AB GİZLİ DÜŞMAN İLE KARŞI KARŞIYA: BİRLİK BU SINAMAYA DAYANABİLECEK Mİ?
29 Ocak 2020’de İtalya iki Çinli turistte ortaya çıkan ilk Korona virüs vakasını başarıyla tespit etti ve karantinaya aldı. Bir gün sonra Başbakan Giuseppe Conte altı aylık bir süre için geçerli olacak olağanüstü hal ilan etti ve Çin’den gelen uçuşları durdurdu. Başbakan durumun kontrol altında olduğunu söyleyerek vatandaşların telaş etmelerine gerek olmadığını belirtti. Ancak alınan bu erken önlemlere rağmen, salgın hızla yayıldı ve İtalya, Çin dışında en fazla sayıda Korona virüs vakasının görüldüğü ikinci ülke oldu. Hastalığın yerel nüfusta ilk görülmesinden yaklaşık 20 gün sonra vaka sayısı 12 binlerin üzerine yükseldi ve hayatını kaybedenlerin sayısı 800’ü aştı. İtalya’nın sağlık sistemi ve özellikle yoğun bakım üniteleri hızla artan hasta sayısı karşısında yetersiz kaldı. Koruyucu maske talebine diğer AB üyesi devletlerden olumlu yanıt gelmezken, Çin’in hem maske hem de sağlık personeli göndererek yardım iletmesi AB’nin en temel ilkelerinden olan dayanışma ilkesi açısından olumsuz bir tabloyu ortaya koydu. Dünya Sağlık Örgütü tarafından da pandemi olarak ilan edilen Korona virüs (COVID-19) hızla Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, Britanya gibi diğer Avrupa ülkelerine de yayıldı.
COVID-19 vakalarının İtalya’da ilk kez ortaya çıktığı tarihten 47 gün sonra Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen G-7 liderleri ile yapılan bir telekonferans sırasında oldukça radikal bir önlem paketi önerdi. Buna göre AB ve Schengen Alanı’na yapılacak zorunlu olmayan tüm seyahatlere 30 günlük bir yasak getirilecekti. Bu önlemin altında yatan gerçek, salgının Avrupa ülkelerinde hızla yayılması, başta İtalya olmak üzere ölümlerin de artması ve halkın bir kısmının alınan önlemleri ciddiye almayarak normal hayatlarını yaşamaya devam etmeleri idi. Çin büyük ölçüde salgını kontrol altına alırken, pandeminin merkez üssü Asya’dan Avrupa’ya geçiyordu.
Nüfusunun 1/5’i 65 yaş ve üzerinde olan AB için özellikle yaşlıları ve sağlık sorunu olanları tehdit eden bu pandemi yaş ortalaması daha genç olan ülke ve kıtalara kıyasla daha da ciddi bir sorun oluşturuyor. Her şeyden önce sağlık sistemi üzerinde aşırı bir baskı yaratırken, alınması gereken olağanüstü önlemler sebebiyle ekonomi de olumsuz etkileniyor. Kriz giderek kontrolü zor boyutlara doğru ilerledikçe, Avrupa ülkeleri kendi sınır kontrollerini artırmış ve geçişleri kısıtlamaya başlamıştı. Ancak von der Leyen’in önerisi ilk defa AB genelinde bir seyahat yasağı getirilmesi anlamına geliyor. Komisyonun önerisine göre, “zorunlu görevliler” dışında AB’ye girişler ve çıkışlar yasaklanacak. Önlem AB üyesi olmayıp, Schengen Alanı’nda olan İzlanda, Lihtenştayn, Norveç ve İsviçre’yi de kapsıyor. Önerinin AB Konseyi tarafından kabul edilmesinden önce Üye Devletler tek tek adım atmaya başlamışlardı. Örneğin Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron “AB dışındaki ülkeler ile AB arasında tüm seyahatler 30 gün için askıya alınacak. Ancak Fransız vatandaşları evlerine geri dönebilecekler” diyerek Komisyonun önerisine destek vermişti.
