İKV`DEN ANALİZ: AVRUPA`NIN GÖÇ KRİZİ VE MÜLTECİ HAKLARI
AVRUPA'NIN GÖÇ KRİZİ VE MÜLTECİ HAKLARI
Son günlerde mülteci sorunu ile ilgili bazı AB ülkelerindeki uygulamalar insani açıdan endişeye yol açıyor. Bu uygulamaların başında Danimarka’da kabul edilen ve sığınmacıların paralarına ve değerli eşyalarına el koyulabilmesine olanak tanıyan ve aile birleşmesini zorlaştıran yasa geliyor. Liberal Parti’nin azınlık hükümeti tarafından önerilen Yasa, sosyal demokratlar ve aşırı sağ Danimarka Halk Partisi tarafından da destekleniyor. Kızıl-Yeşil İttifakı’na göre bu yasa ile amaçlanan, Danimarka’ya yönelik göçün daha az cazip hale getirilmesi olarak ifade ediliyor. Birleşmiş Milletler tarafından da eleştirilen Yasaya göre, Danimarka’ya gelen sığınmacıların ellerinde en fazla 10.000 kron (1000 avro) tutarında nakit ve değerli eşya tutmalarına izin verilecek. Bunun üstündeki meblağa, sığınmacıların Danimarka’daki kalışlarını finanse etmek için el koyulacak. Danimarka daha önce, göçü kontrol altına almak için Schengen Alanı’nda sınır kontrollerini de yeniden başlatmıştı. Danimarka’da geçen yıl gerçekleşen iltica talepleri 21.300’ü buldu. Söz konusu Yasa ile aile birleşmeleri için gerekli süre bir yıldan üç yıla çıkarılıyor, geçici ikamet izinleri 2 yıla düşürülüyor ve idari ücretler artırılıyor.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks, bu Yasanın, sığınmacıların insan onurunu ihlal ettiği değerlendirmesinde bulundu. Diğer bir eleştiri ise Uluslararası Af Örgütü’nden geldi. Örgütün Avrupa ve Orta Aysa Direktörü Dalhuisen, bu Yasa ile Danimarka’nın Avrupa’da “dibe doğru bir yarış” başlattığını söyledi ve bu tür uygulamaların Cenevre Sözleşmesi’ne aykırı olduğunu da belirtti.
Avrupa’da mülteci haklarını kısıtlayan tek ülke Danimarka değil. Almanya’da da 28 Ocak tarihinde Angela Merkel’in koalisyon hükümeti yeni bir yasa paketi tasarısını kabul etti. CDU Genel Sekreteri bu paketteki önlemlerin amacının mülteci ve sığınmacı sayısını azaltmak olduğunu söyledi. Yasa tasarısına göre, aile birleşmeleri için 2 yıllık bir süre öngörülürken, birçok mülteciye iltica hakkı verilmeyeceği, bunun yerine ikincil korumaya tabi olacakları belirtiliyor. Bu uygulamaya gerekçe olarak, birçok mültecinin Almanya’ya doğrudan savaş içindeki ülkelerden değil, transit ülkelerinden geçiş yapmaları olarak ortaya koyuluyor. Geçen yıl Almanya’ya 1,1 milyon sığınmacı geldi.
Türkiye’den, Lübnan ve Ürdün’den Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya getirilmesini öngören kota planı kapsamında, halen Almanya’da olan mültecilerin akrabalarına öncelik tanınacak. İltica taleplerini sınırlandırmak için Tunus, Cezayir ve Fas’ın güvenli ülke olarak belirlenmesi ve buradan gelenlerin geri gönderilmesi de planlar arasında. Geçen sene Arnavutluk, Kosova ve Makedonya’nın güvenli ülke olarak kabul edilmesi, bu ülkelerden gelen talepleri azaltmıştı. Almanya’nın aldığı önlemler arasında suç işleyen göçmelerin sınır dışı edilmesinin kolaylaştırılması, dil derslerinin ve entegrasyon çabalarının artırılması gibi konular da bulunuyor.
Diğer bir olumsuz uygulama ise Galler’de mültecilerin ücretsiz yemek alabilmek için parlak renkli bileklikler takmalarının istenmesi ve bu bilekleri her zaman takmalarının şart koşulması idi. Son olarak, geçtiğimiz cuma günü Stockholm’de yaklaşık 100 kişilik maskeli bir grubun göçmenlere saldırdıkları haberi geldi. Mültecilerin güvenlikleri ve hakları konusunda soru işaretlerine yol açan bu uygulamalar, büyük ölçüde Avrupa ülkelerinin kamuoylarında giderek artan göçmen karşıtı yaklaşımın etkilerini yansıtıyor. Yılbaşında Köln’de çok sayıda kadının Kuzey Afrikalı görünüşlü kişilerce saldırı ve tacize uğraması, geçtiğimiz hafta İsveç’te mültecilere yardım eden bir gönüllünün öldürülmesi ve bunun gibi bazı haberler kamuoyundaki endişe ve göçmen karşıtı havayı daha da artırıyor. Almanya’da Mart ayında 3 eyalette yapılacak seçimlerde de mülteci ve göç konusunun belirleyici olacağını öngörmek mümkün. Yapılan kamuoyu araştırmalarına göre, göç karşıtı aşırı sağcı AfD Partisi’nin oy oranının yüzde 10’lara çıktığı görülüyor.
