2016’YA VEDA EDERKEN TÜRKİYE VE AB İLİŞKİLERİ
2016 tüm Dünya genelinde ve Türkiye özelinde ezberleri bozan, şaşırtıcı gelişmelere sahne oldu. AB’nin ilk Dış ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi, NATO Eski Genel Sekreteri Javier Solana, 21 Aralık’ta yayınlanan bir yazısında 2016’nın jeopolitik bir devri sona erdiren yıl olup olmadığı sorusunu ortaya attı. Gerçekten de 2016’daki olaylar, Batı’nın kendi içindeki değişimi, liberalizmin gerileyişi, güç dengelerin oynaması ve çok kutuplu bir dünya düzenine doğru ilerleyişini ortaya koyuyor. Suriye’de savaş, Avrupa’yı da tehdit eden terör, mülteci akını, Britanya’nın AB’den çıkma kararı, ABD’de Donald Trump’ın Başkan seçilmesi yıla damga vuran olaylardan bazılarını oluşturdu. Uluslararası kurumların gerileyişi ve büyük güçlerin uzlaşamaması Suriye Savaşında şiddet ve insani trajedinin boyutlarını her geçen gün artırdı. Savaş çevre ülkeleri ve Avrupa’yı da özellikle mülteci sorunu ve terör ihracı üzerinden etkiledi.
IŞİD’in Suriye ve Irak’ta yayılması, ABD, AB ve Türkiye’nin Özgür Suriye Ordusu’nu desteklemeleri ve bunun karşısında Rusya, Çin ve İran’ın desteklediği Esad yönetimi arasındaki karşıtlık Suriye’de savaşın gidişatını da belirledi. Yılın sonunda ise Esad güçlerinin Halep’in kontrolünü büyük ölçüde ele geçirdiğini gördük. Suriye’de 2011’den beri devam eden savaş yaklaşık 11 milyon Suriyelinin evlerini terk etmesine neden oldu. Bunların 5 milyona yakını Türkiye başta olmak üzere, Lübnan, Ürdün, Mısır ve Irak gibi komşu ülkelere sığınırken, 7 milyona yakını Suriye içinde yer değiştirdiler. 1 milyon Suriyeli AB ülkelerine sığınmacı olarak ulaşırken, 300.000 başvuru ile Almanya ve 100.000 başvuru ile İsveç en fazla mülteci kabul eden AB üyeleri oldular.
Mülteci Konusunda İşbirliği ve Vize Serbestliği Süreci
Suriye’deki savaşın devam etmesi radikal örgütlerin büyümesi için de uygun bir ortam oluşturdu ve IŞİD gibi örgütlerle bağlantılı terör eylemleri Türkiye’yi ve Fransa, Belçika ve Almanya gibi AB ülkelerini vurdu. Terörle ilişkili güvenlik endişelerinin artması ve göçmenlerin bir güvenlik riski olarak görülmeye başlaması Almanya, Fransa, İngiltere ve diğer birçok ülkede aşırı sağın manipüle ettiği konuların başında geldi. Başlangıçta mülteci alımına açık bir politika benimseyen Merkel sonrasında bu yaklaşımını değiştirmek zorunda kaldı. Türkiye ile 18 Martta varılan mülteci uzlaşısı AB’nin ve Almanya’nın Ege üzerinden mülteci akınını kontrol altına almak için bel bağladıkları en önemli araçlardan biri oldu.