Avrupa artık salgının merkez üssü haline geldiği için seyahati yasaklamak ancak diğer önlemlerle birlikte etkili olabilir. Yani kimsenin zorunlu olmadıkça evden çıkmaması, sosyal temasın kısıtlanması, sağlık sistemlerine destek verilmesi gibi önlemler zaten Avrupa’nın içinde hızla yayılan vakaların kontrol altına alınmasını sağlayabilir. Nitekim önlem paketini açıklayan Komisyon Başkanı von der Leyen de Korona virüs salgınına karşı alınacak önlemlerin eğer Avrupa düzeyinde koordine edilirse etkili olabileceği gerçeğine dikkat çekmişti. Komisyon Başkanı AB vatandaşlarının sağlığının korunması, iç pazarda temel hizmetlerin sürmesi ve gıda ve ilaç gibi temel malların tedarikinin sağlanması için malların serbest dolaşımının korunması gereğini vurguladı.
Von der Leyen’in açıklamasından bir gün sonra, yani 17 Mart 2020 tarihinde toplanan AB Konseyi, Komisyonun önerilerini onayladı. AB Konsey Başkanı Charles Michel, Üye Devletlerin birlikte çalışma ihtiyacı ve krizi ve sonuçlarını çözüme kavuşturmak yönündeki kararlılığını vurguladıktan sonra önemli olanın vatandaşların sağlığını korumak olduğunu söyledi ve 4 önceliğin belirlendiğini bildirdi. Buna göre öncelik alanları şu şekilde belirlendi: virüsün yayılmasını kontrol altına almak, tıbbi teçhizat tedarik etmek, araştırmaları teşvik etmek ve krizin sosyoekonomik sonuçları ile mücadele etmek.
Bu önceliklerin altında alınması planlanan önlemler ise şunlar:
-AB’ye zorunlu olmayan seyahatler 30 gün için durduruldu.
-AB Üye devletleri arasında işine gitmek için her gün sınır aşırı seyahat etmek zorunda olanların durumuna çözüm bulunacak.
-İlaç, gıda ve diğer temel ihtiyaçların vatandaşlara ulaşması için gerekli önlemler alınacak.
-Tıbbi teçhizatın ihracatı ön izin prosedürüne tabi tutulacak.
-Sivil koruma çerçevesi dahilinde sanayi ile işbirliği yapılacak, yeterli koruyucu ekipman sağlamak için alımlar yapılacak ve kamu ihaleleri koordine edilecek.
-COVID-19 Danışma Grubu gibi mekanizmalarla konuyla ilgili araştırmalar desteklenecek. Virüse karşı aşı geliştirilmesi ve ihtiyacı olan herkese ulaştırılması için bilgi paylaşılacak ve firmalar desteklenecek.
-Krizin ekonomik ve finansal sonuçları dikkatle izlenecek ve koordineli bir politika tepkisi geliştirilecek.
-İç Pazar kuralları ve avro alanı için bütçe disiplini ve sıkı para politikası uygulanmasını öngören “İstikrar ve Büyüme Paktı” esnetilecek ve AB bütçesinden de harcama yapılacak.
-AB dışı ülkelerde kalan AB vatandaşlarının durumu için Üye Devletlerin büyükelçilikleri ve AB delegasyonları koordinasyon sağlayacak. Gerekli ve mümkün olduğu sürece, AB vatandaşlarının ülkelerine geri dönmelerini sağlayacak operasyonlar gerçekleştirilecek.
-COVID-19 virüsünü yayma riski taşıyan kişilerin sağlık hizmetine erişimi sağlanacak.
-Üye Devlet topraklarına giren veya çıkan kişiler sağlık taramasına tabi tutulacak. Ama bunu yaparken AB iç sınırlarında yeni sınır kontrolleri getirilmesi önlenecek. Hasta olan kişilerin ülkeye girişinin engellenmesi yerine sağlık hizmeti sağlanması yoluna gidilecek.
-Tüm sınır kontrolleri sağlık riski oluşturmayacak şekilde, orantılı bir şekilde gerçekleştirilecek. Üye Devletler her zaman kendi vatandaşlarını ve kendi ülkelerinde ikamet eden kişileri kabul etmeli, diğer AB vatandaşlarının transit geçişini kolaylaştırmalı. Ancak gerek gördükleri karantina gibi uygulamaları şart koşabilirler.