Almanya Başbakanı Merkel’in mültecilere yönelik açık kapı politikası koalisyon ortağı CSU tarafından eleştirildiği gibi, diğer AB üyesi devletler ve Almanya arasında ciddi sorunlara yol açtı. Göçmen alımına sıcak bakmayan birçok ülke Almanya’da Merkel’in tavrının göç akınını özendirdiği sonucuna vardı. Bunun yanında, Merkel’in göçün kontrol altına alınması için Türkiye ile işbirliği yapılmasına öncelik vermesi de, Türkiye’de ifade özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü konusundaki sıkıntılar nedeniyle eleştiriliyor. Türkiye’ye verilmesi öngörülen 3 milyar avro için Üye Devletler’in katkı sağlaması da diğer bir tartışmalı konu. Bu konuya özellikle İtalya karşı çıkmış ve bu meblağın Komisyon tarafından karşılanması önerisinde bulunmuştu. Bu noktada son olarak, AB Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır 3 milyar avronun Şubat ayının sonuna kalmadan gönderileceğini açıkladı.
AB içinde ciddi bir krize ve panik havasına yol açan, soğuk havaya ve sınırlardaki engellemelere rağmen azalmayan göç akını, AB’nin bütünlüğünü sınıyor. Bu soruna AB’nin ortak bir çözüm bulabilmesi büyük önem taşıyor. Aksi takdirde her ülkenin kendi başına önlemler almaya başlaması, Schengen Alanı ile ilgili kazanımları tehdit ediyor. Herkesin serbestçe dolaşarak, istediği ülkede yerleşebileceği ve çalışabileceği bir “özgürlük, güvenlik ve adalet” alanı oluşturulması AB’nin en büyük hedef ve kazanımlarından biriydi. Schengen Alanı’nda kontrollerin yeniden başlaması ve üye devletlerin ortak bir yaklaşımda buluşmakta zorluk yaşamaları mülteci krizinin aşılması açısından ümit vadetmiyor. Bu konuda AB liderlerinin dirayet ve sağduyu içinde hareket etmeleri şart, ancak kamuoylarında giderek yükselen göç karşıtı görüşler buna fazla olanak tanımıyor. Almanya gibi hedef ülke konumundaki ülke, Yunanistan ve İtalya gibi göçmenlerin AB’ye girişteki ilk noktasını oluşturan ülkelerin, göçmenlerin kaydedilmesi ve parmak izlerinin alınması konusunda daha hassas ve titiz davranmasını istiyor.
AB göçün önlenmesinde Türkiye’den etkili bir işbirliği bekliyor. 29 Kasım 2015 tarihli Zirve toplantısında varılan anlaşmaya göre, AB’nin mali yardımı artırması, müzakere sürecinin hızlandırılması, vizelerin kaldırılması için Ekim 2016 tarihinin belirlenmesi gibi vaatlerin karşılığında, Türkiye’nin Haziran 2016 itibarıyla geri kabul anlaşmasını uygulamaya başlaması ve vize serbestisi için gereken diğer koşulları yerine getirmesi gerekiyor. Bu şartlar arasında sınır kontrollerinin güçlendirilmesi, AB’den iade edilecek göçmenlerin konaklaması için tesislerin yapılması, göçmen kaçakçılığı ile etkin mücadele edilmesi, AB vize rejimine uyum sağlanması gibi kapsamlı konular yer alıyor. Bunun yanında, Türkiye’nin AB’den gelecek mali yardımı Suriyelilerin entegrasyonu, iş piyasasına katılımları ve eğitimlerine kanalize etmesi öngörülüyor. Ancak, tüm önlemlere rağmen kısa sürede göçün büyük ölçüde durdurulması imkânsız bir hedef olarak görülmeli. Türkiye, AB ile birlikte kabul ettiği mülteci eylem planı uyarınca özellikle sınır kontrolleri ve göçmen kaçakçılığı ile mücadele gibi kritik konularda etkin önlemler alırken, AB de uluslararası hukuk çerçevesinde mültecilerin hakları konusunda bugüne kadar göstermiş olduğu hassasiyeti devam ettirmeli ve Avrupa’nın bir özgürlük ve insan hakları alanı olarak görülen imgesine ters düşecek şekildeki uygulamalardan bir an önce vazgeçmeli.
Doç.Dr. Çiğdem NAS, İKV Genel Sekreteri
HAKKIMIZDA
ARAŞTIRMA MERKEZİ
PROJELER
İLETİŞİM
Designed By: OrBiT