İKV`DEN ANALİZ: DAHA YAKIN BİR BİRLİK Mİ; A LA CARTE AVRUPA MI?
AB’nin kurucu üyeleri Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’un dışişleri bakanları 9 Şubat 2016 tarihinde Roma’da bir araya geldi. AB’nin temelini oluşturan Roma Antlaşması’nın 60’ncı yıldönümüne bir yıl kala Antlaşmanın imzalandığı yerde bir araya gelen Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius, İtalya Dışişeri Bakaın Paolo Gentiloni, Belçika Dışişleri Bakanı Didier Reynders, Hollanda Dışişleri Bakanı Bert Koenders ve Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn yaklaşık iki saat süren yuvarlak masa toplantısında mülteci krizi ekseninde Schengen Alanı ile ilgili tartışmalar, terör tehdidi ve İngiltere’nin AB’den ayrılmasına yönelik referanduma ilişkin görüş alışverişinde bulundular. Toplantının ardından yapılan ortak açıklamada “Daha Yakın Bir Birlik” (Ever Closer Union) çağrısında bulunulurken aynı zamanda üye ülkelerin farklı entegrasyon modellerini takip edebileceği de vurgulandı.
Avrupa projesinin durumuna ilişkin endişelerin vurgulandığı açıklamada, Avrupa’nın son dönemde zorlu bir sınavdan geçtiği ve bu noktada kurucu üyelere büyük bir sorumluluk düştüğü belirtiliyor. Açıklamada aynı zamanda, Avrupa’nın geçmişte yaşadığı çatışmaların ardından insan onuruna saygı, özgürlük, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve dayanışma temelinde bir barış projesi olarak oluşturulan Birliğin, Avrupa’da bir arada yaşamanın (coexistence) garantisi olduğu vurgulanıyor. Tıpkı geçmişte olduğu gibi, bu prensiplerin Avrupa’nın geleceğinde de olmazsa olmaz bir rol oynadığı belirtilen açıklamada, dışişleri bakanları AB’nin bugün karşılaşılan sorunlar karşısında en iyi çözüm olmaya devam ettiğinin; ancak, farklı entegrasyon modellerine izin verilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Bu noktada, AB’nin kurucu üyelerinin Avrupa vatandaşları için Daha Yakın Bir Birlik oluşturmaya yönelik çaba göstermeye devam edeceği belirtiliyor.
Avrupa’nın 28 üye ülkeden çok daha fazlasının olduğu ifade edilen açıklamada, AB’nin ortak sorunlara ortak çözüm bulmak için hazırlıklı olması gerektiği vurgulanıyor. Bu açıdan bakıldığında, bu durumun AB’nin bugün karşılaştığı en büyük sorunlardan biri olan mülteci krizi için de geçerli olduğu görülüyor. Mülteci krizi ile mücadelede önceliğin ortak kararların etkin bir şekilde ve insan onuruna saygı çerçevesinde uygulanması gerektiği vurgulanan açıklamada aynı zamanda, Schengen Anlaşması’nın hükümlerine zarar vermeden Birliğin dış sınırlarını daha güvenli hale getirebilmek için iyi bir sınır yönetiminin vazgeçilmez olduğu ifade ediliyor. Bu bağlamda Avrupa’nın dayanışma ve sorumluluk ekseninde dengeli ve coğrafi olarak daha kapsayıcı bir yaklaşım benimsemesi gerektiği belirtiliyor. Hal böyle olunca, düzensiz göçün önlenmesi ve göçün yapısal nedenleriyle mücadele için kaynak ve geçiş ülkeleri ile işbirliğinin artırılmasının Birlik açısından önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.
Mülteci krizinin de ötesinde son bir yıl içinde AB üye ülkelerine yönelik artan terör tehdidinin dışişleri bakanlarının gündemindeki bir diğer konu olduğunu söylemek mümkün. Bu kapsamda, yapılan ortak açıklamada terör saldırılarının AB’nin özgürlük, ifade özgürlüğü, çoğulculuk ve demokrasi gibi değerlerine bir saldırı olduğu belirtilirken, ortak değerlerin korunması ve terörün daha fazla beslenmesine yol açacak şiddet ve ırkçılığın önlenmesi gerektiği vurgulanıyor. Terör tehdidine karşı işbirliğinin insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkeleri ışığında artırılması gerektiğine ilişkin hemfikir olduklarını belirten dışişleri bakanları toplantıda aynı zamanda Birliğin küresel bir aktör olarak rolünün tartışıldığını belirtti. Bu bağlamda, AB’nin dış politika ve güvenlik politikasına ilişkin yeni stratejisi çerçevesinde Birliğin hareket kapasitesini artıracak etkin önlemler geliştirildiğinin altı çizilirken, AB’nin küresel bir aktör olarak yerini sağlamlaştırması için demokratik, istikrarlı ve refah seviyesi yüksek komşu bölgelerin AB’nin stratejik önceliğini oluşturduğunu hatırlatmakta fayda var.