-Malların serbest dolaşımı mal tedarikini sağlamak açısından hayati önemdedir. Özellikle gıda ürünleri, canlı hayvan, ilaç, tıbbi ekipman gibi temel malların tedariki sağlanmalıdır. Kontrol için alınacak önlemler tedarik zincirlerinde, temel kamu hizmetlerinde ve ulusal ekonomiler ve AB ekonomisinde kesintiye ve aksamaya yol açmamalıdır. Acil durumlar için geçiş önceliği sağlayan yeşil hatlar oluşturulmalıdır.
-Kamyon sürücüleri, tren makinistleri, pilot ve hava mürettebatı gibi ulaştırma çalışanlarının hareketleri güven altına alınmalıdır.
-AB iç pazarında yasal bir şekilde dolaşımda olan mallar için ek bazı sertifika ve belgeler istenmemelidir.
AB Konseyi’nin önlemleri açıklandıktan sonra, İtalyan olan ve İtalya’ya seyahatinden sonra kendisini karantinaya alan AP Başkanı David Sassoli de bir açıklama yaptı. Sassoli açıklamasında şunları söyledi: “Avrupa COVID-19 krizi karşısında, gösterdiği bencillik ve koordinasyon eksikliğini düzeltiyor… Nihayet gerçek bir dayanışma duygusu gösteriyoruz: tıbbi teçhizat için öncelikli geçiş, AB’de malların serbest dolaşımının korunması, ailelere ve işletmelere ekonomik destek. Bu dramatik sınamaya karşı harekete geçmeye hazır ve istekli olan birleşik bir Avrupa nihayet karşımızda. Bir Avrupa ailesiyiz. Kimse yalnız bırakılmayacak ve kimse tek başına hareket etmek zorunda kalmayacak. Avrupa Parlamentosu tüm insanlarımızın hayatlarını ve geçimlerini korumak için üzerine düşeni yapmaya hazırdır. Avrupalı olarak yaşamaktan vazgeçmeyeceğiz.”
AB’nin Kriz Yönetimi Sınama ile Karşı Karşıya
Korona virüsü salgını tüm Dünyaya ve insanlığa önemli dersler verdi:
-Hepimiz insanız ve mikroskobik bir virüs karşısında hepimiz benzer şekilde kırılganız. Yani ırkımız, milliyetimiz, cinsiyetimiz farklı olsa da kaderimiz ortak.
-Dünyada en önemli gerçeklerden biri bağlantısallık. Hepimiz birbirimizde bağlantılıyız ve birbirimize bağımlıyız.
-Kriz ile tek tek ülkelerin mücadele etmesi yetmiyor. Küresel ölçekte işbirliği, ortak eylem ve eşgüdümü yönlendirebilecek kurumlara ve liderlere ihtiyaç var.
-“Komşu komşunun külüne muhtaç” sözünde olduğu gibi her ülke diğer ülkelere elindeki imkanlar dahilinde yardım etmeli. Çünkü kendisi de bu yardıma her an muhtaç olabilir.
-Devlet yani toplumun yönlendirilmesi ve sorunlara çözüm oluşturulması için yetkili olan otorite, artan bir şekilde önemini koruyor. Hepimiz bireyiz, bireysel haklarımız var. Ama bu bireysel hakların topluma zarar vermesinin önlenmesi ve acil durumlarda bireylerin ve toplumun desteklenebilmesi için devlete büyük rol düşüyor.
-Krizin ilk günlerinde virüsün erken teşhisinin ve harekete geçilmesinin gecikmesi otoriter yönetimlerin sorununa da ışık tuttu. Şeffaflık çok önemli. Her devlet sağlık, güvenlik gibi konularda önemli ve hayati bilgileri vatandaşlarından saklamadan şeffaf bir şekilde paylaşmalı. Ancak bu şekilde tehditlere karşı zamanında harekete geçmek mümkün olacaktır.
-Sağlık sistemlerinin kamusal rolü yeniden ön plana çıkıyor. 1980’lerden itibaren hızla yaşanan sağlık sistemlerindeki özelleştirme rüzgarı, sağlığın bir kamu hizmeti olduğu ve her vatandaşın ücretsiz erişim hakkı olması gerçeğini gölgelememeli.