2015 yazı ve sonrasında artış gösteren Suriyeli mülteci akını, 29 Kasım Ortak Eylem Planı ve 18 Mart AB-Türkiye Mülteci Açıklaması ile Türkiye ve AB ilişkilerinin en güncel ve acil konularından biri haline geldi. Türkiye üzerinden geçen göçmen ve mültecilerin Yunanistan ve Balkanlar üzerinden AB’ye geçiş rotası oluşturması, Yunanistan başta olmak üzere Makedonya ve Macaristan gibi ülkeler üzerinde önemli bir baskı oluştururken, milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye ile işbirliğini AB açısından kaçınılmaz hale getirdi. Bu işbirliğinin Türkiye açısından da kabul edilebilir olmasını sağlamak için, ilişkilerin diğer alanlarında da ilerleme sağlayacak adımlar atıldı. AB ve Türkiye arasında düzenli Zirve toplantıları yapılması, Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinde yeni fasılların açılması, vize serbestliğinin Haziran itibariyle başlatılması (Ekim olan hedef tarih Hazirana çekildi), gümrük birliğinin güncellenmesi için müzakerelerin başlatılması, enerji, politika, ekonomi alanlarında üst düzey diyalog mekanizmaları gibi girişimler ile ilişkilerin geliştirilmesi ve yoğunlaştırılması hedeflendi. Bunun yanında mülteci konusunda işbirliğinin geliştirilmesi, AB-Türkiye Geri Kabul Anlaşmasının Haziran itibarıyla uygulanması, Türkiye’deki Suriyeli mülteciler için AB’nin 3+3 milyar avro tahsis etmesi ve Türkiye ve Yunanistan arasındaki Geri Kabul Anlaşması kapsamında Türkiye’ye iade edilecek her bir Suriyeli için Türkiye’deki bir Suriyelinin AB ülkelerine yerleştirilmesi kararı alındı. 18 Mart AB-Türkiye Uzlaşısının Nisan ayında uygulamaya koyulması ile Ege üzerindeki göçmen kaçakçılığına önemli bir sekte vurulmuş oldu ve geçişler Ocak ve Şubat aylarındaki 115.000 kişiden, Haziran ve Temmuzda 3300 kişiye kadar düştü. Ege adalarına geçmeye çalışırken boğularak ölenlerin sayısı da yılın ilk üç ayındaki 366 kişiden Mayıs ve Temmuz döneminde 7 kişiye indi.
Türkiye’den Yunanistan’a geçişlerin kontrol altına alınmasına karşın, uzlaşının diğer unsurlarında beklenen ivme sağlanamadı. Türkiye’de kamuoyunun da heyecanla beklediği vize serbestliği, Nisan ayında yapılan reformlara karşın, 72 kriterden 7’sinin karşılanmaması nedeniyle henüz gerçekleşemedi. Özellikle terörle mücadele kanununun AB standartları uyarınca revize edilmesi ve terör tanımının daraltılması hususunda Türkiye direnç gösterdi ve terör tehlikesinin artış trendinde olduğu bir dönemde terör tanımının revize edilmesinin söz konusu olmadığı belirtildi. Bu konuda en azından 2017’de olumlu bir sonuç alınmasına yönelik görüşmeler iki tarafın yetkili makamları arasında devam ediyor. Vize serbestliğinde olumlu sonuç alınması, ilişkilerin genel durumu ve karşılıklı güven ve diyaloğun tesisi açısından da önemli bir rol oynayacak.
Müzakere Süreci ve AB Kriterleri
Mülteci konusundaki işbirliği sürecinin canlandırdığı AB ile müzakerelerde Aralık 2015 ve Haziran 2016’da iki yeni fasıl açıldı. Ancak siyasi blokajlar devam etti ve Kıbrıs konusunda çözüm sağlanamaması bloke edilen fasılların açılamamasına ve hiçbir faslın geçici olarak kapatılamamasına yol açtı. Yani müzakere sürecinde tıkanıklık devam etti. Türkiye’de özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında terörle mücadelenin öncelik haline gelmesi hak ve özgürlükler alanında gerilemeye yol açtı ve AB ile müzakerelerin devamı konusunda soru işaretlerinin doğmasına sebep oldu. Özellikle Avusturya Dışişleri Bakanı Kurz daha Ağustos ayında müzakerelerin askıya alınması önerisini seslendirmeye başlamıştı. Siyasi ortamdaki belirsizlik ve güvenlik ortamının kötüleşmesi de Türkiye’nin AB sürecine sekte vuran gelişmeler oldu.
Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimini ile karşı karşıya kalan hükümete AB’nin yeterli desteği göstermemesi, hükümet çevrelerinde AB’nin imajı, Türkiye açısından anlamı ve değeri açısından soru işaretlerine neden oldu. Darbe girişimi sonrasında olağanüstü hal ilan edilmesi ve kamu görevlerinden yüzbinlerce kişinin uzaklaştırılması, tutuklamalar, medya kuruluşlarının kapatılması, şirketlere ve belediyelere kayyum atanması gibi önlemlere AB’nin temkinli yaklaşması, Türkiye’de hukuk ve özgürlükler alanındaki geriye gidişin eleştirilmesi Türkiye ve AB ilişkilerinde zor bir dönemi beraberinde getirdi. Türkiye’nin karşı karlıya olduğu zorluklar AB tarafından yeterince anlaşılamadı ve hükümetçe alınan önlemler yeterli desteği bulamadı.
9 Kasımda yayınlanan Türkiye İlerleme Raporu Türkiye’de hukuk, ifade özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü, kamu hizmetleri, ekonomi ve iş ortamı alanlarında geriye gidiş olduğunu belirterek, Türkiye’nin AB değerlerinden uzaklaşmasına dikkat çekiyordu. Ardından Türkiye’de basına yönelik operasyonların devam etmesi, dokunulmazlıkları kaldırılmış olan milletvekillerinin tutuklanması ile AB’de Türkiye’ye yönelik eleştiriler daha da yükseldi. AB halklarını temsil eden Avrupa Parlamentosu tüm siyasi grupların ortak görüşü ile Türkiye ile müzakerelerin geçici olarak askıya alınmasını öneren bir karar aldı. AP kararı Türkiye tarafından tepkiyle karşılanırken, Cumhurbaşkanı ve diğer yetkililer AB’nin Türkiye’ye yönelik tutumunu ve 3 terör örgütü ile mücadele eden Türkiye’ye destek olmamasını gündeme getirdi ve AB ile müzakerelerin devamı konusunun bir referandum ile halka sorulabileceği ifade edildi.
İlişkilerde gerilim artarken, Aralık ayı AB Konsey toplantısı öncesinde Avusturya Dışişleri Bakanı Kurz müzakerelerin askıya alınması önerisini gündeme taşıdı. Zirve toplantısı öncesinde yapılan Genel İşler Konsey toplantısında Avusturya’nın talebi kabul edilmedi ve müzakerelerin askıya alınması kararı çıkmadı. Ancak sonuç bildirisinde müzakerelerde yeni fasılların açılmasının düşünülmediği de belirtildi ki bu önümüzdeki günlerde müzakere sürecinde bir hareketlenme beklemememiz anlamına geliyor. Ancak Kıbrıs konusunda bir çözümün sağlanması durumunda siyasi blokajların kaldırılması mümkün olabilir ki o durumda dahi Avusturya gibi bazı üye devletlerin süreci bloke etmesi söz konusu olabilir. Nitekim, Almanya Başbakanı Merkel müzakerelerde yeni fasılların açılmasına karşı olduğunu ifade etmişti.
İlişkilerin Geleceğine Dair Bazı Öngörüler ve Gümrük Birliğinin Güncellenme Süreci
Geldiğimiz noktada ilişkileri yeniden canlandıracak bir iradeye, bir yeni atılıma ihtiyaç olduğu görülüyor. Ancak gerek Türkiye’de güvenlik tehditlerinin devam etmesi ve ardı arda patlayan bombalar ve Rusya Büyükelçisinin suikaste uğraması gibi gelişmelerle siyasi ortamın daha da gergin hale gelmesi, gerekse AB’de aşırı sağ akımların güçlenmesi kısa vadede olumlu bir ivme yaratılmasının zor olacağını ortaya koyuyor. Fransa, Almanya ve Hollanda gibi AB’nin kilit ülkelerinde 2017’nin seçim yılı olması da mevcut liderlerin Türkiye ile ilişkilerde herhangi bir adım atmasını iyice zora sokuyor. Herşeye rağmen, Türkiye’nin AB üyelik hedefinin devam etmesi ve uygun şartlar oluştuğunda tekrar gündeme getirilmesi perspektifinden ayrılmamak gerekiyor. Türkiye’nin siyasi bir hedef olarak AB’den kopması bulunduğu bölgedeki istikrarsızlıklara daha da açık hale gelmesi ve ekonomik ve siyasi reformlar için yegane çıpayı kaybetmesi anlamına gelecektir.
