İKV`DEN ANALİZ: NATO`NUN KRİTİK VARŞOVA ZİRVESİ
NATO’nun Kritik Varşova Zirvesi
İki yılda bir toplanan NATO Zirvesi, 8-9 Temmuz 2016 tarihlerinde Polonya’nın ev sahipliğinde Varşova’da gerçekleştirildi. NATO Varşova Zirvesi’nin gündeminde doğu cephesinde iddialı bir Rusya’nın varlığı, güney cephesinde ise IŞİD’in ortaya koyduğu terör tehdidinin ve çökmüş devletlerin varlığının yarattığı tehdidin yanı sıra, göç ve siber güvenlik konuları yer aldı.
NATO Zirvesi’nin ilk kez eski Doğu Bloku’na mensup bir ülkede; Kuzey Atlantik İttifakı’na karşı 1955’te oluşturulan Varşova Paktı’na ismini veren şehirde gerçekleştirilmesi ise tarihsel bakımdan sembolik öneme sahipti. Zirve, AB açısından ise Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılma (Brexit) kararının yarattığı belirsizliğin etkili olduğu bir ortamda ve Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini’nin 28 Haziran 2016 tarihinde AB’nin yeni güvenlik stratejisini sunmasının ertesinde gerçekleşmesi bakımından önem taşımaktaydı. Varşova Zirvesi, Obama’nın görev süresinin dolmasından önce katıldığı son NATO Zirvesi olması açısından da anlam taşımaktaydı.
Varşova Zirvesi’nin Ana Teması: Rusya’nın Ele Alınması
NATO ülkelerini; Kırım’ın Mart 2014’te Rusya tarafından ilhakı sonrasında gerçekleşen Galler Zirvesi’nden sonra ikinci kez bir araya getiren Varşova Zirvesi, birçok uzmana göre, Soğuk Savaş sonrasındaki en önemli zirvelerden biri olma özelliğine sahip. Bazı uzmanlara göre ise Varşova Zirvesi, NATO’nun 2014 yılında Galler’de ertelediği zorlu kararları vermesi için “ikinci bir şans” sunuyor. Soğuk Savaş sonrası düzende yeni rolünü tanımlamakta zorlanan NATO, önce 2008’deki Gürcistan Savaşı, sonra da 2014’te Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı ve Ukrayna’nın doğusuna müdahaleleri sonucu, kolektif savunma örgütü olarak misyonunu geri kazandı. Doğuda iddialı bir Rusya’nın varlığı, Washington Antlaşması’nın ünlü 5’inci Maddesi’ni (“müttefiklerden birine yapılan saldırı tümüne yapılmış sayılır”) ve Avrupa topraklarının güvenliğinin sağlanmasını yeniden NATO’nun bir numaralı gündem maddesi haline getirdi.
Varşova Zirvesi’nin ana temasını şüphesiz iddialı bir dış politika çizgisi izleyen Rusya’nın nasıl ele alınması gerektiği sorusu oluşturdu. Bir yandan Baltık ülkeleri ve Polonya gibi doğu kanadında bulunan ülkelerin savunmasına bağlılığın teyit edilmesi, diğer yandan da Rusya ile daha fazla zıtlaşmanın önlenmesi arasındaki dengenin sağlanması önem taşıyordu. Bu doğrultuda ittifakın Rusya’nın politikalarına karşılık doğu kanadını güçlendirme yönünde önemli kararlar aldığı, bunun yanında Rusya ile diyalog kanallarını açık tutma yönünde bir tutum sergilediği görülüyor.
Zirve’de Estonya, Letonya, Litvanya ve Polonya’ya dört çokuluslu taburun yani toplamda 4 bin askerlik bir gücün konuşlandırılması karara bağlandı. Söz konusu askerler, Britanya, ABD, Almanya ve Kanada tarafından komuta edilecek ve 2017 yılının ilk aylarında göreve başlayacak. Bununla amaçlanan 5’inci Maddenin uygulanması için gerekli kapasitenin oluşturulması. Buna karşılık, söz konusu ülkelerde yaşayan Rusça konuşan topluluklar üzerindeki etkisini kullanarak istikrarı tehdit etmesinin de ihtimaller arasında bulunduğu düşünüldüğünde, hibrit tehditlerle mücadelede AB-ABD işbirliği önem kazanıyor. Zirvede ayrıca, İran’dan gelebilecek tehditlere yönelik olduğu belirtilmesine karşın Rusya’nın kendisini hedef aldığı iddiasıyla karşı çıktığı balistik füze savunma sisteminin operasyonel kabiliyete ulaştığı teyit edildi. Ukrayna silahlı kuvvetlerinin güçlendirilmesi de Varşova’da alınan kararlar arasındaydı. Varşova Zirvesi’nde alınan kararlarla hayata geçirilmesi öngörülen önlemler, Kuzey Atlantik İttifakı’nın caydırıcılık ve kolektif savunma kabiliyetinin güçlendirilmesi amacıyla Soğuk Savaş’tan bu yana atılan en önemli adımlar olarak değerlendiriliyor.