Korona virüs salgını AB’nin kriz yönetimi yeteneğini önemli bir sınamadan geçiriyor. Özellikle 2005 yılında Avrupa Anayasası’nın Fransa ve Hollanda’da reddedilmesinin ardından AB bir dizi kriz ile sarsılmıştı. Anayasal krizi, mali kriz, mülteci krizi ve siyasi kriz izledi. Krizler AB’nin birlik, dayanışma ve uyum ilkelerini sarsarken, Polonya ve Macaristan gibi AB üyesi devletlerde AB’nin hukukun üstünlüğü, iyi yönetişim, yargı bağımsızlığı, özgürlük ve demokrasi ilkelerinden sapma olarak görülebilecek siyasi gelişmeler yaşandı.
Bütün bunlar olurken, AB var olan ulusüstü yapısını güçlendirmek için de adımlar attı. Küresel mali krizin etkilerinden kurtulmak için AB içinde mali yönetişim güçlendirildi. Üye devletlerin bütçe disiplinleri ve borçlanma oranlarını denetleyecek bir sistem oluşturuldu. Aşırı sağın yükselişinin önüne geçmek için AB kurumlarının demokratik meşruiyetini güçlendirecek adımlar atıldı. AB’nin en fazla eleştirildiği alanlarda biri olan dış ve güvenlik politikası alanında Birliğin küresel etkisini artırmak için PESCO (Kalıcı Yapılandırılmış İşbirliği) sistemi oluşturuldu ve ortak bir savunma gücü oluşturulması için öneriler ortaya atıldı.
AB tarihi gelişimi boyunca krizleri aşarken bunları bütünleşmeyi ilerletmek için fırsata da dönüştürdü. Bu kez de AB varoluşsal bir kriz ile karşı karşıya. Bu kriz AB’nin neredeyse bir “ya hep ya hiç” noktasına geldiğini de gösteriyor. AB bu krizden zayıflayarak da çıkabilir, güçlenerek de. Krizden güçlenerek çıkması için ise zor durumdaki ülkelerin desteklenmesi ve dayanışma ilkesinin işlerlik kazanması gerekiyor. Özellikle sağlık ekipmanlarının AB içinde erişiminin sağlanması ve tıbbi destek mekanizmasının yanında, ekonomik durgunluğa karşı işletmelerin desteklenmesi, çalışanların işlerini ve kazançlarını korumasının sağlanması için mali desteklerin AB çapında koordine edilmesi gerekiyor. Yani Almanya gibi bazı gelişmiş Üye Devletlerin bugüne kadar kaçındığı bir kurtarma fonunun oluşturulması ve maliye politikalarının koordine edilmesi şartı ortaya çıkıyor. Aksi takdirde, bu krizin ulusal kaynaklarla giderilmeye çalışılması ve İtalya ve İspanya gibi salgından daha fazla etkilenen ve ekonomileri de zaten zor durumda olan ülkelerin giderek kötüleşen durumu AB’ye olan inanç ve güvenin azalmasına yol açacak. AB giderek anlamını yitirecek.
Özellikle acil durumlarda ve kriz zamanlarında AB kendisine yönelik beklentileri karşılamakta zorlanıyor. Korona virüsü salgını ise bugüne kadarki tüm krizlerin de ötesinde bir aciliyete sahip. Krizin ilk günlerinde AB’nin bir Birlik olarak anında ve güçlü bir tepki verememesinin altında, AB’nin mobilize edilmesi güç bir bürokratik yapıya sahip olmasının yanında, Üye Devletlerin bugüne kadar AB’ye aktardığı yetki ve kaynakların da sınırlı olması yatıyor. AB’nin en zengin ve gelişmiş ülkesi olan Almanya’nın AB bütçesine yaptığı katkı 19.587 milyar avro. Bu rakam Almanya’nın GSMH’sının sadece yüzde 0,59’unu oluşturuyor. Yani Almanya’yı da içine alan ulus üstü bir yapıdan söz ederken, bu yapının üye devletler ile karşılaştırıldığında aslında oldukça kaynak fakiri ve güçsüz olduğunu görmek gerek. Aynı şekilde AB liderleri Merkel ve Macron ile karşılaştırdığımızda AB kurumlarının başındaki kişilerin güçleri ve karizmaları da oldukça kısıtlı. Yani ulusüstü yapısına rağmen AB aslında üye devletlerinin sırtında yükseliyor veya düşüyor. AB’nin kendinden tüm beklentileri karşılayabilmesi de yine üye devletlere bağlı. Ancak bir kriz durum ile karşılaşıldığında üye devletlerin kendi dertlerine düşmeleri ve AB ruhunu bir tarafa atmaları AB’nin tabutuna bir çivi çakılmasına yol açıyor.
Belçika eski Başbakanlarından, Avrupa bütünleşmesi yanlısı, AP “Renew Europe (Avrupa’yı Yenile)” grubu üyesi Guy Verhofstadt Euobserver adlı yayın organında çıkan bir makalesinde AB’nin yetki sorununa dikkat çekti. COVID-19 pandemisi gibi krizler karşısında ancak AB kurumlarının güçlendirilmesi ve yetkilendirilmesi ile etkin tepki verilebileceğini ifade etti. Verhofstadt AB’nin Sağlık ve Gıda Güvenliği Müdürlüğü ve Avrupa İlaç Ajansı gibi kurumların bu gibi krizler karşısında hızla harekete geçmesinin beklendiğini ifade ettikten sonra bunu neden olamadığını açıkladı. “Çünkü tıpkı Europol’ün gerçek bir polis gücü olmaması gibi bu Avrupa sağlık idareleri de harekete geçmek için gerçek yetki ve güce sahip değil. Bunlar büyük ölçüde eşgüdüm sağlayan kuruluşlar. Avrupa’nın her yerinden gelen bilgi ve veriyi topluyorlar ve bunları üye devletler arasında dolaştırıyorlar. Yapabileceklerinin en fazlası tavsiyelerde bulunmak. Bu da pandemi zamanlarında kesinlikle yetersiz kalıyor…İşte bu yüzden Avrupa hızla ve esaslı bir şekilde değişmeli. Ciddi bir (sağlık)krizi ortaya çıktığında aktive edilecek bir Avrupa tepki mekanizması oluşturulmalı. Böyle bir mekanizmanın merkezinde gerektiği gibi fonlanan ve eyleme geçebilecek yetki ile donatılmış tek bir Avrupa Sağlık Ajansı olmalı. Bu ajans sadece ulusal önlemleri koordine etmekle kalmamalı, Avrupalıların güvenliğini sağlamak için gerekli tüm acil önlemleri alabilmeli. Krizi kısıtlı tutmak için zorunlu ortak kurallar koyabilmeli, ilaç ve hastane ekipmanını ortak bir havuzda toplayabilmeli, sınırların geçici olarak kapatılması kararını alabilmeli. Eğer bu imkanlar olsaydı, Kuzey İtalya’da ilk çıkışından hemen sonra COVID-19’ın yayılmasını sınırlamak mümkün olabilirdi. Aynı İtalya hastanelerdeki acil ihtiyaca cevap verebilmek için Çin ağız maskelerine ihtiyaç duymazdı. Daha fazlası, geçen hafta sonunda Belçika ve Hollanda sınırında gördüğümüz, sorumsuz Belçikalıların kendi ülkelerinde dükkanlar kapalı olduğu için Hollanda’daki dükkan ve pub’lara gitmesi gibi gerçeküstü ve tehlikeli durumlardan kaçınabilirdik. Avrupa tepki mekanizması ve Avrupa Sağlık Ajansı’nın kurulmasının yanında dış sınırların güvenliğinin artırılması birlikte düşünülmeli. Somut olarak, Frontex’i gerçek bir sınır ve sahil koruma ajansına dönüştürmeli ve büyük göç akınları veya pandemiler gibi durumlarda sınırları gerektiği gibi yönetebilmeliyiz”.
