkların halli konularını kapsıyor. Bunun yanında TTIP müzakerelerinde AB’nin bazı kilit sektörlerde (enerji, kimyasallar, mühendislik ve taşıtlar gibi) ve sürdürülebilir kalkınma gibi konularındaki yaklaşımını gösteren pozisyon belgeleri de paylaşıldı. Tüm bu belgelerde Komisyon, Avrupa vatandaşlarının, sanayisinin, sivil toplumunun ve KOBİ’lerinin çeşitli alanlardaki endişelerini gidermek üzere argümanlarını sıralıyor.
TTYO Müzakerelerinde AB’nin Pozisyonu:
Mühendislik ürünlerinde Komisyon, Uluslararası Standartlar Örgütü ve Uluslararası Elektroteknik Komisyonu gibi geniş kapsamda kullanılan standartların referans olarak alınmasını istemektedir. Ayrıca müzakerelerde, Amerikan standartlarını karşılayan ürünlere uygulanan denetleme maliyetlerinin düşürülmesi talep edilmektedir.
• Taşıtlarda AB’nin dört önceliği bulunmaktadır:
1. Eşleşen AB ve ABD teknik standartlarının tespit edilmesi;
2. BM nezdinde uluslararası düzenlemelerin geliştirilmesi ve diğer ülkelerin de bu düzenlemeleri kabul etmeleri için teşvikte bulunulması;
3. Özellikle yeni teknolojilerde, bazı AB ve ABD düzenlemelerinde uyum sağlanması;
4. Yeni düzenlemeler ve yeni teknolojilere yönelik araştırmalarda AB ve ABD arasında işbirliğinin teşvik edilmesi.
• Tekstil ürünlerinin etiketlenmesi, bu ürünlerin güvenliği, standartları ve denetim yöntemleri konularında beraber çalışılması istenmektedir.
• Kamuoyunda kimya sektöründe düzenleyiciler arasında daha yakın bir işbirliğinin oluşturulması yönündeki çabaların AB’de kimyasallara ilişkin yeni önlemler alınması sürecini yavaşlatabileceği endişelerini dikkate alan AB, bu alanda düzenleme yetkisinde vazgeçmeyeceğini açıklamıştır.
• AB’nin taviz vermeyeceğini açıkladığı diğer bir alan bilgi ve iletişim teknolojilerinde teknik uyum çalışmaları kapsamında güvenlik standartları konusudur.
• Üye Devletlerin ilaçların fiyatlandırması ve geri ödeme konularındaki egemenlik hakları korunacaktır.
• Yasaklı madde içeren kozmetiklerin AB’de satılması TTYO sonrasında da mümkün olmayacaktır.
• AB, yenilenebilir enerjinin ve enerji tasarrufunun desteklenmesine ilişkin konuların müzakerelere dahil edilmesini istemektedir.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
OCAK 2015: FRANSA`DA TERÖR SALDIRISI
İKV Basın Açıklaması
8 Ocak 2015
“BU SALDIRI EVRENSEL DEĞERLERE YAPILMIŞTIR”
İktisadi Kalkınma Vakfı olarak Fransa'nın başkenti Paris'te, mizah dergisi Charlie Hebdo'ya yönelik düzenlenen ve 12 kişinin ölümüyle sonuçlanan kanlı saldırıyı şiddetle kınıyor; Fransa halkına ve bu menfur saldırıda hayatını kaybedenlerin yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Kaynağı ne olursa olsun, insan yaşamını ve temel özgürlükleri hedef alan her türlü terör eylemi insanlığa karşı bir suç niteliği taşımaktadır.
Evrensel değerler ile örtüşen Avrupa değerlerinin tam kalbine yapılan bu saldırı, hemen ardından Avrupa çapında yapılan gösterilerin de ortaya koyduğu gibi, temel hak ve özgürlüklerin daha da fazla sahiplenilmesine yol açmıştır. Bu saldırı, önümüzdeki dönemde Avrupa çapında, başta Müslümanlar olmak üzere, farklı dini inançlara sahip kişilere yönelik düşmanlığı körükleme tehlikesini barındırmasının yanında, dini değerler üzerinden yürütülen kışkırtıcı politikaların varabileceği son noktayı, en acı şekilde gözler önüne sermektedir.
Hiç şüphesiz, AB içerisinde en büyük Müslüman nüfusa sahip olan üye ülkelerden birinde, radikal bir terör örgütünün mensupları tarafından gerçekleştirildiği muhtemel bu saldırıyı, tüm bir İslam coğrafyasına yüklemek, içerisinde çok daha büyük bir tehlikeyi barındırmaktadır.
Bu çerçevede başta Avrupalı liderler ve Avrupa kamuoylarını şekillendiren politika yapıcıların, Müslümanların büyük çoğunluğunun bu şekilde din ile terörü bir araya getirmeye çalışan radikal hareketlere destek vermediğini dikkate alarak, bu tür eylemlerin Müslümanlara karşı ayrımcılığı mazur göstermek için kullanılmasını önlemeleri, büyük önem arz etmektedir.