Vize serbestliği sürecindeki anlaşmazlıkların aşılması ve vize serbestliğinin 2017 yılında gerçekleştirilmesi ilişkilerin sağlığına kavuşması açısından önemli beklentilerden birini oluşturuyor. Türkiye nüfusunun yaklaşık 1/10’unun pasaport sahibi olduğu ve vize serbestliğinden yararlanmak için biometrik pasaporta geçiş yapmak gerektiği göz önünde bulundurulursa, vizelerin kaldırılmasının AB açısından endişe yaratacak bir durum olmadığı ortaya çıkar. Zaten, AB’nin uygulamaya koymaya hazırlandığı vize fren mekanizması ve Avrupa Seyahat Bilgi ve İzin Sistemi vizenin görmekte olduğu işlevin yerine alacağa benzer. Öte yandan, vizesiz Avrupa hedefin gerçekleşmesi kısa süreli seyahat özgürlüğü dışında, ilişkilerin tümü üzerinde olumlu bir etki yapacaktır.
Önümüzdeki dönemde, Türkiye-AB ilişkilerinde somut bir ilerleme sağlama potansiyeli bulunan konuların başında gümrük birliğinin güncellenmesi geliyor. Yılın sonuna doğru, 21 Aralık’ta Komisyon Türkiye-AB Gümrük Birliğinin modernizasyonu müzakerelerini başlatmak için Konsey’den yetki talebinde bulundu. Konsey’de bir sorun çıkmadığı takdirde söz konusu müzakerelerin 2017 itibariyle başlaması umuluyor. Gümrük birliğinin modernizasyonu süreci, ortak karar ve danışma prosedürlerinin yetersizliğinden kaynaklanan sorunların çözümü, tarife dışı engellerin kaldırılması, hizmet sektörleri, tarım ve kamu alımlarının kapsama alınması, ilgili alanlarda AB müktesebatına uyum sağlanması, çevre ve sosyal standartlar, yatırımcının korunması, tüketici hakları, fikri mülkiyet haklarının korunması gibi birçok alanı içerecek. Bu anlamda ilişkilerin motoru olacak ve Türkiye’nin AB’ye entegrasyonunu yeni bir aşamaya taşıyacak. 2017’de siyasi süreçte yukarıda sayılan sebeplerle fazla ilerleme beklenmezken, gümrük birliğinin modernizasyonu sürecinin iki tarafı yakınlaştıracağı ve ortak fayda beklentisi üzerinden ilişkilerin devam edeceği öngörülebilir.
AB’nin içinde olduğu kurumsal ve siyasi krize, Ortadoğu başta olmak üzere AB ve Türkiye’nin çevresindeki çalkantılara, Türkiye’nin içinde olduğu zor duruma ve tüm dünya sistemindeki yapısal değişime rağmen, Türkiye ve AB ilişkilerinin geleceğine yönelik olarak karamsar olmamak gerekiyor. Türkiye’nin Avrupa’da tarihi derinliği olan konumu, yakın ekonomik ilişkiler ve Osmanlıya kadar geri giden Batılaşma süreci Türkiye ve AB ilişkilerinin devamı için uygun zemini oluşturuyor. Bundan sonra da ilişkilerde soğukkanlılığın elden bırakılmaması, akıl ve mantık çerçevesinde hareket edilmesi ve karşılıklı olarak önyargı ve peşin hükümlerin terk edilmesi dengeli ve sağlam ilişkiler kurulması açısından önceliğini koruyor.
HAKKIMIZDA
ARAŞTIRMA MERKEZİ
PROJELER
İLETİŞİM
Designed By: OrBiT