Korona salgınının öncesinde Türkiye’nin mülteci ve göçmenlerin AB’ye geçişine izin vermesiyle patlayan göç krizi ile birlikte ele alındığında, COVID-19 pandemisini kontrol altına almak için dış sınırların kapatılması AB’nin coğrafi yayılmasının da sınırlarına gelindiğini gösteriyor. Soğuk Savaşın bitiminin ardından AB’nin sınırlarının doğuda ve güneyde nerede bittiği sorgulanmaya başlamıştı. Bu doğrultuda Türkiye’nin AB’ye dâhil olup olmayacağı önemli bir turnusol kağıdı görevi yapıyordu. Ancak üyelik müzakerelerinin sonuçlanamaması ve Türkiye-AB ilişkilerinde son yıllarda önemli sorun ve engellerin baş göstermesi Türkiye’nin AB’ye dâhil olma olasılığını giderek azalttı. Özellikle Komisyon Başkanı von der Leyen’in Türkiye Yunanistan sınırında yaptığı Yunanistan’ın Avrupa’nın kalkanı olduğu açıklaması, Avrupa bütünleşmesinin sınırlarının nasıl algılandığını da açık bir şekilde ortaya koydu. Ancak AB’nin dış sınırlarının, Türkiye gibi sınırdaş ülkeler ile işbirliği sağlanmadan ve göç ve güvenlik politikaları koordine edilmeden güvence altına alınması mümkün gözükmüyor.
Korona Salgınına Karşı Üye Devletlerin Tepkisi
Korona salgını AB’nin bugüne kadar karşılaştığı krizlerin de ötesinde ciddi boyutlara ulaşan bir kriz. Öncelikle insan sağlığını ve hayatını doğrudan tehdit ediyor. İnsandan insana kolayca bulaşma riski olduğu için toplumsal tedirginlik ve panik halini tetikliyor. Henüz aşısı veya ilacı olmadığı için günlük hayat tarzını, çalışma koşulları, eğitim gibi sistemleri radikal biçimde kısıtlamaya götüren önlemler alınmasını gerektiriyor ve bu önlemler ekonomiyi de yavaşlatıyor. Sadece Avrupa’yı değil tüm dünyayı etkilediği için küresel bir yavaşlama ve durgunluğu da getiriyor. Bu tür küresel ölçekte resesyonların etkileri ise çok daha uzun süreli ve derin oluyor. AB gibi açık toplumları ve liberal ekonomileri da daha kırılgan hale getiriyor.
Bu kadar hızla yayılan ve insan hayatını tehdit eden bir kriz ile karşı karşıya olan ülkelerin birbirlerine yardım edeceklerine, ilk tepki olarak kendi sınırları içinde, kendi vatandaşlarını korumaya öncelik vermeleri de doğal karşılanabilir. Kriz ulusal sağlık sistemleri, çalışma koşulları ve dayanışma ağlarının etkinliğini ve direncini sınıyor. Ancak krizin ilk günlerinde her ülkenin kendi içinde çözüm bulmaya çalışması hem AB’nin dayanışma ilkesinin yara almasına yol açtı, hem de alınan önlemlerin etkisini sınırladı.
Almanya Başbakanı Merkel yaptığı açıklamada halkı COVID-19 virüsüne karşı uyardı ve virüsün yayılmasının önlenmesi için radikal önlemler açıkladı. Buna göre eczane, süpermarket, banka ve posta ofisi dışında tüm dükkanlar, bar, müze, sinema, eğlence parkları kapatılacak, turizm için seyahatlere izin verilmeyecek. Restoranların sadece sabah 6 ile akşam 6 arasında açık olmasına izin verilecek. Merkel yaptığı açıklamada sağlık sistemi üzerindeki yükü mümkün olduğu kadar azaltmak istediklerini ve ekonomiyi de canlı tutmaya çalışacaklarını açıkladı. Almanya’yı oluşturan federe devletlerin merkezi hükümet ile alınacak önlemler konusunda koordinasyona gittiği ve hızla hayata geçirileceği açıklandı.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron ise televizyonlarda yayınlanan 20 dakikalık konuşmasında halka Korona virüsünün yayılmasına karşı soğukkanlı olma çağrısı yaptı ve virüse karşı verilen mücadeleyi “savaştayız” sözleri ile anlattı. Fransa hükümetinin almayı kararlaştırdığı olağanüstü önlemler kapsamında, Fransızlar sadece gıda ihtiyacını karşılamak, hastaneye gitmek gibi zorunlu ihtiyaçlar için evlerini terk edebiliyor. Emeklilik reform başta olmak üzere planlanan tüm reformlar askıya alındı ve bu şekilde tüm devlet kaynaklarının salgın ile mücadeleye aktarılması planlandı. Fransa’da virüsten en fazla etkilenen bölgelerin başında gelen Alsace bölgesinde bir hastanenin yapılmasına başlandı ve hastaların yeterli yatak bulunan hastanelere nakledilmesini sağlamak için ordu güçleri devreye sokuldu. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un açıkladığı önlemler arasında özellikle küçük işletmeler ve küçük esnafa yardım için dayanışma fonu kurulması, sağlık çalışanlarının çocukları için gündüz bakım imkanları sağlanması, sağlık çalışanlarının her türlü otel ve taksi masraflarının hükümetçe karşılanması gibi noktalar da yer aldı.
COVID-19’un Ekonomik Etkileri
Pandeminin ne zaman ve nasıl sonuçlanacağının da belirsiz olması ekonominin gidişatını da olumsuz etkiledi, yatırım kararlarının ertelenmesine, üretimin durmasına, tüketimin azalmasına yol açtı. Virüs tedarik zincirlerini aksatır ve küresel ticareti yavaşlatırken, şirket ve hane halkı gelirleri ve istihdam oranları üzerine olumsuz etkileri hissedilmeye başlandı. Özellikle turizm, taşımacılık ve sigorta gibi bazı sektörler ilk etapta son derece olumsuz etkilendi.
Ekonomiye olan güvenin azalması ve piyasalarda panik halinin yaygınlaşması, ülkelerin risk primlerinin artmasına ve avro alanının geleceğinin sorgulanmasına da yol açabilir. Krizin ekonomik etkilerini bertaraf etmek için mali politikaların koordinasyonu, teşvik ve piyasayı canlandırmaya yönelik paketler, vergilerin ertelenmesi, kredi desteklerinin artırılması gibi önlemlerin alınması gerekiyor. Nitekim Almanya ve Fransa başta olmak üzere AB üyesi devletler, daha Avrupa Komisyonu harekete geçmeden önce kendi ulusal tedbirlerini almaya başladılar. İtalya Alitalia’yı kamulaştırma kararı alırken, İspanya da özel hastaneleri ve sağlık kurumlarını devlete bağladı.
Başta Almanya ve Fransa olmak üzere AB liderleri virüsün yarattığı soysal ve ekonomik maliyeti gidermek için harekete geçtiler. AB ülkeleri pandeminin ekonomiye vereceği zararın önüne geçebilmek amacıyla, ekonomiye milyarlarca avro akıtılacağı açıklandı. İşletmelere destek verilmesi ve iflasların engellenmesi için önlemler alınıyor. Avrupa Komisyonu Başkanı von der Leyen, Avrupalıları ve Avrupa ekonomisini desteklemek için ne gerekiyorsa yapılacağı güvencesini verdi. Buna göre Komisyon COVID-19 virüsünün sağlık ve ekonomik etkileri ile mücadele etmek için 37 milyar avro ayırdı.
Özellikle İtalya’daki bazı yedek parça fabrikalarının üretime ara vermesi otomotiv gibi AB ekonomisi için hayati olan bir sektörü olumsuz etkiledi. Renault ve Volkswagen’in SEAT markası yedek parça bulunamadığı için İspanya’daki fabrikalarını kapatacaklarını açıkladı. Almanya, bütçe disiplininden feragat ederek, işletmelerin iflasını önlemek için kredi musluklarının açılacağını açıkladı. AB de ekonomik ve parasal birlik için öngörülen parasal disiplin kurallarının gevşetilmesi ve “istikrar ve Büyüme Paktı” kapsamında izin verilenin üzerinde bütçe açığına izin verileceğini belirtti. Pandemiden en fazla etkilenen ülkelerin başında gelen ve ekonomisi borç yükü altında olan İtalya’nın diğer AB ülkeleri tarafından desteklenmesi büyük önem taşıyor. AP Yeşiller Grubu üyesi Sven Giegold bunun ne kadar kritik bir konu olduğuna yaptığı açıklamada dikkat çekti. Kendisi de Alman olan Giegold, İtalyan şirketlerinin iflas edilmesinin ve Almanya’nın sadece kendi ekonomisini korumak için önlemler almasının yeterli olmayacağını belirtti ve avro alanı içindeki zayıf ekonomilerin artan borç yükü altında piyasalarda hızla güven kaybetmesinin avro alanının geleceği için tehlikesine dikkat çekti. Münih merkezli Ifo Enstitüsü’nün başkanı Clemens Fuest faiz oranlarının düşük seyrettiğini belirterek, artan bütçe açıklarının kontrol edilebileceğini belirtti İtalya’nın durumu ile ilgili olarak da mali zorluk içindeki üye devletlere yardım için 2010 mali krizi sırasında kurulan kurtarma fonunun kullanılabileceğini belirtti.