Bu noktada 2015 yılında Avrupa ile üyelik müzakerelerinde 10. yılına giren; 50 yılı aşkın bir süredir Avrupa'ya siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel olarak entegre olma yolunda büyük gayret gösteren ve nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan aday ülke Türkiye'nin muhtemel AB üyeliği, dünya genelinde tırmanışa geçen radikal terörün yanında ırkçılık, İslamofobi, yabancı düşmanlığı gibi olgulara karşı verilebilecek en güçlü mesaj olacaktır.
İktisadi Kalkınma Vakfı
OCAK 2015: 2015`TE KÜÇÜK EV ALETLERİ TASARRUF MERCEĞİNDE
İKV DUYURU
6 OCAK 2015
2015’TE KÜÇÜK EV ALETLERİ TASARRUF MERCEĞİNDE
Bilindiği gibi Avrupa Birliği vatandaşları için 1 Ocak 2015 itibariyle enerji verimliliğinde yeni bir dönem başladı. Bu yeni dönemde pişirme araçlarının etiketlenmesi, kahve makinelerine, modemlere, alıcılara otomatik stand-by modunun zorunlu hale getirilmesi gibi evlerinde, iş yerlerinde kullandıkları cihazlara ilişkin kurallar değişti.
- Bu değişimle birlikte hane başına (aile başına) yılda 45 avro tutarında enerji tasarrufu öngörülüyor. Toplam 11 milyon hanede son beş yılda 100 milyar avro tutarında enerji tasarrufu yapıldığı düşünüldüğünde, önümüzdeki dönemde bu oranın katlanarak artacağı ortadadır. Ancak bu tasarrufun kullanıcılar ve üreticilerin ötesinde AB’nin enerji güvenliği ve iklim değişikliği ile mücadele politikaları açısından da değerlendirilmesi gerekiyor.
- Avrupa Komisyonu’nun tahminlerine göre tüm ekodizayn ve enerji etiketlemesi düzenlemeleri yıllık 166 milyon ton petrole yani İtalya’nın birincil enerji tüketimine eşdeğer bir tasarruf sağlayacak.
- Çevre açısından değerlendirecek olursak sadece 1 Ocak 2015’te yürürlüğe giren yeni düzenlemeler sayesinde bile 2020 yılı itibariyle karbondiyoksit salınımının yılda 15 milyon ton -Bükreş gibi bir şehrin yıllık emisyonuna eşdeğer- düşeceği öngörülüyor.
İKV Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Cihad Vardan yeni düzenlemelerin ihracatçı açısından önemine dikkat çekti:
“Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olan AB pazarındaki bu yeni düzenlemeler Türk ihracatçısını yakından ilgilendiriyor. Öyle ki bu ürünleri satan Türk ihracatçıların teknik standartları ve koşulları karşılamaları gerekiyor. Öte yandan aynı perspektifle, AB’de üretilen fırın, kahve makinesi gibi ürünlerin Türkiye pazarına gireceği de düşünülürse, yerli üreticiler rekabet güçlerini ve pazar paylarını korumak durumunda kalacaklar. Türkiye’nin AB ile katılım müzakereleri sürecinde enerji faslının halen müzakerelere açılamamış olması kabul edilemez bir durumdur. Ancak fasıl açılsın açılmasın ülkemizin müktesebat uyumu konusunda çabalarını sürdüreceği en yetkili ağızlardan defalarca vurgulanmıştır. Bu kararlılığın en önemli göstergelerinden biri 2019 yılına kadar atılacak müktesebata uyum adımlarını sıraladığı Ulusal Eylem Planı’dır. Tüm bunlar neticesinde AB’nin yeni düzenlemelerine ülkemizin de uyum göstermesi kaçınılmazdır. Türkiye yeni açıklanan 2015-2019 Enerji Stratejik Planı’nda enerji tasarrufunu en temel önceliklerden biri olarak benimsemiştir. Yeni düzenlemelerle birlikte yukarıda AB için öngörülen tasarruf oranları, tüketici, üretici, çevre ve enerji arz güvenliği açısından enerji verimliliğinin önemi gibi unsurları bir bütün olarak değerlendirmeliyiz. En ucuz enerji tasarruf edilen enerjidir. Enerji verimliliği yolunda atacağımız her adımının ülkemize kazanç olarak geri dönecektir.”
1 Ocak 2015 tarihinde yürürlüğe giren düzenlemeler ile tüketicilerin yemek pişirirken, kahvelerini yaparken ve internette gezerken enerji tasarrufu yapmalarının ve enerji etiketlemeleri ile internetten satın aldıkları ürünlerin verimlilik oranlarını görebilmelerinin sağlanması hedefleniyor.