Son olarak, her ne kadar açıkça ifade edilmese de ortak açıklamada son dönemde AB gündemini bir hayli meşgul eden İngiltere’nin AB üyeliğinin gözden geçirilmesine ilişkin devam eden görüşmelere üstü kapalı bir gönderme olduğunu söylemek mümkün. Toplantının zamanlama olarak İngiltere Başbakanı David Cameron ile Brüksel’de görüşülen taslak anlaşmadan bir hafta sonra, 18 Şubat 2016 tarihinde gerçekleşecek ve İngiltere’nin Birlik içindeki geleceğinin tartışılacağı AB Liderler Zirvesi’nden önce yapılması ise bu durumun en iyi göstergesi. Bu çerçevede, kurucu ülkelerin Daha Yakın Bir Birlik oluşturmak için çaba göstereceği belirtilirken, Birliğin aynı zamanda farklı entegrasyon modellerine izin verdiği ve üye ülkelerin bu farklı modelleri takip edebileceği vurgusunun yapılması sembolik de olsa önemli bir mesaj niteliği taşıyor. Bu noktada ise, “Çok Vitesli Avrupa” (Multi-Speed Europe) tartışması tekrardan gündeme taşınıyor.
Bilindiği üzere Çok Vitesli Avrupa, “farklılaştırılmış entegrasyon” (differentiated integration) fikri çerçevesinde üye ülkeler arasında yapısal ve siyasi farklılıkların dikkate alındığı ve öncü üye ülkelerin diğerlerinden daha önce belirlenen mimari yapı çerçevesinde bütünleşmelerinin amaçlandığı bir model olarak tanımlanıyor. Çok Vitesli Avrupa modelinin ayırt edici özelliği ise, kimi üye ülkelerin diğerlerinden daha hızlı bütünleşerek diğer üyeler için bir gösterge etkisi yaratma fikrine dayanması. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Avro Alanı, Schengen Bölgesi ve AB’nin Ortak, Güvenlik ve Savunma Politikası gibi oluşumlarla Çok Vitesli Avrupa modelinin esasında uzun yıllardır Birlik içinde uygulanan bir model olduğu görülüyor. Hatta avro krizinin AB Üye Devletleri arasındaki yapısal farklılıkları önemli ölçüde ortaya çıkarması ve 2015 yılının ortalarında Yunanistan’ın Birlikten ayrılmanın eşiğine gelmesiyle Çok Vitesli Avrupa modelinin güçlendiğini ve destekçilerinin arttığını da söylemek mümkün.
Fakat bugün Avrupa’nın geldiği duruma bakıldığında, Birliğin yalnızca avro kriziyle değil, aynı zamanda mülteci krizi, terör tehdidi ve İngiltere’nin üyeliğini referanduma götürmesi gibi daha büyük sorunlarla başa çıkmaya çalıştığı görülüyor. Yukarıda daha ayrıntılı olarak ele alınan kurucu üye ülkelerin dışişleri bakanlarının ortak açıklamasında belirtildiği gibi, “AB zor zamanlarla karşı karşıya”. Birliğin en önemli iki değeri olan ortak para birimi ve ortak sınır uygulamasının gerek Birliğin içinden gerek Birlik dışı faktörlerden kaynaklanan sorunlarla karşılaşması ve bunların yanı sıra İngiltere’nin 43 yıllık AB üyeliğini referanduma götürecek olması hiç şüphesiz AB’nin temellerini derinden sarsıyor. Bunun sorumluluğunu hissederek bir araya gelen altı kurucu ülkenin dışişleri bakanları ise, bu sorunlara en iyi yanıtın ancak Daha Yakın Bir Birlik ve siyasi bütünleşmenin tamamlanması ile verileceğini belirtirken bir yandan da diğer olasılıkların kapısını açıyor.
Hal böyle olunca, Birliğin temel değerlerini derinden sarsan, artık yalnızca kriz olmaktan çıkmış ve bir krizler yumağına dönüşmüş sorunların etkisiyle başa çıkabilmek için gelecekte Çok Vitesli Avrupa fikrinin de yeterli olmayacağını beklemek mümkün. Dikkat edileceği üzere, Çok Vitesli Avrupa modeli bir zaman değişkeni ekseninde, bütünleşme kapasitesi daha yüksek olan ülkelerin diğer üye ülkelerden önce bütünleşerek bir gösterge oluşturma fikrine dayanıyor. Ancak, Avrupa’nın bugünkü sorunlarına bakıldığında temelde yatan sorunun bir bütünleşme kapasitesi ve bu doğrultuda bir zaman sorunu olup olmadığına ilişkin büyük bir soru işareti mevcut. Bu nedenle, gelecekte AB bütünleşme sürecine ilişkin tartışmalarda Çok Vitesli Avrupa yerine, daha az üye ile daha fazla bütünleşme öngören ve nihai hedef olarak tek bir AB mimarisine dayanmayan “A La Carte Avrupa” modeli tartışmalarının daha fazla gündeme geleceğini beklemek yanlış olmaz.
Büşra ÇATIR, İKV Uzman Yardımcısı
HAKKIMIZDA
ARAŞTIRMA MERKEZİ
PROJELER
İLETİŞİM
Designed By: OrBiT