Virüs salgınının Avrupa’yı etkilemeye başladığı ilk günlerde ülkeler daha bencilce tepkiler vermişti. Örneğin, Fransa ve Almanya gibi üye devletler stokları az olan koruyucu maske gibi ekipmanların ihracatına sınırlama getirmişti. Ancak kriz ilerledikçe daha koordineli önlemler alınmaya başlandı, AB içinde bu tür malzemelerin tedarikinde ortak dağıtım yapılacağı ve iç pazarda serbest dolaşım ilkesinin korunacağı açıklandı. İspanya, Portekiz, Hollanda ve Danimarka gibi ülkeler de ekonomik önlemler alarak, vergi ödemelerini erteleme, acil borç ve kredi verme, çalışanların ücretli izin maliyetlerinin karşılanmasında şirketlere destek verme gibi uygulamalara gittiler. İngiltere, şirketler ve çalışanlara yardım için 30 milyar poundluk bir bütçe ayrıldığını açıkladı. Avrupa Merkez Bankası’nın ise tüketici ve işletmelere kredi sağlanmaya devam edileceği açıklaması piyasaları rahatlattı.
Almanya Ekonomi Bakanı Altmaier, Devlet Kalkınma Bankası KfW tarafından verilecek kredilere üst limit getirilmeyeceğini açıkladı. Maliye Bakanı Scholz ise devletin önlem almaktan kaçınmayacağını ve krizden etkilenen şirketlerde hisse dahi alabileceğini belirtti. Ayrıca şirketlerin çalışma saatlerini kısıtlamasından doğan ücret ve sosyal hak kaybını kompanse edecek bir programın da uygulamaya koyulacağı açıklandı. Fransa Maliye Bakanı Bruno Le Maire de “çalışan hiç kimse bir sent dahi kaybetmeyecek” diyerek, çalışanların korunacağını ve ücretli izne çıkartılması için kobilere destek verileceğini açıkladı.
Öyle görülüyor ki, COVID-19 salgınının ortaya çıkardığı krizin önemli sosyal ve ekonomik etkilerini yaşamaktayız. 17 Mart tarihinde Dünya Sağlık Örgütü’nün açıkladığı rakamlara göre dünya genelinde toplam vaka sayısı 179.111, hayatını kaybedenlerin sayısı ise 7426. Avrupa için ise toplam vaka sayısı 64.188, yaşamını kaybedenlerin sayısı ise 3108 olarak kaydedilmiş durumda. Öncelik virüsün yayılmasının engellenmesi ve sağlık hizmetlerinin aksamadan sağlanması olarak belirlenmiş. Ancak bu krizin nasıl atlatılacağı, sosyal ve ekonomik etkileri ile nasıl mücadele edileceği Avrupa’nın ve AB’nin de geleceği üzerinde belirleyici olacak. AB’nin gecikerek de olsa ortak önlemler alması dayanışma ilkesi açısından sevindirici. Özellikle Almanya’nın başını çektiği mali disiplin ve sıkı para politikasının gevşetilmesi ise krizin ekonomik etkilerinin giderilmesi için zorunluluk haline geldi. Öyle görülüyor ki, neoliberal ekonominin öngördüğü minimalist devlet anlayışından, müdahaleci ve yönlendirici bir devlet anlayışına geçiliyor. Kriz sırasında uzaktan eğitim, evden çalışma, telekonferans, videokonferans gibi yöntemlerin kullanılması 21’inci yüzyıla geçişi hızlandırdı. Günlük hayatı belirleyen yeni kurallar, yeni çalışma ve eğitim yöntemleri, sosyal hayatı belirleyen yeni ilkeler ile tanışıyoruz.
Doç. Dr. Çiğdem Nas, İKV Genel Sekreteri
HAKKIMIZDA
ARAŞTIRMA MERKEZİ
PROJELER
İLETİŞİM
Designed By: OrBiT