Yeni düzenlemeler ile ilgili detaylı notlarımıza buradan ulaşabilirsiniz.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
OCAK 2015: AB 2015`E YENİLİKLERLE BAŞLADI
İKV BASIN DUYURUSU
5 OCAK 2015
AB 2015’E YENİLİKLERLE MERHABA DEDİ
2014 yılını yeni Avrupa Parlamentosu, yeni Avrupa Komisyonu, yeni AB Konsey Başkanı, yeni Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi ile geride bırakan AB, 2015 yılına da hızlı başladı. 1 Ocak 2015 tarihi itibariyle AB Dönem Başkanlığı görevini Letonya devralırken; Litvanya Avro Bölgesine katıldı. 2004’teki Doğuya doğru genişlemeden bu yana 6. defa bir Doğu Avrupa ülkesi Konsey Başkanlığını devralmış oluyor. AB Hükümet ve Devlet Başkanlarından oluşan farklı bir kurumsal yapı olan AB Konseyi’nin (European Council) başına da eski Polonya Başbakanı Donald Tusk’ın getirildiğini dikkate alırsak, yeni üyelerin AB kurumlarındaki etkinliklerini giderek artırdıklarını söylemek mümkün.
Yeni AB Dönem Başkanı: Letonya
Letonya, 1 Ocak 2015 tarihi itibariyle altı ay sürecek AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı İtalya’dan devraldı. 2004 yılında AB üyesi olan Letonya, üyelik sürecinde 10’uncu yılını tamamladığı dönemde bu görevi ilk kez üstleniyor. 2004 genişlemesinden bu yana altıncı defa bir Doğu Avrupa ülkesi, AB Konsey Başkanlığı görevini devralmış oluyor. 2004’teki Doğuya doğru genişlemeden bu yana 6. defa bir Doğu Avrupa ülkesi Konsey Başkanlığını devralmış oluyor. AB Hükümet ve Devlet Başkanlarından oluşan farklı bir kurumsal yapı olan AB Konseyi’nin (European Council) başına da eski Polonya Başbakanı Donald Tusk’ın getirildiğini dikkate alırsak, yeni üyelerin Ab kurumlarındaki etkinliklerini giderek artırdıklarını söylemek mümkün.
6 ay sürecek Letonya’nın AB Dönem Başkanlığı sırasında, Letonya’nın öncelikleri özellikle Avrupa 2020 Stratejisi’ne paralel olarak, AB’nin küresel rekabet ortamına adapte olması, işsizlik gibi yapısal sorunun AB genelinde azaltılması ve istikrarlı bir ekonomik büyümenin sağlanması için atılacak stratejik adımları içerecek. Ayrıca uluslararası kriz bölgelerinde ve diğer sorunlarda AB’nin küresel rolünün artırılması hedefleniyor.
Avro Bölgesinin Yeni Üyesi: Litvanya
AB'de Avroyu kullanan 18 ülkenin yer aldığı Avro Bölgesine, yeni yılın ilk günüyle birlikte Litvanya da dahil oldu. Böylece 18 üyeden oluşan Avro Bölgesi üye sayısı 19’a yükseldi. Litvanya, Avro Bölgesine giren üçüncü Baltık ülkesi (Estonya ve Letonya’nın ardından). 2004 genişlemesi kapsamında AB’ye üye olan 10 ülke arasında Avro’yu kullanmaya başlayan ise yedinci ülke (Slovenya, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Malta, Slovakya, Estonya ve Letonya’nın ardından).
Bilindiği üzere bir üye ülkenin Avroya geçiş için siyasi iradenin yanında bir dizi ekonomik kriterin yerine getirilmesi gerekli. Başvuran ülkelerden, bütçe açığının yüzde 3'ü aşmaması, kamu borçlarının Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'ya (GSYH) oranının yüzde 60'ı geçmemesi ve enflasyonun AB'de en düşük orana sahip üç ülkenin ortalamasından 1,5 puandan fazla olmaması şartlarını karşılaması bekleniyor.
TÜRKİYE-AB ÜYELİK MÜZAKERELERİ 10. YILINDA
Türkiye-AB üyelik müzakereleri sürecinde 10. Yılı geride bırakacağımız 2015 yılında da, ülkemizin 2005 yılından bu yana AB ile sürdürdüğü üyelik müzakereleri varlığını ve önemi sürdürecektir. Bu çerçevede müzakere sürecinin içinde bulunduğu durağanlığın 2013 yılının son çeyreği itibariyle yavaş yavaş aşıldığını unutmamak gerekir. Ayrıca 2015 yılı boyunca Türkiye’nin G20 Dönem Başkanlığını devralması da, bu yıl Türkiye-AB ilişkilerinde seyrin ve genel olarak Türkiye’nin dış politikasının, geçen yıllara oranla daha hareketli olacağı sinyallerini vermektedir.
Letonya, Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen üye ülkelerden biri olduğu da düşünüldüğünde 2015 yılında:
- Türkiye-AB üyelik müzakereleri sürecinde yeni fasılların müzakerelere açılma ihtimali;
- Türk vatandaşlarına yönelik vize serbestliği süreci;
- Gümrük Birliği’nin revizyonu tartışmaları çerçevesinde ticari ilişkilerin derinleştirilmesi
2015 yılında Türkiye-AB üyelik müzakereleri sürecinde gündemde daha fazla yer alacak konular olarak ortaya çıkmaktadır.
1 Ocak 2015 tarihi itibariyle AB Dönem Başkanlığı görevini devralan Letonya’nın Dönem Başkanlığı’na ilişkin ayrıntılı bilgi notuna buradan ulaşabilirsiniz.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI