İKV`DEN ANALİZ: 1 KASIM SEÇİMLERİ SONRASINDA TÜRKIYE-AB İLİŞKİLERİNDE YENİ BİR DÖNEMİN AYAK SESLERİ Mİ?
1 Kasım seçimleri şaşırtıcı bir biçimde, koalisyon hükümeti gereğini gündeme getiren 7 Haziran seçimlerinden farklı bir tablo ortaya çıkardı. 7 Haziranda oyların yüzde 40,66’sını alan AKP, oylarını yüzde 49,5’e çıkararak, tek başına hükümet olma yetkisini halktan almış oldu. Ana muhalefet CHP’nin oyları yüzde 25,13’ten çok küçük bir farkla 25,3’e yükselirken, MHP ve HDP’nin oyları düştü. 7 Haziranda yüzde 16,45 oy oranına ulaşan MHP’nin oyları 1 Kasımda yüzde11,9’e düşerken, HDP’nin oyları yüzde 12,96’dan yüzde 10,8’e indi.
5 aylık bir sürede birinci partiye giden oylardaki yüzde 9’a yaklaşan artış, koalisyon kurma gereğini ortadan kaldırarak, AKP’ye dördüncü defa tek başına hükümet kurma yolunu açmış oldu. Özellikle, 7 Haziran seçimleri sonrasında hızla artış gösteren terör, bombalı saldırılar, PKK’nın yanında IŞİD tehdidi, ekonomideki aşağıya gidiş gibi olumsuz gelişmeler seçmenlerin çoğunluğunun, siyasi belirsizliğin Türkiye açısından büyük bir risk oluşturduğu sonucuna varmasına ve oyların birinci konumdaki partiye kaymasına neden oldu. Yani seçim sonuçlarını siyasi ve ekonomik istikrar talebi belirledi diyebiliriz.
MHP koalisyon sürecindeki uzlaşmaz tutumu için seçmenlerinin bir bölümü tarafından cezalandırılırken, AKP’nin son dönemde benimsediği milliyetçi söylem, bu yönde oy kullanan seçmenlerin bir kısmını kazanmasını sağladı. 7 Haziran seçimleri öncesinde liberal sol kesime de hitap ederek, desteğini artıran HDP ise Suruç saldırısı sonrasında artış gösteren teröre tepki duyan ve HDP’nin PKK ile arasına yeterli mesafeyi koymadığını düşünen bir kısım seçmeninin desteğini kaybetti.
Bu tablo, AKP’nin tek başına hükümet kurarak, 2023 hedefleri doğrultusundaki çalışmalarına devam edeceği, mega projelerini gerçekleştirebileceği ve siyasi ve ekonomik reformlara devam edebileceği bir fırsat penceresine imkân tanımakta. AKP tek başına anayasa yapabilecek çoğunluğa sahip değil ama anayasa sürecini de bir veya birkaç partinin desteği ile sonuçlandırmak isteyebilir. Türkiye’nin yeni bir anayasaya olan ihtiyacı hemen herkes tarafından kabul edilse de, anayasanın temel özellikleri konusunda büyük görüş ayrılıkları mevcut. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başkanlık rejimine geçilmesi görüşüne diğer partilerden önemli itirazlar bulunduğundan, yeni anayasaya geçiş sürecinin oldukça zorlu olacağı öngörülebilir.
Yeni Dönemde Türkiye-AB İlişkileri
1 Kasım seçimlerinin ortaya çıkardığı yeni siyasi denklemde Türkiye’nin AB ile ilişkileri ne yönde ilerleyebilir ve Türkiye’nin AB sürecinde mesafe kat edebilmesi için yeni hükümetin neler yapması gerekir? Öncelikle seçimler öncesinde AB ile başlayan mülteci eylem planı müzakerelerinin yeni hükümet tarafından vakit kaybetmeden tamamlanması gerekecek. Daha önce görülmemiş ölçüde yoğun bir mülteci ve göçmen akını ile karşı karşıya kalan AB, Türkiye’den bazı taleplerde bulunmuştu ve konuyu görüşmek için AB yetkilileri ve Almanya Başbakanı Merkel Türkiye’ye gelmişti. Bu süreçte AB, Türkiye’den sınırlarını güçlendirmesi ve göçmenlerin ülkeden çıkışını kontrol altına alması, Türkiye’de kurulacak merkezlerde mevcut ve potansiyel göçmenlerin tutulması, AB sınır ajansı ile işbirliği yapması, göçmen kaçakçılığı ile daha iyi mücadele etmesi gibi önlemler almasını bekliyor.