NATO Varşova Zirvesi’nde güney cephesinden gelen güvenlik tehditlerinin ele alınması amacıyla, NATO’ya ait havadan erken ihbar ve kontrol uçaklarının (AWACS) IŞİD karşıtı koalisyona destek için kullanılması ve Irak’taki güvenlik güçlerinin eğitilmesi karar bağlandı. Bilindiği üzere İttifak, IŞİD ile doğrudan mücadele etmese de, tüm müttefikler IŞİD karşıtı küresel koalisyona katılıyor. Güney cephesinden gelen tehditlere karşı NATO’nun yaklaşımı, bölgedeki ortak ülkelerin kabiliyetinin güçlendirilmesi üzerinde şekilleniyor. Bu kapsamda, Irak, Ürdün gibi ülkelerdeki güvenlik güçlerine eğitim ve danışmanlık hizmeti sağlanması bu alandaki çabaların başında geliyor.
Varşova’da ayrıca hâlihazırda Ege Denizi’nde bir görev gücü bulunan İttifakın, Akdeniz’de yeni bir deniz görev gücü konuşlandırması karara bağlandı. Deniz Muhafızı adı verilen yeni görev gücü ile, insan kaçakçılığı ve terörle mücadelenin yanı sıra durum farkındalığının artırılması ve bölgesel kapasite inşasına katkıda bulunulması hedefleniyor. NATO’nun, Güney-Orta Akdeniz’deki AB misyonu Sophia ile yakın işbirliği içerisinde çalışacağı belirtiliyor.
Zirvede ele alınan konulardan bir diğeri de savunma harcamalarıydı. Varşova Zirvesi’nde, müttefiklerin savunma harcamalarının milli gelirlerine oranında Galler Zirvesi’nde de teyit edilen yüzde 2’lik eşik değerin karşılanması gerektiği vurgulandı. Bilindiği üzere, küresel mali krizin etkisiyle uygulanan kemer sıkma önlemleri savunma harcamalarında kesintileri de beraberinde getirmişti. Müttefiklerin savunma harcamaları, 2009 yılından bu yana ilk kez 2016 yılında artış göstermesine karşılık 28 NATO ülkesinden yalnızca 5’i (ABD, Yunanistan, Birleşik Krallık, Estonya, Polonya) milli gelirinin yüzde 2’sini savunmaya harcadı. Uzmanlar, Avrupalı NATO müttefiklerinin savunma harcamalarını azaltmalarının, kolektif savunma anlayışını tehlikeye atarak NATO’yu Rusya’ya karşı savunmasız hale getirdiğine dikkat çekiyor.
Zirvede, siber alan, NATO için kara, deniz ve hava gibi ayrı bir harekât alanı olarak belirlendi. Siber alanın yeni bir harekât alanı olarak belirlenmesi, son yıllarda siber saldırıların 5’inci Madde’nin harekete geçirilmesi için kullanılıp kullanılamayacağına ilişkin sorularla birlikte NATO’nun gündeminde bulunmaktaydı. NATO Galler Zirvesi’nde siber savunma, kolektif savunmanın bir unsuru olarak kabul edilmişti.
NATO’nun, Açık Kapı Politikası’nı sürdüğünü teyit ettiği Zirve’ye, Aralık 2015’te İttifak’a davet edilen ve Katılım Protokolü’nü Mayıs 2016’da imzalayan Karadağ da katıldı. Karadağ’ın katılımıyla 2009 yılından bu yana ilk kez yeni bir üyeliğe tanıklık edecek NATO’nun müttefik sayısı 29’a ulaşacak.
AB ile NATO Arasında Daha Güçlü İşbirliğine Doğru
AB-NATO ilişkileri açısından Zirve’ye damgasını vuran, Brüksel merkezli iki kuruluş arasındaki işbirliğinin derinleştirilmesi amacıyla imzalanan ortak deklarasyon oldu. Daha güçlü bir NATO ve daha güçlü bir AB’nin Avrupa ve ötesinin güvenliğini daha etkili şekilde sağlayabileceği mesajını veren 8 Temmuz 2016 tarihli ortak deklarasyonda, her iki kuruluşun da karşı karşıya bulundukları müşterek meydan okumalar karşısında güç birliği yaparak yeni birlikte çalışma metotları geliştirmeleri gerektiği üzerinde duruldu.
Bu doğrultuda aşağıda belirtilen somut adımların atılması üzerinde uzlaşıldı:
- Hibrit tehditlerle (çok boyutlu, konvansiyonel olan ve olmayan unsurlara sahip tehditler) baş edebilme kabiliyetinin ve hibrit tehditlere karşı dayanıklılığın artırılması; bunların analiz edilmesi, önlenmesi, erken tespit edilmesi ve ele alınmasında bilgi paylaşımı da dahil olmak üzere daha koordineli prosedürler geliştirilmesi;
- Operasyonel işbirliğinin denizlerde ve göç konusunda artırılması, Akdeniz’deki faaliyetler dahil olmak üzere koordinasyonun artırılması ve faaliyetlerin birbirini tamamlar nitelikte olmasının sağlanması;
- Misyonlar, operasyonlar, tatbikatlar ve eğitimler dahil olmak üzere siber güvenlik ve savunma alanında koordinasyonun artırılması;
- AB üye devletleri ve NATO müttefikleri arasında tutarlı ve birlikte yürütülebilir savunma kabiliyeti ve çok taraflı projeler geliştirilmesi;
- Daha güçlü bir savunma sanayinin ve Avrupa ile Atlantik’te savunma alanında araştırma ve endüstriyel işbirliğinin geliştirilmesinin teşvik edilmesi;
- Hibrit tehditler de dahil olmak üzere, tatbikatlarda koordinasyonun güçlendirilmesi ve bu doğrultuda ilk adım olarak 2017 ve 2018’de paralel ve eşgüdümlü tatbikatlar geliştirilmesi;
- Savunma ve güvenlik kapasitesinin inşası ve AB ile NATO’nun doğusunda ve güneyinde bulunan ortaklarının dayanıklılığını tamamlayıcı şekilde artırılması amacıyla spesifik projeler geliştirilmesi.
Deklarasyonda, belirtilen alanlarda işbirliğinin her iki kuruluş için de stratejik bir öncelik olduğu ve bunların hızlı şekilde uygulanmasının elzem olduğu vurgulandı. Bu kapsamda, Avrupa Dış İlişkiler Servisi, NATO ve ilgili Komisyon birimleri gerekli personel ve koordinasyon mekanizmalarını içeren somut uygulama seçenekleri belirleyerek, Aralık 2016’da NATO ve AB Konseyine sunmakla görevlendirildi. Bu çabaların ise AB tarafının Yüksek Temsilci Mogherini tarafından yürütüleceği duyuruldu.
AB ile NATO arasında daha derin işbirliğinin sağlanması kararı büyük önem taşıyor. Bugün birçok çok boyutlu meydan okumalarla karşı karşıya olan iki kuruluşun bunlarla tek başına başa çıkması mümkün veya akılcı görünmüyor. Bunun yanında AB ile NATO’nun elindeki enstrümanların farklı ancak birbirini tamamlar nitelikte olması da doğal bir işbirliği ihtiyacı doğuruyor. NATO ve AB’nin karşı karşıya bulunduğu tehditler göz önünde bulundurulduğunda, bunların AB’nin yumuşak gücü ile NATO’nun sert gücünün senteziyle ele alınmasının daha etkili olacağı görülüyor.
Bazı diplomatik kaynaklar, AB-NATO işbirliğinin aciliyet kazanmasında Birleşik Krallık’ta 23 Haziran 2016 tarihinde gerçekleşen referandumdan Brexit kararı çıkmasının etkili olduğunu dile getiriyor. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Brexit ile ilgili yaptığı açıklamada, Birleşik Krallık’ın NATO’nun önemli müttefiklerinden biri olarak kalacağını belirtirken, Brexit’in Avrupa’da daha bölünmüş bir güvenlik ortamı ortaya çıkaracağına dikkat çekmiş ve bunun AB-NATO işbirliğini daha önemli hale getirdiğinin altını çizmişti. NATO’ya en fazla katkıda bulunan AB ülkesi ve Fransa ile birlikte AB’deki en önemli iki askeri güçten biri olan Birleşik Krallık’ın AB’den çıkışı şüphesiz, Avrupa’nın güvenliğini olumsuz etkileyecek. Birleşik Krallık’ın AB’den çıkışının, AB içerisinde NATO yanlısı üyelerin etkisinin azalmasına ve Kremlin’in böl ve yönet stratejisi uygulamasına zemin hazırlaması bekleniyor. Konuyu Birleşik Krallık açısından değerlendirmek gerekirse, ABD Başkanı Barack Obama’nın Birleşik Krallık ile ABD arasındaki “özel ilişki”nin referandum sonucuna dayanacak güçte olduğunu belirtmesine rağmen, Brexit ile Birleşik Krallık’ın ABD ile AB arasındaki ayrıcalıklı rolünü kaybedeceğini öngörmek zor değil.
Yeliz ŞAHİN, İKV Uzmanı
HAKKIMIZDA
ARAŞTIRMA MERKEZİ
PROJELER
İLETİŞİM
Designed By: OrBiT