Bu önlemler zaten Türkiye’nin AB ile Geri Kabul Anlaşması’nı imzalamasını müteakip uygulamaya koyulan vize liberalizasyonu yol haritasında da Türkiye’den beklenen koşullar arasında idi. Ancak şimdi AB Türkiye’ye bu süreci hızlandırmak için bazı kolaylaştırıcı önerilerde bulunuyor. Bunların arasında 3 milyar avro tutarında yeni fon, vize liberalizasyon sürecinin hızlandırılması, Türkiye’ye güvenli ülke statüsü verilmesi ve üyelik müzakerelerinde yeni fasılların açılması bulunuyor. Yeni hükümetin bu yeni durumu iyi değerlendirerek, AB sürecinde kazanıma dönüştürmesi ilişkilerin geleceği açısından büyük önem taşıyor.
Türkiye’den çıkarak Ege adaları ve Balkanlar rotaları üzerinden AB’ye giden mülteci ve göçmen hareketlerinin kontrol altına alınması, göçmen kaçakçılığı ile mücadele, yakın gelecekte ülkelerine dönme ihtimalleri bulunmayan Türkiye’deki göçmenlerin barınma, çalışma, eğitim ve diğer ihtiyaçlarının sağlanması, hukuki ve idari düzenlemelerdeki eksikliklerin giderilmesi gibi yeni hükümeti bekleyen zorlu çalışmalarda, AB’nin yeterli desteğinin alınması Türkiye’nin de yararına olacaktır. Ancak iki taraf arasında yeterli ve etkili bir işbirliğinin sağlanması için, AB’nin üzerine düşen sorumluluğu üstlenmesi ve Türkiye’yi sadece istenmeyen göçmenlerin tutulacağı bir depo, bir ara bölge olarak görmemesi gerekir. Bu sürecin Türkiye’nin tam üyelik perspektifi içinde ele alınması şarttır.
Mülteci eylem planı ile ilgili gelişmelerin dışında, yen hükümetin AB gündeminde öne çıkacak konular arasında üyelik müzakerelerinin sürdürülmesi, gümrük birliğinin revizyonu ve vize liberalizasyonu yol haritasının takibi yer alıyor. Doğusunda, güneyinde ve kuzeydoğusunda savaşların, çatışmaların ve karışıklıkların devam ettiği Türkiye için AB süreci önemli bir çıpa olmaya devam ediyor. AB’nin, Türkiye için son derece gerekli olan siyasi ve ekonomik reformların gerçekleştirilmesinde bir referans noktası, model ve itici güç konumu yeni hükümet için de belirleyici olacak. Türkiye’nin yakın gelecekte AB üyesi olması mümkün gözükmese de, ticari, sosyal ve ekonomik ilişkiler açısından AB, Türkiye’nin en önemli ortaklarından olmaya devam edecek. Bu açıdan müzakere sürecinin yeni fasılların açılması suretiyle devam ettirilmesi, gümrük birliğinin güncellenmesi ile Türkiye’nin ticari ve ekonomik bağlarının güçlendirilmesi ve ekonomide lig atlanması, vize muafiyetinin elde edilmesi ile de AB ülkeleri ile sosyal ve ticari bağlantıların geliştirilmesi mümkün olacak. Son olarak, yeni hükümetin özellikle iletişim stratejisine önem vererek, içerde ve dışarda kamuoylarını bilgilendirmesi ve bilinçlendirmesi ve sivil toplum örgütleri ve ilgili ekonomik ve sosyal aktörler ile birlikte çalışarak Türkiye-AB ilişkilerinde toplumsal desteği sağlaması, tüm bu süreçlerin olumlu bir şekilde ilerlemesine büyük katkı sağlayacaktır. Demokratikleşmesine devam eden, kalkınma ve refah artışı yaratabilen, farklı siyasi hareketler arasında uzlaşma sağlayabilen, kutuplaşmaları aşmış bir Türkiye hem geleceğin Avrupası’nın şekillenmesine daha fazla katkı sağlayabilecek, hem de AB için çok daha fazla aranan bir ortak ve potansiyel üye ülke olacaktır.
Doç. Dr. Çiğdem Nas, İKV Genel Sekreteri
HAKKIMIZDA
ARAŞTIRMA MERKEZİ
PROJELER
İLETİŞİM
Designed By: OrBiT